29/02/2016 | Yazar: Kaos GL

Nermin Amirova’nın 9. Kadın Kadına Öykü Yarışması’nda Margot Tenenbaum rumuzuyla yer alan Ses isimli öyküsü: "... Kendimden kurtulabilirim artık. Rahatlıyorum. Yol boyunca durmaksızın konuşuyorum. Boşluğa katiyen tahammülüm yok. Korkuyorum susmaya."

Ses Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Nermin Amirova'nın 9. Kadın Kadına Öykü Yarışması’nda Margot Tenenbaum rumuzuyla yer alan Ses isimli öyküsü: "... Kendimden kurtulabilirim artık. Rahatlıyorum. Yol boyunca durmaksızın konuşuyorum. Boşluğa katiyen tahammülüm yok. Korkuyorum susmaya."

Kış-Sondan bir önce

Hayatımda belki ilk kez bir buluşmaya erken gitmiştim. Kimseden henüz bir ses yoktu. Ankara’da birini beklerken insanın kendisini bir anda bulduğu yerde, Dost Kitabevindeydim. İsimleri ilginç gelen kitapları elime alıp, inceliyordum. Bir süre böyle geçti. Sonrasında bir tuhaflık hissetmeye başladım. Dakikalardır aynı kitabın arka sayfasına bakıyordum.  Okuyamıyordum.

İlk kelimeden itibaren bir gürültü. Olmuyor. Okuyamıyorum. Yine de ısrarla tekrar başlıyorum. Çünkü bir yandan da o ilk kelimeyi anlarsam, cümleyi tamamlayabilecek gücü bulacağıma inanıyorum. Yeniden başlıyorum. Ama her kelimeyle birlikte bir öncekini unutuyorum. Anlama varamıyorum.  Bu ülkede yıllarca ''sen yabancı sayılmazsın, bizdensin'' cümlesi bile bu kadar yabancı hissettirmemişti bana kendimi. O anda bu dile yabancı hissediyorum. Anlayamıyorum. O kadar çok ses vardı ki. Susun diye bağırmak istiyorum. Susun!

Tekrar deniyorum. Ama her kelime bir yerlere saklanıyor ve noktaya varınca sonrası bir boşluk. İnat ediyorum.  Çünkü o ilk cümleyi anlayamazsam, nefes alamayacağımı biliyorum. Atkımı çözüyorum. Montumu çıkartıyorum. Bir sıkıntı kaplıyor içimi.

Çok hayati bir mücadelenin içindeyim. Sesler, yine sesler.  

'Gitti mi acaba? , Keşke...''

''Bir şeyler söylese miydim? ,Ya  tanımadığım o kadının  hayatı …''

''Peki ben, peki ben, peki ben?''

Hayır, yapamıyordum, kitabı yerine bıraktım. Yenilgiye uğramış gibiydim. Kendimden kurtulmak istiyorum. ''Beni sevebilir miydi acaba?''  Kulağını tıkamanın fayda etmeyeceği bir gürültü pekâlâ insanın felaketi olabilir. Kendimden kurtulmanın bir yolunu arıyorum.

Dayanamıyorum. Lütfen, sessizlik! Çıkışa doğru hızlıca yöneliyorum. Tam dışarı çıkacakken, kasanın oraya dizilmiş, Selçuk Demirel-Metis defterleri dikkatimi çekiyor. Daha önce bir tane satın almama rağmen, incelemek için fırsatım olmamıştı. Bir tanesini elime alıyorum. Galiba yan yana dizilmiş o mavi kapaklarda, biraz ferahlık buluyorum. Hem küçükler de. Sanki bu sefer kontrol benim elimde olabilirmiş gibi geliyor. Rastgele bir sayfa açıyorum. Tek bir cümle ve bir çizim var. Mutlu oluyorum. Sayfada ki tüm o boşluk mutlu ediyor.

Topluyorum kendimi. 'Tesadüfler biz ne anlama gelmesini istiyorsak o anlama gelir.''

Hoşuma da gidiyor. Daha fazla zorlamak istemiyorum ve kapatıp dışarı çıkıyorum. Biraz olsun kendimle barışıyorum. 

Montumu giymiyorum. Soğuğa direnmeyince, onunla da barışıyorum. Üşümeyi seviyorum o anda. Başka bir şeyi daha sevebilmek, iyi hissettiriyor. 

Sesler azalıyor. ''Belki de böyle olması daha ...'' Engel olmuyorum. Ama duyamıyorum bu sefer. Uzaklaşıyor sesler. Karşıdan gelen tanıdık yüzleri görünce gülümsüyorum. Kendimden kurtulabilirim artık. Rahatlıyorum. Yol boyunca durmaksızın konuşuyorum. Boşluğa katiyen tahammülüm yok. Korkuyorum susmaya.

''Gitti mi acaba?''

Yaz – Başlangıç

Tüm başlangıçlarım bir tesadüf mü bilmem, yaz mevsimiyle ilişkiliydi. O yaz üniversiteyi bitiriyordum. Artık bu durumu tesadüfler üzerinden açıklamak istemiyordum. Bu mevsimle ilişkime kıymetli bir anlam biçmek ihtiyacı duyuyordum.  

Düşünürken bir yaz günü doğduğum aklıma geldi ve çok önemli bir şey keşfetmişçesine mutlu oldum. Çünkü bir mevsimde doğmuş olmak, pekâlâ o mevsime dönüm noktası kimliği vermek için yeterlidir. Belki de daha sonraları üzerine yüklenen bu anlam, mevsimi o anlam olmaya zorlar. İlk yaz dünyaya geldim. İkincisinde ise ülke değiştiriyorduk. Bir diğeri ise epey sarsıcıydı.

İlkokuldan beri günlük tutuyordum. Üniversiteye başladığım yıla kadar sürdü bu. Üniversiteye başlamak önemli bir adımdı. Kendimce ilk değişikliği yazmayı bırakarak yapmaya karar vermiştim. Sanki yazmaya devam etsem, hiç değişmem mümkün olmayacak ve o yazdıklarımdan bağımsız olamayacaktım. Bense o yazdıklarım olmak, öyle kalmak istemiyordum. Eski sayfaları karıştırdığımda, hatırlamak istemiyordum kim olduğumu. Yazmadım da. Sonra bir gün aldım önüme bütün günlüklerimi ve hepsini yırtmaya başladım. Çok fazlaydılar. Yok ettikçe rahatlıyordum. Okunmasına imkân olamayacak şekilde, küçük parçalara ayırdım. Evet, hiç tanık kalmamıştı artık. Aynı yaza denk gelen ilerleyen günlerde, sesler belirdi.

Yaz- Dönüşüm

Üniversiteyi bitiriyordum o yaz. O dediğime de bakmayın. Çok uzak zamanlardan bahsetmiyorum. Ama bu yaz olduğuna da inanamıyorum sadece. Çünkü biz, geçmişe methiyeler dizilmesine alışmış bir nesildik.

Çok farklı bir kuşağın ürettiği söylemleri, kahramanları tüketip duruyorduk. Biz olamıyorduk. Yeni bir kapı hiç açılmayacak gibiydi benim için, bizim için. Gitmek gerekti. Uzak olan bilinmezdi. En azından güzel olma ihtimali taşıyordu.  Güzel olduğu için uzak o yaz, ilk kez bizim için, biz bir şeyler yapmıştık. Hem ölmeyi göze alarak bir direnişin içinde olmak insanı ciddi biçimde dönüştürüyordu. Yaşamayı öğreniyorduk. Kendini var etmenin nasıl bir şey olduğunu deneyimliyorduk. Bir yanımız bahar bahçe bir yanımız döker yaprak, günler geçiyordu. Bir gün ‘kadınlar direniş anılarını paylaşıyor’ başlığında bir çağrıyla karşılaştım.

Tüm sevdiğim kelimeler bir araya toplanmış gibiydi. Ertesi gün forum yapılacak yere vardığımda, bir kadın konuşmasına yeni başlamak üzereydi. Bir köşeden dinlemeye başladım.

Başlangıç dakikasından itibaren yavaş yavaş buz kesmeye başlamıştım. Sebebini son cümleleri ile birlikte buldum.

Şöyle bitirdi konuşmasını: Ama buradan söylemek isterim ki ben buradayım. Bu ülkede yaşayan feminist, eşcinsel bir kadınım. Ve hiç bir yere gitmiyorum. Teşekkürler.''

Bayılacak gibiydim. Belki sözler çok tanıdık gelebilir. Ama bazen bir kitleden daha güçlü olabilir tek kişinin sesi. Bu kelimeleri söyleyebilecek bir hayatı var edebilmenin muazzamlığı karşısında, şaşkınlıktan yerimden kıpırdayamadım bir süre. Emeğine sahip çıkıyordu.  Gitmiyordu. Hala zordu evet. Ama vazgeçmiyordu. Üç, dört dakikalık bir konuşma, kendini yaşayabilmekle ilgili tüm planlarımı alt üst etmişti. Gitmek istiyordum. Öteki türlüsüne inanmıyordum.

Ama o kadın ısrarla buradayım dedi. Aklım almıyordu. O ana dek kendime dair hiç bir fikrim yoktu. Olmaması ihtimalinden de korkuyordum. İlk kez o gün, kendimle barıştım. Neredeysem orada başlamaya karar verdim. 

Forum bitimi bundan sonrası için, gönüllü katılımcılar arıyorlardı. Onun da gönüllü olmaya gittiğini görünce, ben de istemsiz oraya yöneldim. Yaz boyu tüm toplantılara, forumlara gittim. Hiç gelmedi. Engel olamadığım bir biçimde, ona ulaşma ihtiyacı hissediyordum. Aynı şehirde olduğumuz için, varlığından mutlu oluyordum. İnsan zihninin tüm sınırlarını da onun sayesinde keşfettim. Günlerce, haftalarca onu düşündüm. Hastalıklı bir hale bürünmüştü. O kadar büyümüştü ki, artık benim için de, onun için de fazlaydı hissettiklerim. O konuşmadan iki ay sonrasıydı. Mail adresini buldum ve yazmaya karar verdim. İlk kez birisine, iyi ki varsın ve bu şehirdesin diyecektim.

Yazdıktan on dakika sonra cevap geldi. Ama sonra hepsini sildim. Saplantılı olmak istemiyordum. Ertesi gün kendime yazdığım not şöyleydi:

İç sesimi kaybetmiş gibiyim. Keşke silmeseydim. Dün demişti ki ,'' Çok teşekkür ederim duygularını yazdığın için. Bizi var eden de bunlar zaten. Hissettiklerimizi söyleyerek var oluyoruz. Ama bir insan ne kadar değerliyse o kadar değerliyim daha fazla değil. (...)  O konuşmada tam da bunu demek istemiştim. Kimliklerimize sahip çıkmalıyız. Ve o konuşma sana bu maili yazdırdıysa ne mutlu bana. ''Ben çelişkili bir şekilde bir yandan kimliğime sahip çıkmaya çalışıp sonra tüm bu çabaları unutmak istercesine tüm kanıtları yok ediyorum. Kelimelerime sahip çıkmadığım için kendime o kadar kızıyorum ki. Onun sesini silmiş olmam da canımı sıkıyor. O an ne hissettiğimi hatırlamak sürekli zorlaşıyor. İlk tepkiyle, sesle birlikte belleğinde bir soru işareti kadar bile olsa var olmuş olduğumu bilmek mutlu ediyor. Yani hayalden gerçeğe, yeryüzüne inmiş ve işteşlik kazanmış bir durum oldu. Tanıştık.

Tekrar yazmadım.  Çünkü sadece iyi ki varsın demekti amacım. Sonrasında tesadüflere güvenmek istedim. Hem o olmadan onu sevmeyi öğrenmiştim, öyle de sürdürdüm. Aylar sonra, bir gün dışarıda bir yerde otururken, gelip karşı masaya oturdu. O gün en az acıtacak şekilde öğrenmiş oldum. Biraz sadece Adele (1) çaresizliğiyle, bir sigara yakıp gidiyor gibi hissettim. Hiç yoktu. Hala da yok ama belki vardı. Şimdi hem yok, hem de belki’yi kaybettim diye düşünüyordum. O gün, ona dair olumlayabileceğim bir şey kalmamıştı. Artık görsem de, bir merhaba derken dahi düşünemiyordum kendimi. Oysa gördüğümde, gidip bir merhaba diyerek başlayacaktım. Öyle kurmuştum.

Düşlerim vardı yamacına, varamaz oldum. (2) Üzülmedim diyemem. Ama nasıl hissediyorsam, öyle de devam etti. Çünkü en başından beri tensel değildi. Tinsel bir şeydi bu. Nasıl sevmezdim hem, başka türlüsü de mümkün demişti. Herkes duymuştu.

Ben duyabilmiştim.

Kış-Sondan İki Önce

Bir adım atmalıydım artık. Ama önce bir zemine ihtiyacım vardı. Böyle başladı, bir mikrofondan söyleyecek kadar olmasa da, o anda bulunduğu zamanda kendini var edebilen insanların arasına karışmam. Kısa bir süre için, bir bakıp gidecektim. Sessizce, görünmeden.

Ama sonra yeni bir hikâye başladı. Ne gidebildim, ne de kalabildim. Araf’ta sıkıştım. Keşke daha çok yönetmen ismi bilseydim. Sigara da içmiyorum hem. Akciğerim uğruna kaybettiklerime, liste başı olarak yazacağım onu. Güzel olurdu beni sevseydi. Yani çok güzel olurdum ben.

Homo Heidelbergensis Devrimi. Defalarca okudum ilk paragrafı. Deniyorum olmuyor. Anlamakta ısrar ediyorum. ''O olmasaydı, beni sevebilir miydi?'' Habere odaklanıyorum. Devrim diyor hem. Sadece onu düşünmek istemiyorum. Belli belirsiz iki, üç kelimeyi birleştiriyorum. İnsanlık tarihi yeniden yazılacakmış falan diyor. Biraz komik geldi. Siz şimdi kalkın yerinizden, yanlış yerdesiniz. Buraya oturmayın. Neyse, sanırım insanlık tarihinin yeniden yazılması çok ilgimi çekmedi. Durmadan bir ihtimal diyorum, sonra istatistik dersi aldığım aklıma geliyor.  Açıyorum bir şiir. (3)

Sükût bembeyaz buz tutsa bıyıklarımda 
mağrur bir totem gibi sussam konuşmasam
ve türküm kaybolsa sessizliğin hırçın türküsü 
ve ben unutulsam yazdığım şiirler 
senin için yazdıklarım herkes için yazdıklarım 
eski padişahlar gibi unutulsa birer birer 
ve ben seni unutsam hiç hatırlamasam hiç mi hiç

Gerçekten beklentisiz olduğu ölçüde, güzelleşiyor sevmek duygusu. Bekleyemediğinde, elinde bir tek sevmek kalınca anlıyor insan. Bir tek özlersem ne yaparım bilmiyorum. Keşke burada olsa diye içimden çokça geçerse, içimden çokça geçerse. Bir hafta sonra dönüyormuş. Ben seveyim diye geldi galiba.

Son                                                                                                                 

Boşluğa katiyen tahammülüm yok. Korkuyorum susmaya. Duymak istemiyorum. Ama bir yolu da yok. ''Gitti mi acaba?'' Yoruluyorum konuşmaktan. Susuyorum. Yürüyoruz birlikte. Yenilmiş ve bundan utanmış gibi başımı eğiyorum. Başımı kaldırdığımda inanamıyorum. Yanlışlık olabilme ihtimaline karşı, bir süre tepki vermiyorum. Bakıyorum sadece. Karşıdan o geliyor. O da, ben de şaşırıyoruz. Sonra gülümseyip, sarılıyoruz. Çok sarılmıyorum. Korkuyorum. Bilincim yarı kapalı. Ama tüm kontrol mekanizmamı, kelimelere yüklüyorum.

-Nasılsın? Hastalığın geçmiş gibi.

-İyileştim gibi evet.

-Ne zaman gidiyorsun?  

-Yarın

Susuyorum.

Kelimeler üzerindeki kontrolüm bitiyor. Bu ilk sessizlikte de dayanamıyorum. Görüşürüz diyorum. Görüşürüz diyor.

''Görüşür müyüz acaba?'' İlk kez bu kelimenin gerçekliğini sorguluyorum. İnanmak istiyorum.   

Yarın sabah dönüyormuş. Yarın sabah dönüyormuş. Yarın sabah dönüyormuş. Yarın sabah dönüyormuş. Yarın sabah dönüyormuş. Yarın sabah dönüyormuş. Yarın sabah dönüyormuş.

Ne kadar çok söylersem o kadar çok anlamsızlaşmıyor. Her seferinde ilk sefer ki kadar çok şey anlatıyor. Her seferinde ilk sefer duyduğumda olduğu gibi bir uzaklaşıyorum, sonra yakınlaşıyorum her mesafeden yeniden bakıyorum sözcüklere. Başka nasıl görünebilir, daha az şey nasıl ifade edebilir diye her uzaklıktan bakıyorum. Kelimelerin iktidarına çarpıyorum. O mutlaklığa dokunamıyorum.

Yarın sabah dönüyor.

Tesadüfler biz ne anlama gelmesini istiyorsak o anlama gelirmiş. Bir anlam vermedim. O da ertesi sabah gitti.                                                                                            

(1) Blue is the Warmest Color,  

(2) Kazım Koyuncu-Anılar Düştü Peşime,  

(3) Atila İlhan-Kaptan                                                                                                                        


Etiketler: kadın
İstihdam