15/06/2020 | Yazar: Sibel Yükler
“Feminist ve LGBTİ+ hareketine aynı anda saldırıldığı bir noktadayız ve tek başımıza köşemize çekilip buna olduğumuz yerden bakma hali de bizi hiçbir yere götürmez.”
“Şimdi tam da sırası” diye başladığımız “Haklar” dizisinin yedinci konuğu Kadının İnsan Hakları-Yeni Çözümler Derneği’nden (KİH-YÇ) Berfu Şeker ve Özlem Şen ile kadının insan haklarını, feminist ve LGBTİ hareketin geçmişten bugüne temasını, her iki harekete dönük saldırıları ve güncel tartışmaları mücadelesini konuştuk.
Berfu Şeker’e göre, kadın hareketi hala bir ‘cisgender, heteroseksüel kadın’ kategorisi üzerinden işliyor. Ancak, hem feminist hem de LGBTİ+ hareketin karşısındaki kurumun hetero-patriyarkal bir kurum olduğunu, bu kurumun kadınları ve LGBTİ+’ları ezen bir yerde durduğunu hatırlatıyor. Bu yüzden de “kadın insan hakları” kavramını kullanırken, mümkün olduğunca toplumsal cinsiyetler arası güç dengesizliklerini, yarattığı baskı ve şiddet mekanizmalarını da gören bir yerden, kesişimsel bir şekilde çalışmalarını yürüttüklerini söylüyor.
Özlem Şen de, “Hareketin içerisinde lezbiyen, biseksüel ve trans kadınların ihtiyaçlarının farkındayız ama neresinden tutacağımızın, nasıl bir yöntemle ilerleyeceğimizi belki de henüz farkında değiliz” diyor. Her iki hareketin hem 90’ların hem de 2000’lerin başında yoğun temas halinde olduğunu, ancak gelinen noktada hareketlere dönük saldırıların tartışmalardaki ve temastaki boyutu değiştirebildiğine dikkat çekiyor.
Her iki hareketin de yıllardır saldırı altında olunduğuna dikkat çeken Özlem, saldırı odaklarının, feminist ve LGBTİ+ harekete aynı anda saldırdığının altını çiziyor. Bu nedenle, “LGBTİ hareketiyle feminist hareketin birlikte yol alarak bu farkındalığın ötesinde eyleme geçebilmesi mümkün gibi görünüyor” diyor.
Berfu Şeker ve Özlem Şen, Kasım 2019 tarihinde Kaos GL ile birlikte düzenledikleri Dayanışma Yaşatır Çalıştayı’nı da bu teması tekrardan kazanmaya yönelik bir eylem olarak görüyor.
“Karşımızdaki kurum sadece patriarka değil, aynı zamanda hetero-patriarkal kurumsallık”
KİH-YÇ olarak, 25 yıldan fazladır kadının insan hakları alanında çalışıyorsunuz. Bu minvalde hak çalışmalarınızın kapsamı nedir? Kadının insan hakları kavramı hangi ihtiyaçla ortaya çıktı?
Berfu Şeker: Kadın insan hakları kavramı; aslında “evrensellik” iddiasındaki insan hakları kavramının cinsiyeti görmeyen; “erkek batılı beyaz” özneyi temel alan bir yerden tarif edilmesinin feministler ve kadınlar tarafından eleştirilmesi ile ortaya çıkıyor. Yerelde, ülkeler çapında ve uluslararası çapta ve özellikle Birleşmiş Milletler alanlarında kadınların yoğun mücadele vermeleri, kadınların cinsiyetlerinden dolayı yaşadıkları hak ihlallerinin görünür kılınması meselesini gündeme getirmeleriyle ve yoğun savunuculuk çalışmaları yapmalarıyla ortaya çıkıyor.
Çünkü insan hakları düşüncede bir “erkek” aslında, beyaz bir erkeğin haklarını savunan yerde duruyor. Feminist hareketin tam da bununla ilgili uluslararası bağlamda da mücadelesi oluyor ve sonucunda Birleşmiş Milletler, 1980’lerden itibaren dört tane Dünya Kadın Konferansı yapmaya başlıyor, 1995’te de bu yıl 25. yılını yaşadığımız Pekin Dördüncü Dünya Kadın Konferansı gerçekleşiyor. Toplumsal cinsiyet kavramı burada yerleşiyor, Birleşmiş Milletler dokümanlarına giriyor. Bunun öncesinde, 1993 senesinde Viyana'da bir insan hakları konferansı gerçekleşiyor ve burada da “kadının insan hakları” sözü Birleşmiş Milletler sistemine giriyor ve “kadının insan hakları” kavramı kabul edilmiş oluyor. Uluslararası kadın mücadelesi, sonucunda kadının insan hakları meselesini gündeme getirmiş oluyor. Bizim derneğin ismi de tam bu Viyana Konferansı’ndan çıkan sonuçla birlikte “Kadının İnsan Hakları” oluyor.
Peki, dün ihtiyaç olan kadının insan hakları, bugün ihtiyaç aynı ihtiyacı taşıyor mı? Bugün bu kavram, hala ihtiyacı karşılıyor mu, nasıl bir noktadayız? 25 yıllık deneyiminizden yola çıkarak süreci nasıl okuyorsunuz?
Berfu: 25 yıl içerisinde kadınların, sadece kadın oldukları için cinsiyet temelli ayrımcılık ve şiddete maruz kaldıklarını gündeme getirmiş olduk ama toplumsal cinsiyet kategorisinin kendisi çok daha geniş bir alanı kapsıyor. Sadece ikili cinsiyet meselesinden doğan asimetri ve güç dengesizliklerinden öte, farklı toplumsal cinsiyet ifadelerinin maruz kaldığı çeşitli şiddet ve ayrımcılık biçimleri var. Cinsel yönelim, cinsiyet kimliği gibi gerçekler ve terimler gündemimize girdi. Dolayısıyla sadece kadın üzerinden değil ama toplumsal cinsiyet kategorisi üzerinden cinsiyet meselesini ele almak tabii ki günümüzün ihtiyaçlarını ve günümüzün meselelerini daha çok karşılar bir yerde duruyor. Biz hala kadın insan hakları sözünü ve kavramını kullanıyoruz, ama mümkün olduğunca toplumsal cinsiyetler arası güç dengesizliklerini, toplumsal cinsiyetin yarattığı baskı ve şiddet mekanizmalarını da gören bir yerden çalışmalarımızı yürütmeye ve daha kesişimsel bir şekilde ele almaya çalışıyoruz. Derneğin de aslında bu bağlamda yapageldiği birtakım uluslararası çalışmalar var.
Müslüman Toplumlarda Cinsel ve Bedensel Haklar Koalisyonu (CSBR), derneğin kurulmasında aktif rol aldığı, 10 yıl sekretaryasını yürüttüğü bir savunuculuk ve dayanışma ağı. CSBR, Ortadoğu, Kuzey Afrika, Orta, Güney ve Güneydoğu Asya gibi bölgeleri kapsayan bir dayanışma savunuculuk ağı. Bu ağ, özellikle Müslümanların çoğunluk olarak yaşadıkları toplumlarda toplumsal cinsiyet, cinsel yönelim, cinsiyet kimliklerinden ötürü yaşanan ayrımcılık ve şiddet meselelerinin görünür kılınması ve devletlerin, politika yapıcıların cinsel ve bedensel haklar konusunda iradelerine etki edilmesi için kurulmuş. CSBR, BM gibi hükümetlerarası yapılarda da savunuculuk çalışmaları yapıyor, bunun yanı sıra kapasite geliştirme ve dayanışma ağı olarak işlev görüyor. Buradaki çalışmalarımız da aslında cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği meselelerine odaklanıyor. Dernek, sekretaryayı bıraktıktan sonra da cinsel ve bedensel haklar konusundaki çalışmalarımız ve ağa üyeliğimiz hala devam ediyor ama geçmişe bakarak bir eleştiri getirebilirim. O perspektifin birazcık kaybolmaya başladığı bir dönem geçirmiş Kadının İnsan Hakları diyebilirim. Ama 2018’de yeni bir 5 yıllık yeni stratejik plan hazırladık, bu yeni stratejik planımızda savunuculuk bağlamında da özellikle LGBTİ+ meselesinin gündemimize girmesi için birtakım planlar koyduk önümüze.
Nedir planlarınız? Beyaz erkekten bahsettik. Bu beyaz, batılı erkek aynı zamanda heteroseksüel, sistem ona heteroseksist bir perspektiften bakmayı sağlıyor. Kadının insan haklarına bakarken tam da bu stratejik planınızı ortaya çıkaran şey nedir, bu planlamada neler var?
Berfu: Biz daha çok örgütlenme bağlamında bir perspektiften cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği meselesini ele almayı seçtik. Şu anda da karşı karşıya kalmış olduğumuz yükselen sağ-muhafazakar ideolojiler, örgütlenmeler var. Bunlar kendilerini toplumsal cinsiyet karşıtlığı üzerinden tarif ediyor. Hak savunucularının yöntemlerini taklit ederek bir şekilde hem kadın ve LGBTİ+ haklarına, hem de feministlere ve LGBTİ+ örgütlenmelerine yönelik saldırılarda bulunuyorlar. Bunlar çok güçlü gruplar, devletler tarafından, başka güçlü yapılar tarafından destekleniyor ve otoriter hükümetlerde karşılık buluyorlar. Aslında kazanılan birçok hakkı hem uluslararası alanda hem ulusal alanda geriye götürmeye yönelik birtakım girişimleri var. Biz de stratejimizi bunu gören bir yerden, daha çok LGBTİ+ ve feminist örgütlenme dayanışması üzerine kurmaya çalıştık. Zorunlu heteroseksüelliğin müdafaa edilmesi tabii ki çok önemli bir parçası bu saldırının, zaten bu saldırıların kaynağı da heteronormatif aile yapısını, heteronormatif ve patriarkal cinsiyet güç dengelerini korumak, orada yaşanan şiddeti ve ayrımcılığı beslemek üzere kurulu. Dolayısıyla bizim bu noktada birlikte bir dayanışma hattı örmemiz gerekiyor. Karşımızdaki kurum, sadece patriarka değil, aynı zamanda hetero-patriarkal bir kurumsallıktan bahsediyoruz ve bu tabii ki kadınları ve LGBTİ+’ları ezen bir yerde duruyor.
“Hareket hala bir ‘cisgender, heteroseksüel kadın’ kategorisi üzerinden işliyor”
Kendinizi, “feminist bilgi üretimi ve paylaşımı yoluyla kadınların güçlenmesi için çalışıyor” şeklinde tanımlıyorsunuz. Feminist bilgi üretimi nedir, kadınlar için yaptığınız hak savunuculuğunu, diğer hak savunuculuklarından farklı kılan nedir? Bu, kadının insan hakları savunuculuğunun perspektifini nasıl etkiledi? 10 yıl önce, kadının insan haklarında cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ifade edilemezken, bugün bu bilgi üretimi sizi başka bir noktaya taşıdı mı? Örneğin lezbiyen, biseksüel ve trans kadınlar, kadının insan haklarının savunuculuğunda artık özne midir?
Berfu: Derneğin kastettiği şey aslında araştırmayla eylemi birleştirmek. Kadının İnsan Hakları Eğitim Programı’mız (KİHEP) var, bu program da bir araştırmadan yola çıkmış, araştırmanın sonuçlarına göre kadınların haklarını kullanabilmeleri için haklarını bilmeleri gerektiği sonucuna varılıyor. Bir bilgi eksikliği var, dolayısıyla da bu bilgi eksikliğini tamamlayacak feminist bilinç yükseltme metoduyla örülmüş bir eğitim programı ortaya çıkıyor. Kadın Bakanlığı ve Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu varken, hak bilincini geliştirmeye yönelik toplum merkezleri bünyesinde sosyal hizmetler uzmanları KİHEP eğiticisi oluyorlar ve toplum merkezlerinde bu program uygulanıyor. Bu, feminist bilgi üretimi ve paylaşımına dair bir örnek. Bunun dışında, derneğin daha önceden yaptığı birçok araştırma ve yayın var. Son yıllarda bu araştırma meselesi biraz gerilemiş diyebilirim. Veriye dayalı savunuculuk, derneğin daha önce sahiplendiği bir uygulamaydı ve çok iyi sonuçlar verdi. Yeni araştırma projeleriyle bunu tekrardan canlandırmaya ve savunuculuk çalışmalarımızla ilişkilendirmeye çalışıyoruz. Bunun dışında programlarımızla ilgili birtakım yayınlarımız var; KİHEP kapsamında Haklarımız Var kitapçıkları var, bunları olabildiğince geniş bir şekilde yaygınlaştırmaya çalışıyoruz, dijital ortamda da erişilebilir kılıyoruz. Karşılaşmalar videolarımız var, bu videolar daha yeni bir iş ve bu işte önceliğimiz toplumsal cinsiyet meselesi ile kesişen bütün diğer kimliklerin ve toplumsal meseleleri ele alınması. Daha çok cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği gibi kesişimleri de ele almaya başladığımız bir içeriği var Karşılaşmalar’ın. Ama dediğim gibi daha çok şu anda programların raporları ve bunların dağıtımı, bunların hak sahiplerine ulaşması uygulamalarımıza devam ediyoruz, yeni web siteleri kurmak suretiyle toplumsal cinsiyet eşitliğini garantiye alan uluslararası sözleşme ve mekanizmalarla ilgili bilgiler paylaşıyoruz.
“Burada birebir lezbiyen, biseksüel, trans kadınların ihtiyaçlarına karşılık verecek materyaller üretiliyor mu?” sorusuna, “Hayır üretilmiyor” olarak cevap verebilirim. Bu, Kadının İnsan Hakları’nın bir çalışanı olarak benim verdiğim bir özeleştiri olabilir ama bu ihtiyaçlara yönelik daha çok materyal üretilmesi ve bu konulara daha fazla eğilmemiz gerektiği üzerine düşüncelerimiz ve yoğun bir çabamız var, yaptığımız işleri mümkün olduğunda kapsayıcı kılmak istiyoruz. Ama bu perspektifin ne Kadının İnsan Hakları’nda ne de başka bir kadın örgütünde şu anda yeterince var olduğunu çok düşünmüyorum. Kadın hareketi içerisinde translar ne kadar yer alıyor ya da ne kadar lezbiyen ve biseksüel kadınların ihtiyaçlarına, hak savunuculuğuna dair çalışmalar yapılıyor? Farklı cinsel yönelim ve cinsiyet kimlikleri hala ürettiğimiz politikaların tam ortasında değil, hareket hala bir ‘cisgender, heteroseksüel kadın’ kategorisi üzerinden işliyor. O hareketin bir parçası olarak, Kadının İnsan Hakları da her ne kadar daha kesişimsel olmaya çalışsa da bu perspektifin maalesef, özellikle politika yaparken hala eksik olduğunu düşünüyorum ve bu içimizde de tartışılan konu.
Özlem Şen: 90’larda LGBTİ hareketi ve feminist hareket her ne kadar bir temas içerisinde olsa da birbirlerinin ihtiyaçlarını karşılayan, birbirlerini görebilecek kadar çok iç içe olduklarını görmüyorum. Tabii bu noktada, hareketlerin başlarken kendi sorunlarına dönmelerini zorunlu kılacak sebepler de var. Feminist hareketin, aile içi şiddet daha yoğun mücadele etme gerekliliği, örgütlülüğün daha yeni olması ve haliyle bir tek ona yetebiliyor olmasıyla da ilgisi var. Ama Berfu’nun da dediği gibi, gelinen noktada şu anda ister istemez artık bunun farkındalığını çok net görebiliriz. Feminist örgütlerin birçoğunun da bunun farkına vardıklarını görebiliyoruz ama elbette henüz ideal olan değil.
Kadının insan hakları kavramının hala heteronormatif bir yerden yorumlanmasının bir nedeni de şu olabilir. Hareketin içerisinde lezbiyen, biseksüel ve trans kadınların ihtiyaçlarının farkındayız ama neresinden tutacağımızın, nasıl bir yöntemle ilerleyeceğimizi belki de henüz farkında değiliz. Bu noktada, LGBTİ hareketiyle feminist hareketin birlikte yol alarak bu farkındalığın ötesinde eyleme geçebilmesi mümkün gibi görünüyor. Dernek bağlamında bakacak olursak, burası artık iç tüzüğünde ya da tüzüğündeki amaçları içerisine bunu dahil etmiş, faaliyetlerinin LGBTİ+ haklarını kapsamasını gerektiği ve kapsayacağına dair bir hedefi var.
Berfu: Feminist hareketle LGBTİ hareketinin her zaman kopuk olduğunu düşünmüyorum. 2000’lerin sonlarına doğru artarak giden bir biraradalık vardı. Özellikle LGBTİ+ hareketi içinde örgütlü trans, lezbiyen, biseksüel feminist arkadaşlarımız bu ilişkilerin kurulmasında çok emek verdiler. En azından İstanbul için bunu söyleyebilirim. Feminist örgütlerin ve LGBTİ örgütlerinin biraradalığı, sürekli bir bilgi ve deneyim paylaşımı ve sürekli bir birlikte tartışma ortamı sağladı. Trans hakları, heteronormativite eleştirisi gibi konular feminist politikanın bir parçasıydı ve merkezine doğru gelmişti artık. Ancak sonra bu mekansal birliktelikler kopup, Gezi sonrası Türkiye politik olarak bambaşka bir sürece girince, iyice daralan bir siyasi alan ve aktivizm alanı ortaya çıktı. Bu ilişkilerin, bu sebeple biraz daha birbirinden o zaman kopmaya başladığını söyleyebilirim.
“Saldırı odaklarının, feminist ve LGBTİ harekete aynı anda saldırdığı noktadayız”
Özlem: Evet, o konuda sana katılıyorum. Ben 90’ların başını kast etmiştim. O kopmada iktidarın politikası da etkili oldu. Bir nokta kazanılmış haklarımızı elimizde tutmaya çalıştığımız için bir şekilde temasımızı da kaybettik, mekansal ayrılmanın çok önemli bir etkisi oldu ama iktidarın politikalarının da inanılmaz etkisi oldu. Herkes bir anda kendi içine gömüldü, hala uzun bir süredir büyük bir sessizlik var. Neredeyse 2015’ten bu yana sürekli bir saldırı altındayız; “Onu mu kaybedeceğiz, İstanbul Sözleşmesi uygulansın, nafaka hakkı var.” O saldırı odaklarının, feminist ve LGBTİ harekete aynı anda saldırdığı bir noktadayız ve tek başımıza köşemize çekilip buna olduğumuz yerden bakma hali de bizi hiçbir yere götürmediği gibi, bir noktada ilişkileri de kopardı.
Berfu: Saldırıda bulunanlar o kesişimselliği o kadar iyi görüyor ki, hem feministlere hem LGBTİ’lere o kesişimsellik üzerinden saldırıyor.
Bugüne gelirsek, mesela nafaka kampanyası çalışırken lezbiyen, biseksüel ya da trans kadınlara dair bir ihtiyaç gördünüz mü? Hareket içerişinde bu perspektif ve bu kapsayıcılığa dair tartışmalar döndü mü?
Berfu: Nafaka hakkını konuşurken, hiçbir zaman nafaka hakkına erişemeyecek, evlilik hakkına sahip olmayan LGBTİ+’ların ekonomik haklarının nerede durduğunu gören bir yerden kampanya yürüttüğümüzü söyleyemeyeceğim. Bu tartışma yapılmıyor, kadın kategorisine birazcık homojen bir kategori olarak bakıyoruz ve evlilik hakkını kazanmış, kazanabilen kadınların tarafından bakıyoruz. Dolayısıyla o sorduğun sorunun cevabı, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğini gören bir yerden sürmüyor ama sürmesi gerekir. Şu sorunun da sorulması gerekir: Mesela trans kadınlar neden kadın hareketi içerisinde daha çok yer almıyorlar ya da bu soruyu soran bir tartışma ne zaman başlayacak? Ama bir taraftan şu da doğru; haklarımıza yönelik o kadar çok saldırı geliyor ki, bu saldırılara karşılık vermekten iç tartışmaları yürütemiyoruz. Sırf bu mesele de değil konuşulması gereken, feminist yöntemle ilgili birçok sorunu tartışmaya açmak gerekiyor ama saldırılara karşılık vermek çok daha yakıcı olduğundan ve eylem odaklı olmamız gerektiği için tartışmaların kendisi ikinci planda kalıyor.
Özlem: Uzun süredir böyle.
Mor Bülten yayınlıyorsunuz, peki Mor Bülten’e LBT kadınların hak mücadelesi veya deneyimleri yansıyor mu, yansıyorsa ne görüyorsunuz?
Berfu: Mor Bülten'in son sayısını çıkardık, bundan sonra dijital bir bülten çıkacak. Mor Bülten’in yayın politikaların, örneğin Onur Haftası ile ilgili ya da Onur Yürüyüşü yasaklarıyla ilgili yazılar dahil ediliyor ama sistematik olarak LGBTİ+ meselelerini ele alan bir yayın politikası yoktu, bu bakış açısının eksik olduğunu düşünüyorum.
Kadının insan hakları içinde bir de LBT kadınlar var. LBT kadınların hakları nelerdir? İnsan olmaktan ve kadın olmaktan dolayı çok temelde var olan ama LBT oldukları için ellerinden alınan ya da görmezden gelinen haklarını sormak istiyorum.
Berfu: Her insanın eşit haklara sahip olması beklenir. Ama kadın olmak zaten haklara erişimde bir bariyer, bunun dışında lezbiyen olmak, biseksüel olmak, hele ki trans olmak bu haklara erişim bağlamında önemli engeller yaratıyor. Çünkü cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği meselesine dair yapısal engeller var, bütün sistem, hizmetler, yasalar ikili cinsiyet ve zorunlu heteroseksüellik üzerine kurulu. Mesela trans kadınların sağlık hakkı çok önemli bir mesele, bu alanda yaşanan çok fazla hak ihlali var ama hiç görünür olmayan, konuşulmayan, savunuculuğu yapılmayan bir mesele neredeyse. Bu kadar temel bir hak yok sayılıyor. Örneğin barınma hakkı ya da çalışma hakkı… Bir insanın sağlıklı bir hayat sürebilmesi için, ayrımcılık yaşamadan kullanması gereken temel haklar bunlar ama LGBTİ+’ların bu haklara erişimde bile büyük sıkıntı yaşadığını görüyoruz... Çok daha spesifik ve örgütlü çalışmalar yapılması lazım bu bariyerlerin kaldırılması için. Ama hala kadın hareketi bağlamında cisgender heteroseksüel kadınları merkezine alan bir hak savunuculuğu ve mücadelesi söz konusu olduğu için, “Bu da merkezî bir sorun” diyerek merkezimize henüz alamadık.
Özlem: Eğitim programlarımızda doğurganlık hakkı modülümüz var, bu trans haklarını kapsamaz mı? Aslında kapsar, çünkü doğurganlık hakları elinden alınıyor transların.
Berfu: Toplumsal cinsiyeti sadece ikili cinsiyet üzerinden düşünmemenin zamanı geldi, geçiyor. Kadın hareketinin yanı sıra, feminist örgütlenmelere de yine şöyle bir bakınca, cinsiyet kimliği ve cinsel yönelim ne kadar ön planda? Yaşamlara, insanlara ve temsil edilen cinsiyet ifadelerinin çeşitliliğine bakıyorsun ama söylemlerimiz hala ikili sınırların içerisinde. Cinsellik meselesini zaten çok iyi ele alamadığımızı düşünüyorum. Feminist harekette genel olarak cinsellik meselesine nasıl bakmamız gerektiğiyle, bunu konuşmak ve politikasını yapmakla ilgili eksik kaldığımızı ezelden beri düşünüyorum. Günümüzde, iktidar tarafından dayatılan muhafazakarlaşmayla birlikte, cinsellik üzerine düşünme ve söz söyleme alanının iyice daraldığını, dolayısıyla cinsel yönelimler ve cinsiyet kimlikleri meselesinin giderek merkezden uzaklaştığını düşünüyorum.
Dayanışma Yaşatır Çalıştayı: “’Nasıl bu teması yitirdik?’ diye sorgulamaya başladık”
KİH-YÇ ve Kaos GL, 8-9 Kasım 2019 tarihleri arasında Dayanışma Yaşatır Çalıştayı düzenlediniz. Bu çalıştay neden yapıldı, fikri nasıl ortaya çıktı? Ne planlanmıştı?
Özlem: İstanbul Sözleşmesi, kadın hakları ve LGBTİ+ hakları karşıtlığı ile aile bütünlüğünün korunması söylemi üzerinden din odaklı, erkek egemen, heteronormatif bir dünya görüşünün yaygınlaşarak birçok ülkede iktidara geldiğini ve politikaların toplumsal cinsiyet eşitliği karşıtlığı üzerinden kurulduğunu gördüğümüz ve bu örgütlenme ve politikalara karşı nasıl ittifaklar kuracağımızı ve ortak bir mücadele yürüteceğimizi tartışıp, bir yol haritası çizebilmek için bu çalıştayı düzenledik. Bir başka sebebi de sanki hiç bu tartışmaları yapmamışız, özellikle 2005’te bahsettiğin noktada o teması, farkındalığı hiç görmemişiz, bir arada olmamışızcasına geçen yaz birçok tartışma oldu. Tam da Berfu’nun dediği noktadan ve trans dışlayıcı söylemlerden yola çıkarak, “Aslında nasıl bu noktaya geldik, nasıl bu teması yitirdik, bu tartışmaları biz yapmamış mıydık, şimdi nasıl bu kadar geriye gittik?” diyerek sorgulamaya başladık. Elbette dış etkenler oldu ama bunun dışında bizim de kaybettiğimiz bir şey vardı ve bunu tekrardan örebilmek adına, aslında var olan ve sönümlenmiş bir şeyi, tekrardan hatırlatmak ve bir araya geldiğimizde, dayanıştığımızda bunları birlikte aşabileceğimizi görmek adına bu çalıştayı düzenlemeye karar verdik. Bence son zamanlarda yapılan en güzel şey oldu. Her iki hareket açısından da birbirimizi görebilmek, dokunabilmek, duyabilmek... O çalıştay esnasında söylenen bazı şeyleri, -ki ben her iki hareket içinde de hep oldum-, gözümüzden kaçmış o kadar şeyi gördüm. Bırakın tartışmayı, günlük hayatımızda bile bir araya gelmediğimizi fark ettim. Eylemselliğe sürekli boğulma halinden, her gelen saldırıya bir cevap verme halinden uzaklaşmışız birbirimizden… Bunun üzerine, belirlediğimiz 6 tematik alan üzerinden, hem güncel saldırılarla ne yapabiliriz hem de o trans dışlayıcı söylemler sonrasında biz neleri kaybettik de bu duruma geldik meselesini görmek adına Kaos GL ile birlikte böyle bir çalıştay düzenledik.
Sonrasında 6 tematik alan üzerinden raporumuzu yayınladık ve şimdi devam edeceğiz. Hatta ilk medya ile başlamayı düşünüyoruz.
Berfu: İşi, feministlere ve LGBTİ’lere saldırmak olan medya organları var.
Özlem: Evet. Sadece bunun üzerine kurulmuş, bütün çalışmalarını bunun üzerine götüren bir yapı var. Feministlerin ve LGBTİ+‘ların ifade ve örgütlenme özgürlüğüne saldıran medya organları var. Örgütlenme aracı olarak kullandığımız sosyal medyayı, nefret söylemlerini örgütleme aracı olarak kullanıyorlar.
Medyayı da örgütlü kullanan bu saldırılar, gerçekten sistematik hale gelmiş durumda. Belki de bundan sonra çalıştaya eklemlenecek bütün çalışmalarda, “Bu sistematik ve örgütlü saldırılara, daha örgütlü bir mücadele ile mi karşılık vermeli?” konusu konuşulabilir.
Özlem: Evet. Ama sadece Kadının İnsan Hakları’nın ve Kaos GL’nin temennisi değil, bu çalıştaya katılan, birebir konuştuğumuz birçok kişinin de temennisi bu noktada. Çalıştayı ilk yaptığımızda, söze bunu devam ettireceğiz diye girmemiştik ama çalıştaya gelen herkes, ilk günün sonunda, “Bunu devam ettirebilir misiniz?” diye sordu, bunu talep ettiler. Çünkü bizim iki örgüt arasındaki konuşmanın dışında, aslında örgütsel anlamda da buna ihtiyaç olduğunu ve talep edildiğini gördük. Bu tarz çalıştaylarda genelde rapor gelip gelmeyeceği sorulmaz ama bu çalıştayda hemen, “Raporu gelecek mi, devam edecek misiniz?” diye soruldu.
TERF ve SWERF tartışmaları: “Feminist hareket özcü ve muhafazakar olmamalı”
Çünkü iki hareketten de insanlar çok uzun süre sonra bu çalıştayda bir araya geldi. Yaşananları konuşmanın yanı sıra ihtiyaç listesi ortaya çıkarıldı. Bundan sonrası için neler yapılacağı ciddi ciddi, örgütsel anlamda konuşuldu uzun süreden sonra. Düşünmeye, yöntem aramaya sevk ettiğini düşünüyorum. Tartışmak için bir araya gelmesine ihtiyacı vardı iki hareketin de.
Özlem: İlkini bu nedenle çalıştay olarak düzenledik. Konferanslarda, benzer söyleşi ya da toplantılarda birileri konuşuyor, birileri dinliyor genelde ama biz bayağı, “Herkes birbirine nerelerden bakıyor, olduğu yerden ne görüyor, şu an iki hareketin arasındaki o kopukluğu nasıl değerlendiriyor ve son tartışmaların neresinde duruyor”u görmek için çalıştay yöntemiyle yapmayı tercih ettik. Bu yüzden herkes konuştu, durduğu yerden nasıl gördüğüne baktı, biz de bir şeylerin farkına vardık. Aldığımız bilgiler ve deneyimler yoluyla bundan sonraki süreci de devam ettireceğiz. Yine dinleyeceğiniz ve tartışacağımız bir alan olacak. Asıl mevzu; biz tartışmıyoruz ne zamandır. Çok fazla eyleme ve işe gömüldük. Çok iş odaklı baktığımız için politik tartışmaları derneklerde, STK’larda çok minimum düzeyde yapabiliyoruz.
Berfu: Bu çalıştay, şu an dünyada yaşanan tartışmalara da Türkiye'den bir cevap aslında. Anti-gender akımları giderek yaygınlaşıyor, güçleniyor, bunların da tezahürlerini Türkiye'de, mağdur babalar, boşanmış babalarla ya da Yeni Akit’in haberleriyle görüyoruz. Türkiye’de de aynı yöntemler, uluslararası alandaki muhafazakar yapılanmaların benzerlerinin gerçekleştiğini görüyoruz. Bu muhafazakarlaşmanın kendisi, uluslararası bağlamda bence feminist alana da yansıyor. TERF ve SWERF tartışmalarını bunlara örnek verebiliriz. Batıda TERF tartışmaları ya da seks işçiliği karşıtlığı tartışmalarıyla, giderek muhafazakarlaşan ve özcü bir feminizm anlayışının, hareketi domine etmeye çalıştığı bir gündemle karşı karşıyayız.
Dayanışma Yaşatır Çalıştay’ının, bu tartışmaya da cevaben olduğunu düşünüyorum. Feminist hareket özcü ve muhafazakar olamaz, olmamalı, olduğu noktada zaten diğer patriarkal-heteronormatif yapılarla aynı şeyleri savunur, aynı sözü söyler duruma düşer. Yurtdışında katıldığım bir toplantıda, Türkiye'deki LGBTİ+ aktivistlerinin çoğunun kendini feminist olarak tanımladığını anlattığımda çok şaşırmışlardı, çünkü bu iki hareket apayrı iki mecra gibi görülüyor. Dünyada, çoğu yerde feministlerle LGBTİ+’ların birarada, yan yana olduğu hareket ve tartışma alanı yok. Türkiye’deki bu biricik özel durumun, yıllar içinde Türkiye'deki politik atmosferle birlikte gerilemiş olması çok üzücü. Dolayısıyla bunu da tekrardan geri kazanmaya yönelik bir eylem olarak görüyorum çalıştayı.
Etiketler: insan hakları, kadın