28/11/2022 | Yazar: Kaos GL
Burakbey’in ilk albümü aynalardan, kendini ararken derviş olmaktan geçen şarkılarla bir yol hikayesi anlatıyor. Albümü herkesten önce Burakbey’le birlikte dinledik ve şarkılar üzerine sohbet ettik.
Söyleşi: Gözde Demirbilek & Yıldız Tar
Güneşli bir İstanbul gününde buluştuk Burakbey’le. Birimiz açık hayranı, diğerimiz müziğine yeni dalmaya başlamış bir acemi. Söyleşinin sonunda ise, mikrofona konuşulan sıkıcı soru cevaplardan daha fazlasını yaşamıştık. Henüz yayınlanmamış bir albümü dinlerken sohbet eden üç kişi olarak ayrıldık birbirimizden.
Burakbey’in ilk albümü bugün yayınlandı. Beş şarkı ve bir introdan oluşan Deliler Oratoryosu (DO), peş peşe dinlenmesi gereken albümlerden. Aynaya bakıp, gördüğünü arayan, bu uğurda dervişe dönüp yeni ilahiler söyleyen bir popstarın hikayesi albüm. Finali ise gerek sesi gerek kurgusuyla tüm hikayeyi dağıtan bir şok efekti…
Albüm daha yayınlanmandan Şişli’de buluştuk Burakbey’le. Önce biraz burçlardan, sosyal medyadan konuşup başladık Şişli’nin ara sokaklarını turlamaya. Tur sırasında Feriköy Bit Pazarı’na denk gelmemizle, “Ay pazara gireliiim” diye minik bir ara versek de nihayet başladık albümü dinlemeye.
Tek tek şarkılar üzerine konuştuk, görsel ve işitsel bir seyahate birlikte çıktık. Şarkıları dinlerken okumalık sohbetimize eşlik etmeye buyurun…
AYNADA
Yıldız: Şarkı kendi içinde bir çelişkiyi anlatıyor gibi hissettim ben. Bu ayna birisi mi? Senin aynan kim?
Bu ayna birisi değil, benim. Kendi yansımamı kendimde gördüğüm için metafor kullanmadım. Bu ayna benim yarattığım ve yaratmak uğruna vakit harcadığım kişi olsa gerek, eğer biri olacaksa. Çünkü “ne kadarım uzakta / ne kadarım aynı / ne kadarım başka” diye kendime soruyorum. O yüzden tamamen kendi içsel yolculuğumla ilgili. Bu yolculuğun da evrensel bir yolculuğa dönüşebilmesi hakkında devam ediyor albüm. “Aynada”da bu yüzleşme durumundan bahsediyorum, arkasından “Aradım” geliyor. Birleşiyor o ikisi. Bu yolculukta “Dolaştım tüm kıyıları / Düştüm peşine bulmaya / Kaybettiğim aklımı” derken bu yolculuğun amacının ne olduğunu, kendi beynimi çözmeye çalışmak olduğunu anlatıyorum.
Yıldız: “Ne kadarım aynı” derken sanki bir yandan bir hüzün var, bir nostaljik duygu var gibi. Burakbey’in nostaljileri neler?
Bu albümde ilahi mevzuları, ilahi olma durumunu yapay bir popstar üzerinden anlatmaya çalıştım. Bu yüzden “Yeni İlahiler” klibinde de Tarkan’ın 90’lardaki stiline ufak bir gönderme var. Aynada’nın da prodüksiyonda Kylie Minogue, bestesinde de Hande Yener referansları var. Aslında bunlar benim nostaljimi anlatıyor. 2000’lerin başında mutlu bir gey-kid olmak hakkında kendi pop ilahlarının aslında o ilah gücünü neden kullanamadıkları, neden bir yerden sonra bizi hayal kırıklığına uğrattıkları hakkında. Bu hayal kırıklıklarını görüp “Öyle mi? Peki o zaman ben yeni bir popstar yapıyorum, bu popstar en azından benim dünyamda beni hayal kırıklığına uğratmasın” demek için.
Yıldız: Hande Yener de o hayal kırıklıklarından biri mi?
Bir tek Hande Yener değil ki, spesifik olarak HY’nin beni ya da bizi hayal kırıklığına uğratmamak gibi bir gayesi olmak zorunda değil. Zaten hayal kırıklığına uğramayacağını düşünüyor insan o yaşlarda. Gözüne bellediği idolü, ailesi ya da din bile olabilir bu. Genel olarak her şey bizi hayal kırıklığına uğratabilir. Bu da aslında çok olağan bir şey. İnsanın doğasında zaten hayal kırıklığına uğratmak var bence. O yüzden derdim, yeni bir şey yaratıp kendi benliğimden; o personayı hayal kırıklığına uğratmayacak bir şeye çevirmek.
Yıldız: Kimdi peki senin idollerin?
Saymaya gerek var mı bilmiyorum ama saymak istemediklerim de var aralarında, politik sebeplerden.
Yıldız: Onlar da hâlâ geçmişinin parçası…
Öyle. Hande Yener’in bazı albümleri evimde duruyor. Björk öyle.
(Gülüşmeler)
Roisin Murphy var. Müzik anlamında en çok etkileyen o oldu. Ve hayal kırıklığına uğratmayanlardan biri.
Yıldız: Murphy bir röportajlarının birinde “DJ’ler bütün enerjisini neredeyse en mükemmel geçişi yapmaya harcıyor ama aslında neyi tercih ettikleri, neyi çaldıkları daha önemli” diyor. Sen katılıyor musun buna?
Şöyle, herkesin sanata bakış açısı başka. Herkesin üretim şekli de başka. Bazen biçimsel olarak bir şeyler yapmak sanatçıyı ya da performansçıyı tatmin eden bir duyguya dönüşüyor. Bazen de içerik hakkında bir şeyler yapmak. Ben içerikten yanayım, DJ değilim ama. Önce ben nasıl bir şarkı yaptığıma bakıyorum performansta kusursuz olmasından ziyade. Asıl önemli olan şeyin oradaki duygu olduğunu düşünüyorum.
Gözde: Aynada bana mutlu bir after-parti havası verdi. “Nasıl güzel dibe vurdum aynada” kısmında bir olumlama var gibi, o iyi hissettirdi.
Böyle diyebiliriz, genelde partilerde Türkçe sözlü şarkı açıp dans etmiyoruz. Ama düşüş saatleri gelince alakasız bir yerden Mustafa Sandal, Göksel ve Hande Yener açıldığını duyabiliyorum. Dediğin gibi olumlama hali de var, dibe batıyorum ama aynada kendime baktığımda güzelim.
ARADIM
Yıldız: Aradım ve Yeni İlahiler’i önden yayınladın, neden o ikisini seçtin?
Önden çıkacak teklileri seçerken her zaman sanatsal tarafımızı göz önüne alamayabiliyoruz. İlk Yeni İlahiler çıktı çünkü albümün özeti gibiydi hem anlatmak istediğim şeyi anlatmaya çalışıyordum. Hem de bu albümde kafamın nasıl çalıştığını, benim sanatımı üretim şeklinden de bahsediyorum. Çünkü bu albümü yapma sürecim OCD’min ne kadar yüksek bir seviyede olduğunu fark ettirdi bana ve net bi şekilde diyebilirim ki overthinkle beslendim sanat yaparken. O yüzden “Yeni İlahiler”i önden çıkarmak en iyisiydi.
“Aradım” da tatlı bir dans şarkısıydı ve birbirlerine zıt iki şarkıyı single yapmak fikri de çok hoşumuza gitti.
Yeni İlahiler albümün daha sert, kıtırlı tarafından geliyor. Aradım ise daha yumuşak. Aynada da yumuşak taraftan mesela. “Bana neler oluyor?”, dur bakalım daha sana ve dünyaya neler olacak.
Gözde: Albümdeki diğer şarkılar için klip çalışması bekliyor mu bizi?
Şu an bir albüm filmi çekiyorum. Bir video klip düşünmüyorum, hepsinin olduğu bir video-art projesi gibi bir şey olacak sanırım. Video klip yapmak hem vakit isteyen bir şey, benim için çok başka bir yerde duruyor bir de. Video-art’ın bir sürü sergilenme biçimi var, onları deneyebiliriz diye düşünüyorum. Bir de insanların artık da daha az video izlediğini görüyorum.
DERVİŞ
Gözde: “Şems ve Rumi ağlıyordu”, neden?
Genel itibariyle sevgisizliğin olduğunu düşünüyorum. Sevgi feminen atfedilen bir şey ve dünyada şu an feminenliğin bastırıldığını, maskülen enerjinin yükseldiğini bu yüzden de mutsuzluğun olduğunu düşünüyorum. Şems ve Rumi de bir araya gelerek düşün eylemleri yapmış iki derviş. Bu durumu görselerdi, hayal kırıklığı yaşarlardı bence onlar da.
Gözde: Nasıl bir gelecek hayal ederlerdi sence?
Bu kadar sevgi, aşk üzerine emek vermiş ve zaman harcamış insanlar doğal olarak geleceği de böyle hayal ederlerdi diye düşünüyorum. Gerçekçiliği bir tarafa bıraktıklarında sevginin hüküm sürdüğü, komünizmin hüküm sürdüğü – paranın ortadan kalktığı bir gelecek hayal ederdim ben de.
Yıldız: Soundda tekrarlayan “Om” sesine benzeyen bir şey var, neden?
Deliler Oratoryosu kafamdaki ve dünyada duyduğum seslerin; kültürlerin, koyulmuş fikirlerin bende bıraktığı izler hakkında. Çünkü beynin çalışma yapısı böyle, gözlemliyor bütün hepsini, alıyor ve bunlardan anlamlı bir bütün yaratmaya çalışıyor. Benim bu anlamlı bütünlüğü yaratmaya çalışırken de kullandığım mekanizma müzik. “Om” gibi çeşitli ritüelik seslerle aslında hepsi aynı amaçla çıkmış şeyler. İnsanlara öforik bir deneyim yaşatmak için sesleri kullanmışlar zamanında. Ben de buna yola çıkarak aslında büyülü heceler bulmaya çalışıyorum, bu albümde bir deli şair var. Bu şair o sesleri bulmaya çalışıyor, o notaları yakalamaya çalışıyor.
Deliler Oratoryosu’na kendi aramızda sürekli DO diyoruz. Do klasik gamdaki ilk nota. Bu DO’yu kutsal bir hecemmiş, mantrammış gibi de kullanıyorum. Neden kullanmayayım ki…
Yıldız: Sen ilişkilerinde hangisisin daha çok Şems mi daha çok Rumi mi? O hikâyede hangisiyle özdeşlik kuruyorsun?
Bence bazen Şems bazen Rumi’yim. Bazen Rumi gibi çağıran “Gel gel” diyen taraf oluyorum, bazen de Şems gibi ortadan kaybolan taraf…
Yıldız: Hangisi sana daha iyi hissettiriyor?
Şu an ikisi de hissettirmiyor. Çünkü beşeri ilişkilerin ne kadar yürüyüp ne kadar yürümediğini sorgulayan taraftayım. Eğer ikisinin arasındaki beşeri ilişkiyi konuşuyorsak, bir ilişkide bulunmak çok zor, ikisinden birini seçmek istemiyorum. Bu yüzden “arıyorum başka bir derviş” belki.
Yıldız: İki önceki şarkıda dinin de hayal kırıklığı yaratabildiğini söyledin ya, sende yarattı mı?
Din mi daha çok yoksa, din etkisi altındaki insanlar mı beni hayal kırıklığına uğrattı bilmiyorum. Çünkü dinlerin, çıkış amacı hepsine de bakacak olursan birlik oluşturmak ve evreni anlamlandırmaya çalışmak. Bu kadar saf duygularla çıkabilen bir şeyin ne kadar toksik bir şeye dönüşebileceğini hepimiz deneyimliyoruz. En yakından bizim ülkemizin en büyük sorunu siyasal İslam, nolursa olsun.
Şu an Müslüman değilim, İslam inancına sahip değilim ve bu ülkedeki en yumuşak karınlardan birinin de din olduğunu deneyimleyebiliyorum. İnsanların konuşmaktan en çok korktuğu konulardan biri.
Yıldız: Dindar bir ailede mi büyüdün?
Aşırı dindar bir ailede büyümedim. Büyük ailede daha dindar insanlar vardı. Ama duaları öğrenen ve dönem dönem namaz kılmış, bayram namazlarına gitmiş, oruç tutmuş – bazı ritüelleri gerçekleştirmiş bir çocukluğum oldu.
YENİ İLAHİLER
Gözde: Bu albümün sence bir “vaaz” şarkısı var mı?
Yeni İlahiler, manifestosu albümün. Manifestoyla vaazı aynı yere koyabilir miyiz emin değilim. Bir kere vaaz verme derdi olmayan bir yerdeyim her şeyden önce. Ben dinimin bir lideri değilim, çünkü liderliğe inanmıyorum, liderliğin olduğu yerde mutsuzluğun oluştuğunu düşünüyorum. Eşbaşkanlığın daha doğru tanım olduğunu düşünüyorum.
(Gülüşmeler)
Ve gelecekte de böyle kurtulacağımızı düşünüyorum. Ahtapot mesela, bizim bildiğimiz klasik memelilerden ayrı bir beyin yapısına sahip. Her kolu farklı bir düşünce yapısına sahip olabiliyor. Ben bir noktada evrimle de öyle bir yere dönüşeceğimizi düşünüyorum. İnsanlar artık birbirine o kadar bağlı hale geliyor ki, bir noktada beyinlerimizin bağlı olduğu başka bir şey oluşturacağız. Ve aradığımız o cevap de hepimizin birleşiminden oluşacak. O yüzden derdimiz bir lider çıkarmak, vaaz yapmak değil var olanı anlatıp “Böyle bir derdimiz var” diye bunu ortaya koymak. Eğer herkes bu gözlemlediği şeyin beyninde yarattığı yankıyı konuşursa, hepimizi mutlu edecek bir ortaklık oluşturabiliriz diye düşünüyorum.
AL BURAQ
Yıldız: Favorim değişti. Geleneksel İslami ilahi ritimleriyle kilise ritimlerinin geçişi cesur bence.
Deliler Oratoryosu olmasının sebebi de bu, dini hikayeleri anlatmak için tasarlanan tragedya gibi bir yazım türü, sahneleme türü.
Yıldız: Oyunun bir noktasında giren ve mesel veren…
Evet konuşan biri oluyor, hem bir sahne canlandırılıyor, hem müziğin üzerine şiir de okunabiliyor. Albüme oratoryo deme sebebim de bu. Koro girebiliyor mesela şarkıya, al buraq’ta da olduğu gibi.
Kafamda bir kabilenin mantraları canlanıyor sonra birden bir kilise vokali girebiliyor. Bütün dinsel kültürlerin beynimde bıraktığı izlerle oluşturduğum, benim beynimin içinde dönen bir oratoryo yazma fikrinden ortaya çıktı zaten. Bu şarkıda da onu açıkça yansıtıyorum. Aşık manisi gibi başlayıp, kilise ilahisine dönüşüyor. Hani biraz evvel dedik ya bazı insanlar biçime odaklanır bazıları içeriğe. Biçimsel olarak klasik Türkçe pop konstrüksiyonundan kopmuş şarkılar yazarken bazen Türk Edebiyatındaki yazım tekniklerinden bile faydalanmak…
Yıldız: Neler mesela?
Mesela albümün ikinci bölümünde şarkılardan biri kaside şeklinde yazıldı.
Yıldız: Evet, Aynada’da daha bütünlüklü bir anlatım anlatım var, albüm ilerledikçe parçalanıyor. En son artık Al buraq’ta seleserpe serilmiş bir şey izliyoruz. Bırak kalsın mı diyeceğiz, toplayacak mısın bunu bir ara?
Gözde: Enerjili bir şekilde bırakıyor aslında şarkı. Dağıtırken aslında enerjini dağıtmıyor gibi.
Ben şöyle yorumluyorum, bu yola çıktıktan sonra delirerek gidiyor. Delirerek dediğim bu olumsuz bir delirme olmak zorunda değil. Maddesel dünyadan, bireysel yüzleşmeden kopup daha evrensel bir yüzleşme “Irklar delirdi / Kullar günahkar” cümlesiyle bitiyor ve bahsettiğim gibi bombanın atıldığı ve patladığı bir yerde bitiyor. Çünkü devamında o yıkımın üzerine gitmeye odaklanan ikinci bölüm gelecek.
DO’dan sonra RA gelecek.
Yıldız: Neden “Al-buraq?”
İsmim Burak ve tabii ki isimlerin ne işe yaradığını anlamaya çalıştığım dönemlerde adımın anlamına baktım ve İslam ile de ilgili bir çocuktum. Genel olarak mitoloji, her ne kadar şu an dediğimden rahatsız olacak bir kitle olsa da, İslam öğretileri de – antik dinlere mitoloji diyorsak – gelecekte de mitoloji adı altında dinleyeceğimiz şeyler. İslam mitolojisi de dikkatimi çeken bir şeydi. Adım Hz. Muhammed’in miraç gecesinde göğe yükselirken bindiği atın ismi. Aslında at diyorlar ama bir binek olduğu, binek de değil bir enerji olduğu söyleniyor. Zaten “şimşek” demek kelime karşılığı olarak.
Bu fikirler üzerine bir şarkı yapmak istemiştim. Eğer ben, göğe yükselebilen bir binek olsaydım, ben gittiğimde neleri konuşmak isterdim… Yani büyük sorunlar olduğunu düşünüyorum şu an yaşadığımız dünyada ve bu sorunları yukarı bir yerlere çıkmış olsaydık tabii ki konuşmak isterdim. Al buraq’ın sözlerinde olduğu gibi, bizler birer hayvanız bize dayatılan edep-adap ya da yasaklar belli ki çalışmayan sistemler. Burada siyasi statement yapmak gibi bir derdim yok ama çalışmadığını deneyimliyoruz. Bunları konuşmak isterdim, bunları konuşamadığım için böyle bir imkanım olmadığı için en azından fantezi dünyamda konuşuyormuş gibi davranabilirim.
Yıldız: Al buraq’ın sonunda da “eşkıyalar sokakta” dediğinde de Saraçhane’deki mitingi düşündüm. Kim bu eşkıyalar senin için?
Haklarımı gasp etmeye çalışan herkes. Elinde satırla gezen biri de olabilir, nefret söyleminde bulunanlar da olabilir, devletin bir erkanı da olabilir. Evime hırsız girmesinden rahatsız olurken neden beynime ket vurmaya çalışan birinden rahatsız olmayayım ki? Saraçhane’deki şey de benim haklarımı gasp etmeye çalışan bir oluşumlardan biriydi. Hem de yaşama hakkımı…
Etiketler: kültür sanat