06/08/2008 | Yazar: Kaos GL

‘Yirmi dört yıllık hayatımın en önemli, öncelikli ve kilit konusu cinselliğimdi, halen de bu özelliğini koruyor. Aslında cinselliğim, hatırlayabildiğim en eski günümden beri benim için sorundu.

“Yirmi dört yıllık hayatımın en önemli, öncelikli ve kilit konusu cinselliğimdi, halen de bu özelliğini koruyor. Aslında cinselliğim, hatırlayabildiğim en eski günümden beri benim için sorundu. Çevremi, dış dünyayı tanıdıkça, içsel varoluşumda da gelişme doğal olarak kendini gösterdi. Bugün bir yetişkinim, yaşantım üzerinde de tam ve ilk yetkili. Hemen her gün öyle ya da böyle üzerinde kafa yormak, irdelemek, çözümlemek zorunda kaldığım geçmişimden ve geçmişteki benden söz etmek istiyorum.” “Yaşamın İçinden Kartpostallar” dizimizde bir transeksüel ve öğrenci bizlerle kartpostalını paylaşıyor.

Mart ayında başladığımız “Türkiye’de Eşcinsel Olmak!” söyleşi dizisine yaz boyunca eşcinsel olmanın hallerini, öykülerini dinlemeye devam ediyoruz. Çarşamba günleri, arşivden seçtiklerimizle Türkiye’den eşcinsel portrelerini burada okuyabilirsiniz.

NOT: “Çarşamba Söyleşileri” başlığı altında her hafta kaosgl.org’da yayınlayacağımız bu bölüme deneyimlerinizi bekliyoruz. Yazılarınızı bilgi@kaosgldernegi.org adresine gönderebilirsiniz.

Transeksüel, 24 yaşında, öğrenci

Yirmi dört yıllık hayatımın en önemli, öncelikli ve kilit konusu cinselliğimdi, halen de bu özelliğini koruyor. Aslında cinselliğim, hatırlayabildiğim en eski günümden beri benim için sorundu. Çevremi, dış dünyayı tanıdıkça, içsel varoluşumda da gelişme doğal olarak kendini gösterdi. Bugün bir yetişkinim, yaşantım üzerinde de tam ve ilk yetkili. Hemen her gün öyle ya da böyle üzerinde kafa yormak, irdelemek, çözümlemek zorunda kaldığım geçmişimden ve geçmişteki benden söz etmek istiyorum.

Üç kardeşiz. Bir abla ve bir erkek kardeşin ortasındayım yani ortancayım. Kardeşlerim heteroseksüel, ben de birçok konuda olduğu gibi, cinsel yönde ve yolda da onlardan farklı bir yapı içindeydim. Ailemde herkes sevgi doluydu. Hepimiz emindik bundan ama öyle pek elle tutulur, gözle görülür somut bir sevgi ifadesi kullanılmazdı. Duyarlı, hassas, sakin, yumuşak ve zeki bir çocukmuşum. Konuşmaya başladığımdan itibaren herkesi soru yağmuruna tutmaya başlamışım. Üç yaşında ablamın puantiyeli elbisesini giydiğimi, sıcak sarı askılı pantolonumu çok sevdiğimi hatırlıyorum. Aşırı duygusaldım. Hayalim ve kurgularım çok güçlü ve renkliydi. İlkokuldan beri iftihara geçen bir öğrenci oldum hep. Ama ilk tepkileri, daha doğrusu beni kısıtlayan ve sınırlandıran toplumsal davranışları bu dönemde algılamaya başladım. Çok temkinli olmayı hemen öğrendim. Bu yüzden hemen hemen üniversite yıllarına dek memleketimde kendimi açığa vermedim, aşırı bir tepki de aldığımı söyleyemem. Tüm tepkilere karşı çok esnek, hazmedici ve sabırlı olup, çocuk aklım ve kalbimle o günlerde anlamlandıramadığım saygısızlıklara, küstahlıklara ve yanlış yönlendirmelere katlandım. Kimi zaman iyiden iyiye sıkıldım, ürktüm, üzüldüm hatta bazen derinden bunaldım. Tabii ki yapılacak pek bir şey yoktu. Tanıdığım ve alıştığım ailem, yakın akraba çevrem ve komşularımızın ardından başlayan ilkokul hayatım, yepyeni bir boyuta çekmişti beni. Kendime orada gerek öğrenim dalında gerekse sosyal faaliyetlerde kolayca yer edindim. Utangaç ve çekingen olmamla (oldurulmamla) beraber, yeni ufuklar keşfetmeye öyle hevesli, öyle heyecanlı ve ümitliydim ki... Ailemizin, çevremizin, okulumuzun üzerimizdeki söz hakkı, maddi ve kültürel seviyesi, değerlendiriş biçimi ve de niyeti öyle baskın ve yaptırıcı oluyor ki, bu dönemde çocuğun yapabileceği bir şey kalmıyor. Ben de kendi payıma düşen insanlar, ortamlar içinde pür dikkat her şeyi izledim, kabullenir gibi oldum. Pasif bir konumdaydım. Fakat yıllar ilerledikçe bedensel ve zihinsel gelişim devam ettikçe, her şey hem zorlaşıyor, ağırlaşıyor hem de benim lehime seçenekler ve yetkiler artıyordu. Ama rüştün yani erginliğin müjdesini epey geç aldığımı söylemeliyim.

“Ben ne kadındım, ne de erkektim”

İlkokul döneminde gösterdiğim davranış biçimim pek problem çıkarmasa da, kaygı ve hoşnutsuzluk taşıyanlar, zamanla ortalama bir erkek çocuk haline geçeceğime dair ümitlere kapılmışlardı bile. Yaşamımda bana en yakın olan ve beni her yönden besleyen kişi sevgili annemdi. Doğduğum gün oğul sahibi olmanın sonsuz sevincine gark olan babacığım, her geçen yıl benden uzaklaşıp, yabancılaştı. Son zamanlardaki, durumumu tamamen açıklamadan yaptığım tüm olumlu yakınlaşma çabalarıma rağmen, hâlâ soğukluğu, hoşnutsuzluğu ve kaygısı devam etmekte. Bundan sonra da sevgime ve saygıma yaraşır dost bir baba için elimden geleni yapmaya kararlıyım. Eskiden, çocuk olmanın da avantajıyla kadınların içindeydim. Erkeklerden de beni yaşıtlarımdan ayıracak derecede uzak değildim. Yine gözlem ve algı sonucu hayatı ve içindeki her şeyi kadınca kucaklamaya hayran kaldım. Bunu fark ettiğim yıllarda ben ne kadındım, ne de erkektim. Saf ve duru bir benliğim vardı. Beni erkek kılan, sadece fizyobiyolojik yapımdı.

Ben Ege kültürü içinde büyüdüm. O kültürün de son dalgalarını en iyi özümseyen, yaşayan ve yaşatan kişiler de ya yaşlı kadınlar ve bazı yaşlı erkekler ya da sadece genç kadınlardı. Çocukluğumun yetişkin kadınları, geçmişle gelecek arasında, donanımlı olmasa da bir köprü gibiydiler, gergin ve yüklü. Ben çocukken bile erkek grubun pek ilgilenmediği ve yadırgadığı şu konularla ilgiliydim: Dini gelenekler, dinler, yerel ve batıl inançlar, söylenceler, klasik ve halk müziği, folklorik danslar, Rumca, Rumlardan miras kalan evler, zeytinlikler, bağlar, su kuyuları, küpler, bakır kaplar v.s., kadının ev işi denen gün boyunca süren çilesi, hayvanlar, bahçe çiçekleri, yaşlılar ve ölüm... Biraz açacak olursam eğer, üvey babaannemin (ben nine derdim, 85 yaşındaydı) hiç çocuğu olmamış. Ama o bu yaşta ve kısırken bile, doğuran her kadınla, hayvanla, mevsimlerle beraber doğurur; doğanın doğurganlığından kendine pay çıkarır, doğurandan daha heyecanlı ve mübarek olurdu. Çok etkili(!) kocakarı ilaçları yapar, muntazaman dikiş dikerdi. Zengin köy kültürü vardı ninemin. Şimdiki köylerden ne kadar farklı?!! Son dostları olan tavukları ve kedisiyle o değil, onlar gelip ninemle adeta konuşurlardı.

“Onun yarısı erkek, yarısı kız”

Yazın sıcak günlerinde yüksek tavanlı, demir kapaklı, büyük pencerelerinden bol ışık alan, kolonlu kapılı, kenetlerle tutturulmuş blok taşlı merdivenleriyle korunaklı Rum evlerinde pek mesut idim. Sessiz, temiz, bir kaç parça antika mobilyalar ve el örgüsü perdeler, kolalı bembeyaz dantellerle süslenmiş o evlerden çıkmak istemezdim. Rum evlerinin rahatlığını, sular kesildiğinde başvurduğumuz vefakâr yüzlerce kuyunun suyunu, zeytini, üzümü kullanırken, Rum’u aşağılayıp dışlayanlara hatırlatmalarda bulunurdum. Bıraktıklarından dolayı Rumlara derin bir sevgi ve saygı besler, Girit’ten göç eden yaşlıların bana Rumca öğretmeleri için, başlarının etini yerdim. Epey de Rumca öğrenmiştim ama.

Bunlara benzer beni matrak, tuhaf ve antika gösteren sayfalar dolduracak anılarım var çocukluğuma dair. Mahallemizde hiç bir bebeğin sevilmediği kadar sevilmişim. Paylaşamazlarmış beni. Doğduğumda 4,5 kilo ağırlığım ve de ensemi örten simsiyah ipek saçlarım varmış. Fakat yıllar geçtikçe her şey değişmeye, bozulmaya başlamıştı. Bugünkü cinselliğime dair peygamberlik olarak gördüğüm iki anım var benim. İlkokulun sonlarına doğru bir arkadaşım grup içinde benim için “Onun yarısı erkek, yarısı kız” diye ünlemişti. O güne kadar neysem öyle olmaktı niyetim. Ama varoluşumu izleyen ve yargılayan kem bir çevrenin varlığını görme vakti de gelmişti; kaygılanmıştım. İkinci anım ise şu: Anneannem ablamla bana coşkun sevgisinin göstergesi olarak çiçek ismi vermişti. Ablam sümbülteber, ben ise salliko-filiko diye bir şeydim. Bizi koklayarak öperdi. Yıllar sonra öğrendim ki bu çiçeğin Türkçe adı kadın-erkek çiçeği imiş. Yunanca’da arseniko-thiliko yine aynı anlama geliyormuş.

İlkokul bahsini bir başka önemli olayla kapatmak istiyorum: Sünnet düğünümde kafam çok karışmıştı. “Erkekliğe” adım attığıma inanan onca kalabalığın gözbebeği ve törenin as kişisi olduğumda cidden bunalmıştım. Yaşamın içinden geçiyordum; kaygı ve korku ile de olsa, nasıl yaşandığına pek meraklıydım. Ama artık yepyeni bir dönem başlıyordu. O güne kadar kendince yaşayan ben, artık ne olduğunu dahi bilmediğim toplumun komutasına girecektim. O günler hayatımın en buhranlı ve karanlık sürecinin başlangıcıydı.

“Herkes gitti yalnız kaldım mahallede”

Çocukluğumda güçlü, güvenilir ve yaratıcı bulduğum kadınların tavırları değişiyordu artık. Onlar da bu sürecin gereğine boyun eğerek beni dışlamaya başlamışlardı. Benimle önceden paylaştıkları (bastırılmış) hazlarını, (gizlice) sahip oldukları lezzetleri, (yaşam güveni veren) anılarını ve (gelecek ümidi taşıyan) hayallerini, tensel sevgi iletilerini ve sırlarını artık benden esirger olmuşlardı. Belki kendilerince bana yardım ettiklerine inanıyorlardı. Neden böyle diye soramamıştım ne yazık ki... İşte yine bir bildikleri vardır diye düşünmüştüm. Dizginler onların elindeydi hâlâ. Bunun gibi, çekirdeğini kendimce oluşturduğum her konudaki görüşlerim yerlerini, toplumun dayattığı kalıplara terk etmekteydi. Başlangıçta bunun dayatma olduğunu bilmemekle birlikte, ilk sonuçlar da pek fena sayılmazdı! Fakat bir türlü arkası gelmiyordu, gelemiyordu. Çünkü ben “çekirdekleri” bozulmayacakları bir yere saklamıştım. Bugün bile yerlerini unutup da hatırladığım bazı çekirdeklere yeniden sahip olabildiğim ve yeşertebildiğim için kendimi şanslı ve kutlu sayıyorum.

Okul hayatımdaki üstün başarı, sahip olduğum tek övünç kaynağımdı ama öğrenimin sonunda ne olacağım daha geçen yıla kadar kesinleşememişti. Çünkü ne olarak, nasıl, ne şekilde, kimlerle beraber, hangi coğrafya ve kültür alanında mutlu yaşayabileceğime dair sağlam bir bilgim ve oturmuşluğum yoktu. Nerdeyse tümüyle şans eseri kendimi hayatın getirdiklerine bırakmıştım.
[ pagebreak ]
Cinselliğime gelecek olursak, buluğ çağına kadar arkadaşlarımla yaşadığım her şey bir bir anılara karışıyordu. Spordan özellikle takım sporlarından hiç hoşlanmaz, müzik ve resimle ilgilenirdim. Okul dışı oyunlarda da şarkıcı, doktor, hemşire, öğretmen, anne(karı), v.b. rollerde arkadaşlarımla oynardım. Yaşlar ilerledikçe, karakterlerin psikolojik yönü derinleştiği kadar bedensel temas da artmıştı. Bütün çocuklar kendi dünyamızda çok neşeli ve şendik. Herkes rolünden memnundu. Fakat yaşlar ilerleyince o düzen sarsıldı, kızlar derlenip toparlandı, çeki düzen geldi; ne de olsa genç kızlığa giriyorlardı. Hem kızın aklığı bir başka önem taşıyordu. Oğlanlar ise delikanlılığa paldır küldür bir geçiş yaptılar. Sonraki yıllar boyunca onları tanıyamadım. İçlerindeki gerçeği ise son yıllarda fark ettim. Ne göründükleri gibiydiler ne de öyle adam olmaktan memnundular. Tabii grup içindeki hallerine diyecek yok: Başları dik, gözleri pek! Teen-ager yıllarım “herkes gitti yalnız kaldım mahallede” diyerek geçti. Belki de bozulan, yıkılan ve kaybettiğim ilk köklü dünyam, kuruluşu bize yıkılışı büyüklere ait, çocukluğumun arkadaşlık mahallesiydi. Onun yerinde bomboş ve bombok bir yapıyı; bir zamanlar rengârenk komşuluk ilişkileri yerine, kavgalı ve sorunlu yetişkin ilişkilerini sezinledikçe uğradığım hayal kırıklığının acısıyla, bir gün anneme var gücümle haykırmıştım: “Nefret ediyorum bu insanlardan, yaşamak istemiyorum bu mahallede; çekip gidelim burdan ne olur?” Çünkü tüm zorluğa rağmen, kimsenin kılı kıpırdamıyordu bir şeyleri daha güzelce, insanca yaşamak için. Çoğu farkında bile değildi ama benim gibi annem de sadece uygun fırsatı kolluyormuş. Fakat bacak kadar çocuğa ne desin? Annemi kaybettiğimi zannetmiştim. 10 yıl böyle hissettim. Hem de kalplere gömülmüş onca karşılıklı sevgiye rağmen...

Lise yıllarında depresyon hakimdi. Bana sunulan yolların ağzında tutulmuş kalmıştım. Kâbus gibiydi hayatım. Her konuda olduğu gibi cinsellik yolu da kapalıydı; yönelimim kesinlikle erkeğe idi. Ben ne olarak erkeğe uzanıyordum, o erkek ne tür erkek olacaktı bilemiyordum. Bunu deneyip tartabileceğim uygun koşullar içinde değildim çünkü. Heteroseksüel sosyalizasyona adapte olan kişilerin gözünde, o yaşta o konumda olmak acınacak bir haldi ama benim açımdan her şeyin nasıl göründüğü sorusu akıllarının ucundan bile geçmiyordu. İşin kötü yanı, benim aklımın “ucundan” geçmesiydi. Heteroseksist fikirler beynimin içinde yüksek sesle çınlarken, özümün cılız sesi duygularımı, hayallerimi avutmaya çalışıp, olan bitenden mızırdanıyordu. Çünkü her gün özüm hırpalanıyor, azarlanıyor, gıkını çıkaramıyordu.

İyi bir üniversiteyi kazanıp memleketimden ayrıldığımda yepyeni bir sayfa açıldı hayatımda: Serbestçe(?) her konuda olduğu gibi cinselliğim üzerinde de düşünme fırsatı ve özgürlük buldum. Gey ve lezbiyen arkadaşlarım oldu. İkinci senemin sonunda pratik gey hayatına geçtim. Hemen cennete kavuştuğum zannedilmesin çünkü özgürlüğüne kavuştuğum her konuda sorumluluk ve bilinçle hareket etmeye çalışıp ince eleyip sık dokudum. Üstelik onca gecikme ardından metropol hayat şartlarındaki bu deneyimlerden geçmek hiç de tatlı ve kolay bir iş değildi. Öyle ki öğrenimime devam edemedim. İki yıl boyunca eşcinselim diyerek, o kültür içinde bulundum. Beni hemencecik eşcinsel kılan şey, erkeğe olan ilgimle aslında bir türlü oldurulamayan erkeklik fikrimdi. Ne de olsa fizyobiyolojik yapım kusursuz bir erkekti. Bahtıma çıkan gey grubun da etkisiyle ilk etapta geylikte karar kılmıştım. Doğal olan ilk basamak buydu. Bilinçsiz geyler için de problem yoktu; karşılarında duranın erkek fiziği yeterliydi, kişiliğe bakan kimdi? Birçok büyük şehirdeki gey merkezleri dolaştım. En son Almanya’da bir süre bulundum. Tüm yaşanmışlığın ardından gey olmadığımı fark ettim. Tam bana göre değildi! Denemiştim, olmamıştı. Sonra sırada denenecek ne vardı diye sorulabilir. İşte bence de bu, bir başka yanlıştı. Sunulan kimlik ve gruplara uyum sağlamanın, onları benimsemeye çalışmanın yerine, kendi özgün ve özgür yapısını oluşturmanın ve onu gün be gün yaşatıp geliştirmenin, birey için daha sağlıklı bir yol olduğu görüşüne ulaştım.

Bu çabalar içinde psikiyatriye ihtiyaç duymaz oldum. Pek de faydaları dokunmuyordu zaten. Zararları ise işin cabası. Artık hayatımla ilgili yönetim hakkı ve gücü elime geçiyordu. Fakat hiç bir şey o kadar kolay düzene girmiyor, zaman hızla akıyordu. Zaman zaman pes etme duygusu dolduruyordu içimi. Bu dönemde mantıktan yoksun duyguların insanı hüsran ve ölüme götürdüğünü de çok iyi biliyordum. Mantık ve aklın acısı hayat veriyordu. 2,5 yıl önce transseksüelliğe eğildim. Geyliğe olduğu gibi değil elbette. Özellikle Türkiye’deki transvestit ve transeksüellerin tecrübe ettiği bunalım ve yanlışlara götüren düşüncesizce işlerden kendimi sakındım. Yine bir havari gibi ortamdan ortama koştum durdum, okudum, düşündüm. Bu arada geçmişimle ilgili hesaplaşma ve düzenleme sona ermiş, barışıklık yüzünü göstermişti. En büyük güven ve desteği, hatta risklerin gerektirdiği cesareti çocukluğumun derinliklerindeki gerçeklerden buldum. Sakladığım çekirdeklerin yerini hatırlamam zor olduysa da şimdi onları büyütmekteyim. Onlar benim her şeyim, hepsi de bir tek bana ait...

Artık geçmişe bakıp geçmişte yaşamıyorum. Geçmişime sırt dayayıp geleceğe bakarak bugünümü yaşıyorum. Zorlu ve sıkıntılı olsa da, anlamlı ve şevk içinde yaşanacak bir gelecek için mücadele ediyorum. Herkes kendi payına sahip olsun, ortak paydada buluşsun diyerek önce evliliğine son veren anneme açıldım. Bu sefer iki yetişkin olarak gönül ve fikir birliğine kavuştuk, kenetlendik. Bu birliğe evli ablam da severek katılıp bizi destekledi. Ardından geçen yıl ilk ve tek tercihim olan bölümü kazanarak tekrar üniversiteye geri döndüm. Hocalarımdan ve arkadaşlarımdan güvendiklerime durumumu açtığımda beni saygıyla karşılayıp, yanımda yer aldılar. Şimdiye kadar okulda hiçbir sorunla karşılaşmadım diyebilirim. Son olarak da bir üniversite hastanesinde yaklaşık bir yıldır psikoterapi görmeye başladım. Transeksüelliğin de tanımlayamayacağı, bana özgü kadınca forma ve yaşam düzenine kavuşabilmem için birlikte çalışıyoruz. Bu yolda bana destek olan çok değerli gey, lezbiyen ve transeksüel arkadaşlarım var. Bir de iki yıldır birlikte olduğum sevgilim. Nerden nereye varıldı, burdan da nerelere gidilecek diye düşünüyorum sık sık. Hâlâ düşünebilmek ve soru sorabilmek ne kadar güzel. Çünkü bu sorun sadece ne benim, ne transeksüellerin ve GL’lerin ne de heteroseksüel dostlarımızın sorunu. Bu, insanlığın ve toplumun sorunu. Bugüne dek hep benim işim-bizim işimiz zordu. Gelecekte de zor olabilir. Fakat bundan sonra işi zorlaşacak ve kafaları ağrıyacak olanlar, sanırım özellikle bu sorunu yaratan ve yaşatanlar olacak. Ben kimsenin işi ters gitsin, başı ağrısın istemem. Aynı duygu ve temennileri benim-bizim için taşıyanlarla (annem, ablam, arkadaşlarımla olduğu gibi) sorunların çözülemeyeceğini hiç sanmıyorum. Aslında kimseden lütuf, acıma ve hoşgörü beklemiyoruz. Bunu beklemek o insana hakarettir bence. Ancak kopukluğu ve yabancılığı ortadan kaldıracak sevgi, bilgi ve iyi niyete dayalı iletişime karşılıklı ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum.

İşte, yaşantımdan sunduğum geniş kartpostal böyle. Hiçbir zaman çocuğun olmayacak diyenlere, ölümden kurtardığım ve beni bundan sonra yaşatacak olan içimdeki çocuğu anlatmaya başlıyorum. Sezen Aksu’nun dediği gibi “Kalbini bir mektup gibi buruşturulup fırlatılmış; kendini kimsesiz ve erken unutulmuş hissediyorsan, içindeki çocuğa sarıl, sana İNSAN’ı anlatır.” Çünkü o, beni yarına taşıyan, her şeyi aşan kutsal varlığım. Bu nedenle ve bundan böyle yaşama dair her konuda son söz O’na yani bana aittir. Bu yazının da son sözü, kendimi yeniden keşfettiğim günlerde dile getirdiğim şu tatlı söz olsun: “Gerçekleşen her umudumu, her planımı ve yerine gelen her beklentimi yaşıyor olduğumda, aslında o an ben, anılarımı duyumsamanın hazzını yudumluyor olacağım.”

Kaynak: Kaos GL Dergisi, Haziran 1995, Sayı: 10

Konuyla ilgili haberler:

[[TEO 13: Aşçı bir erkek eşcinselin kartpostalı]]

[[TEO 12: Paparon Kür, Şiddet Gerçek!]]

[[TEO 11: Çark ve Şiddet]]

[[TEO 10: Eşcinsel Ortamında Gey Olmak]]

[[TEO 9: Lezbiyen ve Anne Olmak]]

[[TEO 8: Evli ve Gey Olmak]]

[[TEO 7: Sivil Anayasa’da Eşcinsel Olmak]]

[[TEO 6: Eşcinsellik ve Yoksunluk Hali]]

[[TEO 5: Eşcinsel ve Gazeteci Olmak]]

[[TEO 4: Eşcinsel ve İşçi Olmak!]]

[[TEO 3: Eşcinsel ve Öğrenci Olmak!]]

[[TEO 2: Türkiye’de Eşcinsel ve Sanatçı Olmak!]]

[[TEO 1: Türkiye’de Kadın ve Eşcinsel Olmak]]

[[22 Mart’ta “Türkiye’de Eşcinsel ve Sanatçı Olmak”]]

[[9 Mart’ta “Türkiye’de Kadın ve Eşcinsel Olmak”]]

[[Türkiye'de Eşcinsel Olmak!]]


Etiketler:
İstihdam