22/12/2021 | Yazar: Can Akgümüş
Can Akgümüş sordu, Ankara Queer Sanat Programı konuk sanatçılarından Vera Hoffman yanıtladı: Dikkatleri göz ardı etmeye meyilli olduğumuz, ayrıcalığın yapısal ve kurumsal devamlılıkları üzerine çekmekten yanayım.
Öncelikle tüm sınırları ortadan kaldırarak bizi bir araya getiren Ankara Queer Sanat Programını tasarlayan ve hayata geçiren herkese teşekkür ederek başlamak istiyorum. Bu üretken sohbeti yapmak üzere bizi birleştiren birkaç kesişim noktası var. Bunlardan ilki sanatçı olmak. Bir diğeri ise bir sanat kurumunda yönetici düzeyinde çalışmak ve o kurumun küratöryal üretim sürecinde etkin olarak yer almak. Benim de üzerine epeyce kafa yorduğum, zengin ancak bir o kadar da yorucu süreçler bunlar. Tüm bu süreçleri düşünerek hepsinin bir arada nasıl işlediğiyle başlamak isterim sohbetimize. Sanırım bunun birtakım avantajları olduğu gibi dezavantajları da var.
Çalışmalarıma vakit ayırdığınız ve beni bu programa dahil ettiğiniz için teşekkür ederim.
Sanatçı olarak üretim sürecinize baktığımda, çalışmalarınızda çıkış noktanızın ve beslendiğiniz kavramların çoğunlukla kimlik meselesiyle, bir yanda toplumda ayrıcalıklı olma öte yanda ise bu ayrıcalıklardan mahrum olma durumuyla ilintili olduğunu görüyorum.
Çalışmalarımla ilgili ilginç bir bakış açısı bu. Gerçekten de çalışmalarımın belirli alanlarında kimlik inşası/inşaları, bireyselliğin ardında yatan kavramlar ve grup aidiyeti gibi meseleler ile boğuşuyorum. Kişinin kendi konumlandığı yeri anlaması çok önemli, üstelik bunu anlamak sahip olunan ve olunmayan ayrıcalıkları da anlamayı içeriyor. Yine de çalışmalarıma doğrudan bu analiz kategorisini kullanarak başlamıyorum. Gerçi genelde ayrıcalığın sebepleri ve kesişim noktaları olarak görülebilecek güç ve güç dinamiklerinin karmaşıklığını incelemeye ilgi duysam da kişisel ve kolektif güçlenme ve toplumsal adalet için kişisel ve kolektif etkiler, duygular ve durumlara özgü faillikler üzerine de düşünülebilir.
Günümüz dünyasında ayrıcalıklı olmayı nasıl tanımlarsınız?
Sahip olunan ayrıcalığı kamu yararına kullanma, gücü paylaşma ve hesap verebilme sorumluluğu ile o ayrıcalığın bir arada var olması gerektiği konusunda sanırım hepimiz hemfikir olabiliriz. Ayrıcalıkla ilgili en önemli sorun, ayrıcalığın yasaların üstünde olabilmesi. Ayrımcılıkla mücadele adına yasalar oluşturulabilir, ancak yasama, yürütme ve yargı organlarını elinde bulunduranlar ayrıcalıklı kesimden geliyorsa, sahip oldukları ayrıcalıklar dokunulmaz kılınmışsa, üstelik bir de görmezden gelen, tepeden bakan, doymak bilmez veya travmatik bir konumda davranmayı sürdürebiliyorlarsa, bu yasalar hiçbir işe yaramaz.
“Ayrıcalıklı olmanın dezavantajları” gibi belirli bir başlık oluştursak bu başlığın altına hangi maddeleri koyardınız?
“Ayrıcalıklardan mahrum olma” ve “ayrıcalıklı olmanın dezavantajları” hakkında ne düşünüyorsunuz emin değilim. Belki bunu biraz daha açarsınız. Ayrıcalık sahibi olmakla ilgili sorun, kasıtlı olarak suiistimal edilen ya da kolayca farkına varılmayan veya kabullenilmeyen bir durum oluşudur. Ayrıca bu durum dile getirildiğinde savunmaya yönelik tepkiler çok sert olabilir. Ayrıcalık, bir duruma ilişkin saptırılmış bir görüşe, neye ihtiyaç olduğuna dair farklı bir algı ve empati eksikliğine neden olabilir. Bu yüzden üzerine düşünülmemiş ham bir ayrıcalık konumundan yapılan aktivizm veya "dünya için iyi olanı istemek", esas ayrıcalığı istikrarlaştırabilecek eziyet verici yolları mümkün kılmasından dolayı zavallı bir şekilde gerçekleştirilebilir. Yüzeysel olarak bakıldığında ayrıcalıklı olmak ayrıcalığa sahip olanlara herhangi bir dezavantaj yaratmıyor. Ancak her bölünmenin iki taraf için de sonuçları vardır. Kesişimsellik açısından baktığımızda, ihtiyaç duyduğumuz nüansları daha çok görüyoruz. Ayrıcalık harika bir analitik araçtır, ancak bu tür araçlara erişimin de bir ayrıcalık olduğunu unutmamalıyız. Her birimizin kendi çapında ömür boyu bu zorlu hatta bazen sancılı olan bu işi yapabilmesinin toplumsal değişim için hayati olduğunu düşünüyorum. Umarım sorunu çok fazla kişiselleştirmeden birbirimizle dayanışma ve iletişim yolları buluruz. Ayrıcalıklı bir konumdayken, hatalarımız üzerinde gitmeli, suçluluk ve utanç duygularımızın da sorunun bir parçası olduğunu görmeliyiz. Bazılarımızın hâlâ kitlesel ve kasti egemen yapıların ne kadar kitlesel ve kasti olduklarını, onları ne kadar içselleştirdiğimizi ve sürekli yeniden ürettiğimizi tam olarak kabul etmediğini düşünüyorum. Zaten bu iş basit olsaydı, bu kadar zor olmazdı.
Bazen eşitsiz dağılım sonucu olarak ortaya çıkan bir aktivizme, bazen de ayrıcalıklı ve ayrıcalıksız gruplar arasındaki empati uçurumu sebebiyle basit bir gösteriş aracına dönüşebiliyor. Kişisel olarak bakıldığında ayrıcalıklı olanlar da zarar görüyor; belki farkına varmıyorlar ancak nihayetinde bastırılmış suçluluk duygularını ve utançlarını savunmaya girişerek dezavantajlı gruba daha çok zarar veriyorlar. Kişinin kendi konfor alanından çıkıp gerçeklerle yüzleşmesi, ciddi bir adanmışlık ve sebat gerektiriyor.
Yine de, ayrıcalık kavramını kişiselleştirmekten yana değilim. Kişilerin bu ayrıcalıklardan fayda gördüklerini reddetmiyorum; hatta ayrıcalıklı olan herkesin hayatları boyunca sorumluluk alarak bu uğurda çaba göstermeleri gerektiğini düşünüyorum. Ancak ben dikkatleri bireyler ve toplumlar olarak göz ardı etmeye meyilli olduğumuz, ayrıcalığın yapısal ve kurumsal devamlılıkları üzerine çekmekten yanayım. Daha en başından ayrıcalıkları yaratan, zararlı birtakım kategorilerin toplumsal olarak farkındalığına vardığımız bir paradigma kaymasıyla ilgileniyorum. Üretimlerimde ve hayatımda önemsediğim şey bu.
2014-2016 yılları arasında Amsterdam’da tamamladığınız tek seferlik Cure Master deneysel programından bahsedelim. Odak noktası “şifa sanatçısı” olmak olan bu programın size ve üretiminize nasıl bir katkısı oldu?
Sandberg Enstitüsü’nde öğrenim görmek, eşsiz eğitim programları ve birbirinden farklı insanları barındırması sebebiyle oldukça ilham vericiydi. Her ne kadar bu deneyin içinde yer alan bazı şeyler biz öğrencilerin pek işine yaramamış olsa da kişisel ve sanatsal gelişimim için fayda sağlayacak pek çok şey öğrendiğim için kendimi yine de şanslı hissediyorum. Contemporary Cure Compendium[1] adı altında bir dizi iş ürettim. Bence şifa kavramı tam da bana uygun bir yaklaşım haline geldi. Başlardaki çabam daha çok uygulamaya yönelikti, alternatif tıp ile bir sanat pratiğini birleştirmeye çalışıyordum. Ama kısa bir süre sonra şifa sanatlarına karşı sahiplenici ve küstahça yaklaştığını hissettiğim için bundan vazgeçtim. Bana göre yolculuğun en iyileştirici ve güçlendirici yanı buydu: “Bana ait” ilaçlar, test sonuçları ve protokoller yaratmıştım. Tabii hiçbir şeyin tamamen “kişiye ait” olamayacağının farkına vardım, yaptığımız her şeyin ardında bir gelenek yatıyor ve yaptığımız her şey daimî bir remiks. Öncelikle kendime bir Faydasız Sanatçı Hastalığı tanısı koydum, insanlara sorarak bu derde deva aradım ve bir kendine-yardım grubu oluşturdum. Sonra da kriz yaşanan coğrafi bölgedeki politik düşmanla ilgili grup meditasyonları düzenledim; sanatçıları bir botanik bahçesinde yüz yüze gece toplantılarına davet ettim ve orada örneğin bir kurumun geleceğine dair birlikte yazılar yazıp ya da fotoğraflar çektik, bitkilerden bir müzik aleti icat ettik veya bahçedeki psikotropik bir bitkinin ve İkinci Hayat’taki Hint tanrılarının yardımıyla çocukluğumuza yolculuk hakkında bir belgesel çektik. Örneğin kalp atışlarımı kaydedip bir DJ setine dönüştürerek kırgınlıklarıma dair protokoller oluşturdum; üstü kaplı bir kubbe enstalasyonunda pre-orgazmik bir bakış açısı paylaştım; ziyaretçilere bir sanat kurumu açmaya yarayacak her türlü anahtarı verdim; birini kaybettikten sonra şifa dünyasına doğru uzanan bu yolculuğa dair kişisel bir hikâye yazdım. Sanatımı yemek sonrası yapılacak kısa bir eğlence için metalaştırmak yerine, yemek masası etrafında şekillenen eğitici formatlar seçtim. Direnmek, dinlenmek, çok fazla üretim yapmak ve kaçınılmaz itaatimin farkına varmak dışında başka bir şey yapmadım, ama dopdolu bir yolculuktu bu. İçimde uzun zamandır biriken temaların ani bir dışavurumuna dönüşen çok yönlü bir yaklaşıma sahiptim. Şifanın dünyasını araştırmaya harcanan onca yıl bu yaklaşımla ilgiliydi. Bunun yanı sıra, endüstrileşmiş tıp sistemi ve biopolitik yönetim sebebiyle oluşan birikmiş öfke ve bakım emeğindeki yetersizliğimiz üzerine düşündüğüm diğer şeylerdi.
Günümüz dünyasının hızla değişen koşullarını ve politik atmosferini düşündüğümüzde şifayı nasıl tanımlıyorsunuz?
Sağlık hizmetleri terminolojisiyle konuşursak eğer, bu “hızla değişen koşullar” geç kapitalizmin semptomları ve aslında pek de şaşırtmıyor. Gerçek sebeplerle ilgilenmediğimiz sürece, bölünme ve ıstırabın da tıpkı şifa ihtiyacı gibi sürüp gideceği apaçık ortada. Sosyal adalet yolunda atılan adımlar, bu gezegendeki canlı ve cansız varlıklara açılan savaşın sona ermesi, ekosistemin kendini yenilemesi ve insan türünün doğayla uyumlu yaşaması gibi süreçler can sıkıcı bir yavaşlıkla ilerliyor. Ben “şifayı” kesişimsel, hakiki, sahiplenici olmayan ve metalaşmamış yöntemlerle ele alınması gereken, anti-kapitalist ve sömürgeleşme karşıtı acil bir proje olarak görüyorum. Şifa, değişim için alan açmak, derinlemesine dinlemek, uyum sağlamak, dinlenmek, tanımak, kabullenmek, yaraları sarmak, sevmek, zevk almak, bir şeyi etraflıca ele almak, zaman vermek, büyümek, tohum ekmek, toksinlerden arınmak, beslenmek, yas tutmak, sorumluluk almak, kendini adamak, onarmak, paylaşmak ile ilgilidir. Depar atmaktan ziyade bir maratondur. Kimilerinin bizi inandırdığının aksine kestirme bir çözüm, tedavi veya her şeyi çözecek bir anahtar yoktur. Safi olarak kendi kendine iyileşme karşılıklı olarak birbirimize bağlı oluşumuzu reddeder, bireyselleştirilmiş terapi ilk başta zarar gördüğümüz koşulları yeniden üretebilir. İyileşme kuşaklar boyunca süren bir süreçtir, bu da onun farklı zamanlar ve bağlamlar içerisinde farklı biçimler aldığı anlamına gelir. Benim izlenimim o ki şifanın kendine ait yöntemleri var. Kendimizi ne zaman hazır hissedersek o zaman gerçekleşiyor ve bunu öngörmemiz de mümkün değil. Biz ancak farkındalık geliştirdiğimiz her alanda derinlemesine, istikrarlı ve adanmış bir çalışmayla iyileşme sürecinin birtakım koşullarını hazırlayabiliriz. Kişinin kendi tinselliğini, politik ve etik değerlerini keşfetmesi, (öz) sevgisini, kendisiyle ve toplumla ilgilenmeyi geliştirmesi, kırılgan olabilmeyi göze alması, sinir sisteminin (ortak) düzenlenişi hakkında bilgilenmesi ve bir anlığına durup her şeyin birbirine bağlı olduğu gerçeğine kendini teslim etmesi de dahildir bu sürece. Dönüşümün nasıl gerçekleştiğine dair bazı teoriler var, bunların bazıları aktivizm ve direnme aracılığıyla, bazıları küresel bilinç ve değişimlerle, bazıları da insanın dahil olmadığı şeyler ile gerçekleştiğini söylüyor. Peki neden bunların hepsi bir arada olamasın?
Röportajın tamamına ankaraqueer.art internet sitesinden ulaşabilirsiniz.
Kaos GL dergisine ulaşın
Bu yazı ilk olarak Kaos GL dergisinin Zor Zamanlar dosya konulu 179. sayısında yayınlanmıştır. Dergiye kitapçılardan veya Notebene Yayınları’nın sitesinden ulaşabilirsiniz. Online aboneler dergi sitesinden dergiyi okuyabilir.
Etiketler: kültür sanat