23/01/2017 | Yazar: Aslı Alpar

1. İşçi Buluşması Sempozyumu’nda konuşan Kaos GL’den Remzi Altunpolat, LGBTİ’ler açısından güvencesizliğin süreklilik arz ettiğini söyledi.

Sendikalar LGBTİ hareketine mesafeli Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

1. İşçi Buluşması Sempozyumu’nda konuşan Kaos GL’den Remzi Altunpolat, LGBTİ’ler açısından güvencesizliğin süreklilik arz ettiğini söyledi.

Ankara İşçi Hakları Derneği’nin düzenlediği 1. İşçi Buluşması Sempozyumunda, “Güvencesizlik ve Yoksulluk Kıskacında İşçi Hakları” konuşuldu. Sempozyumun Pazar günü gerçekleşen oturumunda, çalışma yaşamında cinsiyet eşitsizlikleri tartışıldı. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nejla Kurul’un moderatörlüğünde gerçekleşen oturuma, Emekli Öğretim Üyesi Gülay Toksöz, DİSK Genel Sekreteri Arzu Çerkezoğlu ve Kaos GL’den Remzi Altunpolat konuşmacı olarak katıldı.

Moderatör Prof. Dr. Nejla Kurul, oturumu, “OHAL’in en karanlık günlerinden biri ancak mücadelemizi büyütmek için buradayız. Hep birlikte bize ne olacak sorusunu yanıtlamak için buradayız” cümleleriyle başlattı.

Günümüz Türkiye’sinde, büyük toplumsal bölünmelerin yaşandığını ve en büyük bölünmenin emek/sermayenin arasında meydana geldiğini ifade eden Kurul, bu oturumda emek alanında özellikle AKP döneminde artan emek piyasasındaki cinsiyetçi ayrışma üzerine duracaklarını ekledi.

Kadının emeği ve bedeni patriarkanın denetimi altında

Kurul’un açılış konuşmasının ardından, Gülay Toksöz, Cumhuriyet’in ilk yıllarının ekonomi politikalarından günümüzün kalkınma planlarına uzanan sürecin, toplumsal cinsiyet eşitliği ile ilişkisinin değerlendirmesini yaptı. Toksöz değerlendirmesine, aile ve toplumsal hayatta kadınların işgücüne katılmaları üzerindeki denetim biçimlerinden, özel ve kamusal alan patriarkasından bahsederek devam etti. Kadın üzerindeki sistematik denetimlerin Hartmann’ın tanımladığı üzere, “erkeklerin kadın emeği üzerinde denetimi ve kadın bedeni cinselliği üzerindeki denetimi” olarak açıkladı. Özel ve kamusla patriarka arasındaki gerilimin kadının işgücüne katılım oranını etkilediğinden bahseden Toksöz, toplumun bütün kurumlarının, kadının günlük hayatı yeniden üretmesi ve ev işi/çocuk bakımı işlerinde kadının çalışmasını istediğini öte yandan sermayenin kadın işgücüne ihtiyaç duyduğunu belirtti.  

Türkiye’deki çalışma yaşamına yakından bakmak için kalkınma stratejileri ve ekonomi politikalarını birlikte değerlendiren Toksöz, 1980 darbesinin ardından yaşanan ekonomik dönüşümde ekonomideki devletin payının küçülmesi ve özel sektörün finans sermayesine yatırım yapmanın daha karlı olduğu 90larda sanayi yatırımı yapmaması nedeni ile kadın işgücüne arzda artış olmadığı tespitini dile getirdi. Türkiye işgücü piyasasının artan nüfus ile birlikte erkek içinde yeterli istihdam sağlanamadığını ancak kadınlar için bu piyasasının daha dar olduğunu ve istihdam biçimlerinin de esnek ve güvencesiz olduğunu ifade etti.

Evli ya da çocuklu kadın çalışma hayatından vazgeçiyor

Gülay Toksöz sanayide istihdam edilen kadınların, genç ve bekâr kadınlar olduğunu,  evlenen kadının ev içi mesaisi ya da çocuğuna kreş hizmeti sağlanmaması nedeniyle işten ayrılmak zorunda kaldığına ve yerini başka bekâr kadınlara bıraktığına dikkat çekti. Konuşmasına, Türkiye İstatistik Kurumu’nun Hanehalkı İşgücü İstatistikleri’nin karşılaştırmalı verileriyle devam eden Toksöz, bu verilere göre işgücü dışında kalan kadınların %60’ının ev işi ve çocuk bakımı gerekçesiyle çalışmaya devam edemediğini ekledi. Toksöz’ün aktardığı istatistiklerde, kayıt dışı istihdamda yine kadınların yüksek oranda oluşu göze çarpıyor.

Konuşmasının devamında, 9.-10. Kalkınma Planlarında, kadının işgücüne katılımına değinen metinlerde kadınların aile ile birlikte ele alındığını, çalışma yaşamının evdeki çalışmaya “uyumlu” olabilmesi için kadınların esnek ve güvencesiz çalışmaya itildiğini ifade eden Toksöz, bu politikalarla kadınların sosyal güvenliğe ve emeklilik hakkına erişemeyeceklerini ifade etti.

2016’da torba yasa ile geçen Nüfus Yapısının Korunması Yasa Tasarısında yer alan ebeveyn izninin Türkiye’nin kültürel yapısı ile kadınlara bırakılacağı ve ayrıca bu yasa ile işverenler için kreş sorumluluğuna da artık yer verilmediğini ekledi.

Bakıma muhtaç kadının güvencesi yok

Toksöz konuşmasını, hane içinde yaşayan yaşlı ve özürlü kişilerin bakımını üstlenen kadınların kendileri bakıma muhtaç olduklarında güvencesizliğe mahkûm edilmiş olacaklarını söyleyerek bitirdi. Toksöz’e göre bu durum, devletin aylık bağladığı kadınların, sigorta primlerinin ödenmiyor oluşu ve evde bakım hizmeti veren kadınların kendi sigorta primlerini ödeyecek maddi güçten yoksun oluşu ile ilişkili. Bu uygulama, kadın emeğini bir ölçüde görünür kılıyor olsa da, gelecekte kadınları güvencesizliğe terk ediyor.

Türkiye’de kadının istihdamı güvencesizlik ile örtüşüyor

Sempozyumun bir diğer konuşmacısı Arzu Çerkezoğlu, istihdama katılımın kadınlar için güvencesizlikle örtüştüğünü ifade ederek başladı konuşmasına. 2016 Mart ayında açıklanan Genel İş’in “Kadın Emeği” raporuna değinen Çerkezoğlu, 2014 yılında kayıtlı ve tam zamanlı çalışan erkek çalışanların, kadınların tam 4 katı olduğunu ifade etti. Dünya ekonomik forumunda, kadın istihdamına yönelik açıklanan raporda, Türkiyeli kadınların işgücüne katılımının, karşılaştırıldığı 26 ülke arasında sonuncu sırada yer aldığını ve kadınların finansal varlıkları açısından yalnızca Peru’dan daha iyi durumda olduğu bilgisini katılımcılarla paylaştı. Yine bu araştırmaya göre, devamlı 3 çocuk doğurması gerektiği söylenen Türkiyeli kadınların doğum izni hakları konusunda da sondan üçüncü ülke olduğunu ekledi. Çerkezoğlu, sermayenin kendi verilerinin dahi “kadın emeğinin Türkiye’deki resmi” hakkında oldukça net bir görüntü verdiğini söyledi.

Mücadelenin merkezinde kadınlar var

Çerkezoğlu, Şemsa Özar’a atıfta bulunarak, OHAL döneminde kadınların güvencesizliğin üç halini bir arada yaşadıklarını ifade etti.  Patriarkal güvencesizlik, emek alanında yaşanan güvencesizlik ve OHAL’in yarattığı güvencesizliğin üçünün de birbirinden beslendiğini ve kadını hedef haline getirdiğini ifade etti.

Sermayenin “yirmi yıl sonrasının ucuz işgücü deposu ve işsizler ordusunu yaratmaları için çalıştığını” ve bu hedefini kadınlar üzerindeki denetim vesilesiyle gerçekleştirmeyi umduklarını belirtti. Her şeyin piyasaya açıldığı, emek ve sermaye ilişkisinin üretim alanını aşarak yeniden üretim alanını kuşattığı günümüzde, piyasalaşan her şeye kadınların en son ulaşabildiğini söyledi.

“Sermayenin hedefinde kadınlar varsa, mücadelenin merkezinde de kadınlar vardır” diyerek sözlerini sona erdiren Çerkezoğlu sendikaların toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda yetersizliğini özeleştiri olarak vurguladı.

Fark, kurgudur

Oturumun son konuşmacısı Remzi Altunpolat, iş hayatında LGBTİ çalışanların maruz kaldığı ayrımcılık üzerine konuştu. Kadın meselesinin bir şekilde bilinen ve yol alınan bir mesele olduğunu ancak LGBTİ’lerin yaşadığı ayrımcılık hakkında muhalefetin yüzeysel bilgi sahibi olduğunu ifade ederek başladı konuşmasına. Bu sebeple, “heteronormative” ve “heteroseksizm” terimlerini anlatarak devam etti. Heteroseksizmin ataerki gibi bir tür ideoloji olduğunu ve bu sistemin heteronormativeyi ortaya çıkardığını ifade eden Altunpolat, konuşmasında bu kavramları derinleştirdi.

Sadece 2 cinsiyetin varlığını normal kabul eden ve aynı cinsiyetin ilişkisini doğa dışı kabul eden heteronormativitenin, LGBTİ bireylerin hayatın her alanında eşitsizlik yaşamasına sebep olduğunu ifade etti.

Bunun bütün bir toplumun ve kültürün nasıl örgütlendiği meselesi olduğunu ifade eden Altınpolat “çalışma yaşamındaki farklılıklar” söyleminin sorunlu olduğunu ifade etti. “Fark nasıl ortaya çıkar, farkı kuran nedir” sorusunu dinleyicilerine yönelten Altunpolat, bu farklılıkların özsel değil iktidar tarafından sonradan inşa edildiğini şöyle örnekledi: “Eşcinsel işçi dediğinizde normdan sapan ve problemleri olan bir işçi var gibi anlaşılır.”

LGBTİ’lerin çalışma hayatında karşılaştığı ayrımcılıklar

Remzi Altunpolat, tüm LGBTİ bireylerin aynı ayrımcılıklarla karşılaşmadığın da ifade etti. Trans ve lezbiyen bir işçinin sorunlarının aynı olmadığını, trans bireyin çoğu zaman eğitim hakkından bile yararlanamadığını ve çalışma hayatında kültürel sermaye yokluğu gerekçesiyle de elendiğini vurguladı.

Altunpolat, bir diğer sorunun cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğine göre sektörel yoğunlaşma olduğunu mesela bir gayin daha kadınsı tariflenen işlerde çalışması gerektiği algısı olduğunu belirtti.  “İşe alınırken cinsel yöneliminiz işe alınmama sebebi olabilir” ya da “çalıştığınız iş yerinde her türlü ayrımcı muameleyi, şakayı sinemeye çekmek, ortadan kaybolmak zorundasınız”hetero gibi davranmak zorundasınız” cümleleriyle LGBTİ’lerin yaşadığı ayrımcılıkları özetleyen Altunpolat, çalışma hayatında eşcinsellerden her zaman daha yüksek performans beklendiğini de ekledi. Yönetim mekanizmalarında kadınların yer alamaması durumunun –cam tavan- bir benzerinin de –lavanta tavan- kendileri için geçerli olduğunu ekledi.

Altunpolat, LGBTİ birey çalıştıran çoğu uluslararası tekelin numunecilik –tokenism- yaptıklarını dile getirdi. Bu kurumlarda çalışan LGBTİ bireyler sanki ayrımcılığa uğramıyor gibi görünür oysa gerçekte bu durumun, sitemi değiştirmeden LGBTİ çalışanı vitrine koyarak, çalışma yaşamını değiştirmeden başka bir şeyi sunma çabası olduğunu ifade etti. IBM örneğini ele alan Altunpolat, eşcinsellerin hangi pazarlar yaratacağının önemsendiğini ve pembe ekonomiler yaratmak için bu “eşitlik” politikalarının öne çıkarıldığı söyledi. Yine de bu gelişmelerin küçümsenmemesi gerektiğini, bu politikaların bir ölçüde, kafadaki hetero işçi imgesini azalttığını ancak işyeri kültürünü sarsmamakta ve dönüştürmemekte olduğunu ekledi.

LGBTİ çalışanların, iş yerinden ayrılırken çoğu zaman hukuki yollara başvuramadığı ve birçok hakkı işveren tarafından gasp edildiğine de değinen Altunpolat, LGBTİ dostu yerlerde çalışmak istene kişilerin ise seçeneklerin oldukça az olduğunu hatırlattı.

Sendikalar LGBTİ hareketine mesafeli

“Güvencesizlik, kırılganlık LGBTİ’ler açısından bakıldığında süreklilik arz eder” diyen Altunpolat, sendikaların ve toplumsal muhalefetin bu durumu görmezden geldiğini ifade etti. 2. Dünya Savaşı sonrası oluşturulan refah politikalarının “anne, baba ve çocuklardan oluşan çekirdek aile” temelinde inşa edildiğini ve sendikaların da bu politikaları benimsediğini, oysa hane temelli sosyal politikaların temel alınmasıyla eşcinsel bireylerin refahının da sendikalar için konu olabileceğini ekledi.

İngiliz maden işçileri ve eşcinsellerin yoldaşca mücadelesini konu olan Pride filmine atıfta bulunan Altunpolat, bu tarihsel gelişme ile İngiltere Sendikalar Birliği’nin cinsel yönelim ayrımcılığını metinlerine eklediğini hatırlattı.

Sendikal eğitimlerde LGBTİ haklarının daha fazla yer alması gerektiği ve LGBTİ çalışanların nasıl örgütleneceği, nasıl güçlendirileceğinin konuşması gerektiğini, iktidarın Yeni Türkiye’sinin karşısına koyduğumuz yeni ve yenileyici muhalefette LGBTİ’lerin kurucu unsur olduğunu görmek gerektiğini ifade ederek konuşmasını tamamladı.

Sivil Düşün desteği ile düzenlenen 1.İşçi Buluşması Sempozyumu, taşeron çalışma ve işçilerin çalışma koşulları hakkındaki konuşmalarının ardından dün sona erdi.


Etiketler: insan hakları, çalışma hayatı
İstihdam