24/06/2008 | Yazar: Kaos GL

Sivil anayasa nedir? Eşcinseller bu anayasanın neresinde yer alır? ‘Herkesi kapsayacağı’ söylenen bu anayasa eşcinselleri dışlıyor mu? ‘Türkiye’de Eşcinsel Olmak’ söyleşi dizisinde sivil anayasa konuşuldu ve Hülya Gülbahar, Özlem Çolak ve Ali Erol yukarıdaki sorulara yanıtlar aradı.

Sivil anayasa nedir? Eşcinseller bu anayasanın neresinde yer alır? ‘Herkesi kapsayacağı’ söylenen bu anayasa eşcinselleri dışlıyor mu? ‘Türkiye’de Eşcinsel Olmak’ söyleşi dizisinde sivil anayasa konuşuldu ve Hülya Gülbahar, Özlem Çolak ve Ali Erol yukarıdaki sorulara yanıtlar aradı.

KAOS GL - 23/06/2008

Tarih: 19 Mayıs 2008

Yer: Ekin Sanat Merkezi

Konuşmacılar:

Hülya Gülbahar, Avukat, Kadın Adayları Destekleme Derneği (Ka-Der) Genel Başkanı

Özlem Çolak, Lambdaistanbul LGBTT Derneği

Ali Erol, Kaos GL

Ali Erol: Ben kısaca içinde bulunduğumuz sivil anayasa tartışmalarının ruh hali diyebileceğimiz bu atmosferi çok kısaca özetledikten ve andıktan sonra biraz geriye gitmek istiyorum. Sanırım salondaki afişleri herkes okuyabiliyordur: Cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ayrımcılığına karşı mücadelemiz ve bunu sürekli dillendirmemiz uzunca bir sürecin ana hareket noktası. Sadece taleplerimizi sivil anayasa tartışmalarına da uyarladık.

Sivil anayasadan önce Avrupa Birliği (AB) sürecinde mevcut yasaların uyumlulaştırılması, haliyle AB müktesebatına uyumlulaştırılması döneminde ilk büyük tartışma ve ilk büyük açılım TCK’nin değiştirilmesi dönemiyle başlamıştır. TCK tartışmaları döneminde TCK Kadın Platformu oluşturulmuştu ve bu platform, kadınların eşitlik talepleri ile birlikte aynı zamanda LGBT örgütlerin, Kaos GL ve Lambdaistanbul’un da dahil olduğu bu platform, cinsel yönelim ayrımcılığını da kapsayacak ve de takibini yapacak şekilde TCK değişiklik dönemine müdahil olmuştu. Hemen ardından gelen sivil anayasa tartışmalarında ise LGBT örgütler ‘Anayasa LGBT Komisyonu’ adı altında ayrıca bir araya geldiler ve cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ibarelerinin anayasaya dâhil olması taleplerini dillendirdiler ve bu taleplerin eylemli bir şekilde takibini yaptılar, yaptık.

Burada özellikle cinsel yönelim ibaresi, dolaşıma sokulması ve de kulakların biraz alışması anlamında, 2001 yılı diye hatırlıyorum, ‘Emeğin Küresel Eylem Günü’ mitinginde ve ardında gelen 1 Mayıs mitinglerinde bizim tipik sloganlarımızdan biri olmuştu. ‘10. Maddeye ek, Cinsel Yönelim!’ şeklinde atılan bir slogandı bu. Aslında bu slogan o dönem için ortamı yoklamaydı. Biz bir uyaran gönderiyoruz. Bu uyaran işte işçiler, memurlar, sendikalar ve diğer kesimler tarafından nasıl karşılanacaktı. Çünkü eşcinseller olarak ortaya çıkıyorduk. Mitinglerde ve başka alanlarda kendi sözümüzü, kendi taleplerimizi iletiyorduk. Fakat bu sözümüz ulaşıyor muydu? Taleplerimizin ne olduğuna dair somut bir şekilde karşı taraf bir idrak halinde miydi? Bunu ölçmekten uzaktık. Bütün bu taleplerimizi belki de bir üst güvenlik şemsiyesi olarak kayda geçirecek ve adını koyacak şekilde telaffuz etmek için daha basitleştirmek ve cinsel yönelim ayrımcılığının kulaklara ulaşması ve bu ayrımcılığa karşı düzenlemeyi hangi madde kapsamında talep ettiğimizi belirtmek için gösteriyorduk onuncu maddeyi.

Herkesin bildiğini sanıyorum. Onuncu madde malum, mevcut anayasanın eşitliği düzenleyen maddesi. Bu yeni sivil anayasa tartışmaları tekrar alevlenir ve başarı ile sonuçlanırsa büyük olasılıkla bu onuncu madde, dokuzuncu madde olarak kurulacak. Aslında uluslararası ilginç çakışmaları da görüyoruz bu arada. Güney Afrika anayasasının cinsel yönelim ayrımcılığını eşitliği düzenleyen maddede doğrudan andığı ve kayda geçirdiği madde de dokuzuncu madde idi diye hatırlıyorum. Son dönemde önce bir suskunluk kumkuması ile karşılaştık ve ardından anayasa LGBT komisyonu oluşturan LGBT örgütlerin eylemli takibi ile bir karşılık vermek durumunda kaldığında hükümet temsilcileri ‘İyi de nerde var ki siz bizden istiyorsunuz?’ gibi amiyane bir tepki ile karşılaşmıştık. Ve aslında var başka ülkelerin anayasalarında ve farklı yasal düzenlemelerinde. Biz özel bir şey talep etmiyoruz. Artı insan haklarının bir bütün olması noktasında ve eşitlik hiyerarşisi ile uyuşmayacağı noktasında zaten bir başka ülkede de olmaması bizim taleplerimizin geri çevrilmesi için rasyonel bir gerekçe olamaz diye düşünüyorum.

Burada biraz politik atmosfere dair de birkaç cümle söylemek istiyorum. Belki bunu tartışma, soru-cevap kısmında daha da açabiliriz. Sivil anayasa tartışması başlatan AKP hükümeti Türkiye’de adı konulmamış bir koalisyonu da beraberinde getirdi denebilir. En azından bunu tırnak içinde de kullanabilirim eğer fazla abartılı algılanırsa. AKP’nin de içinden çıktığı geleneksel İslami blok şimdiye kadar tipik bir nefret söylemi üretti eşcinsel varoluşa karşı ve bundan asla vazgeçmedi. Erbakan’dan alt birimlerine kadar bu nefret söylemini kararlı bir şekilde üretti. İflah olmaz bir şekilde üretti. Ama o süreçle birlikte geleneksel İslami bloktan AKP’nin çıkması ve yine İslami bir ana hattı olmakla birlikte artık farklı bir kulvardan ilerleyeceğinin doğrudan sinyalini vermenin ötesinde belirtmesi, deklare etmesi ile birlikte ilginç de bir süreç oldu. Kabul etmek gerekir ki bu anayasa tartışmalarına kadar AKP’den cinsel yönelim ayrımcı, homofobik bir söylem hatta içinden geldiği gelenek gibi nefret söylemi üreten bir söz, bir açıklama duymadık. Dolayısıyla bu sürecin hayra alamet bir durum mu olduğu yoksa bu suskunluğun aslında inkârın bir işareti mi olduğu, hani bizden uzak olsun da cehennemde direk olsun yaklaşımının sessizce kurulan bir hali mi olduğu, sessizce telaffuz edilen bir hali mi olduğunu doğrusu merak ediyorduk aslında. Bu merakımız ortadan kalktı nihayetinde ve çünkü tam da Anayasa LGBT Komisyonunu oluşturan bu ülkenin eşcinsel bireyleri, LGBT örgütlerinin eylemli takibi ile birlikte, ısrarı ile birlikte hükümet nitekim sivil anayasa sürecinde o kurduğu büyük cümlelerin toplumun bir parçası olan eşcinselleri, LGBT bireyleri kapsamadığını itiraf etmek durumunda kaldı. Buradan tabii ki AKP’nin yekpare bir yapı olarak değerlendirilmemesi de gerekiyor. Örneğin aynı AKP’den Mersin Milletvekili Zafer Üskül’ün Homofobi Karşıtı Buluşma’ya gelmesi ve insan hakları söz konusu olduğunda vatandaşlar arasında ayrımcılık yapmadıklarını söylemesi tabi ki tahmin edilir bu cümleyi kendi tekil öznesi üzerinden değil de ‘biz’ üzerinden kurması olumlu bir gelişme. Biz de biliyoruz ki o ‘biz’ in aslında tam da AKP’ye işaret eden bir dil olmadığını. Çünkü o sözün öncesinde hükümet sözcüsü Cemil Çiçek’in, Fırat’ın, Burhan Kuzu’nun TCK döneminde Alt Komisyonda cinsel yönelim ayrımcılığının geçmesine rağmen, cinsel yönelim ayrımcılığının altını oyan, boşa çıkartan bir müstehcenlik düzenlemesi için talepte bulunan yine aynı AKP’nin milletvekilleriydi. Dolayısıyla bu sürecin sancılı geçeceğini, bu sürecin aslında mücadele için de hem tarafların birbirini tartması şeklinde hem de bu dönüşümün karşılıklı bir çatışma ile geçeceğinin işaretleri olarak anabiliriz bu başlıkları diye düşünüyorum.

‘10. Maddeye ek Cinsel Yönelim’ bizim bir şemsiye talebimizdi. Bu talep anayasal bir güvence olarak ne ala. Ama cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ayrımcılığı, LGBT bireylerin hayatın her alanında karşılaştıkları bu ayrımcılığa karşı bir düzenleme, bir pratik ayağı olacağından, sivil anayasa tartışmalarının şu an pek çok şeyin gölgesinde kalmış olmasına rağmen buradaki talepten vazgeçmememiz ve talebi politik hatta her kanaldan sonuna kadar takip etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Dolayısıyla şu anki tartışmaların gölgelenmesi taleplerimizin de gölgeleneceği anlamına gelmez diye düşünüyorum.

Hülya Gülbahar: Herkeste vardır herhalde. Hukuk ve ayrımcılık raporu üzerinden hakların da olduğu çok güzel bir kitapçık hazırlamış Kaos GL. Meslektaşım Oya Aydın hazırlamış. İnceledim az önce. Gerçekten kapsamlı ve doyurucu bir kitap. Elinizin altında bulunmasında yarar var. Ben de birkaç tane götüreceğim. Benim bu konuyla ilgim hukukçu kimliğimle diyeyim aslında 80’li yıllarda Bülent Ersoy’a konan sahne yasağı konusunda ilk defa konu ile ilgilenmeye başladım. Ama o dönemler gerek örgütlülüğün zayıf olması vs. ülkenin kendi iç koşulları nedeniyle daha çok üzülmekle, kendi küçük çevremizde anti demokratik bir yasak olduğunu ve bir an önce kaldırılması gerektiğini anlatmakla geçirdik zamanımızı. Ama yıllar sonra güzel hoş da bir şey oldu. Biz çok izlenen bir televizyon programında, ben ilk defa, 14 yıl evli olup olmadığım sorgulandığı zaman (biliyorsunuz klasik bir tarzdır bu) ilk defa kamuoyu önünde feminist kadınlar olarak sözcülük yapmaya başladığımız dönemdi bu dönem. Şiddete karşı yasaların çıkartılmasını istiyorduk. Her zaman ‘siz evli misiniz?’, ‘siz eşcinsel misiniz?’ diye sorgulanırız. Tecrübesiz olduğum, çok izlenen ilk siyaset meydanı programında, güm! diye bana evli olup olmadığımı sorduğunda ‘Hayır. Evli değilim ama 14 yıldır beraber yaşadığım bir partnerim var ve gayet de mutluyuz’ demiştim canlı yayında. Epey izlenen bir program olmuştu o saatte. Sayın Işılay Saygın devlet bakanıydı o zaman. Çok sinirlendi. Birçok şeyin yanı sıra ‘aydınlar ve entelektüeller nikâhsız yaşamayı savunuyorlar. Buna kadın örgütleri de dâhil oldu galiba’ diyerek nikâh kampanyası açtı. Sonra harika bir şey oldu ondan sonra. O haftanın içerisinde Bülent Ersoy İzmir’de, gitti gece saat 12.00’de evlendi. Nikâh ise medeni nikâh, dedi götürdü koydu kamuoyunun önüne. Gayet hoş bir davranış idi. Ben ondan sonra medeni kanun çalışmaları sırasında, biz medeni kanunda kadın örgütleri olarak ilk büyük 4320 sayılı şiddete ilişkin, yasaya ilişkin ilk örgütlenmemizi yapmıştık o zaman, ilk platformları oluşturmaya başlamıştık. O tecrübe ile medeni kanun kadın platformunu oluşturduk. Ama çok hızlı gelişen bir süreç oldu. Çok fazla müdahil olamadık. Sonuna yetiştik. Örgütlülüğümüzle, mücadele gücümüzle ama başında da çalışma hakkı dâhil olmak üzere diğer maddelerine müdahale etmeye çalıştık. Komisyon üzerine, hükümet üzerine baskı yapmaya çalıştık.

Benim o dönemde özellikle uğraştığım maddelerden bir tanesi medeni kanundaki bu 40. madde idi. Cinsiyet değişikliği ile ilgili maddeydi. Gerçekten çok korkunç bir düzenleme yapıldı. Herhalde buradaki herkes bu düzenlemenin ayrıntıların biliyordur. Cinsiyet değiştirmek için 18 yaşını doldurmuş olmak, evli olmamak, transeksüel yapıda olduğunu, cinsiyet değişikliğinin ruh sağlığı açısından zorunlu olduğunu ve üreme yeteneğinden sürekli yoksun olduğunu ve bir eğitim araştırma hastanesinden verilecek bir resmi raporla belgelediği takdirde cinsiyet değişikliği ameliyatı yapılması öngörülen bir düzenleme idi. Gerçekten ben ve birkaç arkadaşım çok uğraştık bu maddenin geçmemesi için. Çok faşizan bir düzenlemeydi. Hepsi ağır koşullar zaten. Ama bu üreme yeteneğinden sürekli olarak yoksun olmak meselesi ciddi bir insan hakkı ve bedensel bütünlük ihlali oluşturan bir hukuksal düzenleme oldu. Kadın hareketi içinde de ilginç tartışmalara vesile oldu tabii bu madde. Birtakım arkadaşlar toplumun ahlaksal yapısının bozulmaması için bir takım insanların fuhşa sürüklenmek üzere kandırılıp bu operasyonlara zorlanmaması için çok yerinde bir düzenleme olduğunu savunmaya çalıştılar. Bizim için çok iyi bir iç bilinçlenme tartışma süreci oldu aynı zamanda bu 40. madde. Hem kabul edildiği süreçte hem de sonrasında. Ben ve birtakım feminist arkadaşlar da başından itibaren her koşulda getirilen bu şartların neredeyse hemen hepsine karşı çıktı. Ben tümüne karşı çıkıyorum zaten hani evlilik içersinde de olabilmesi gerektiğine inanıyorum. Ama bizim için dediğim gibi gerçekten bir bilinçlenme sürecine katkıda bulunan bir tartışma oldu bu madde.

Ondan sonra ben medeni yasadaki diğer maddeleri de yakından izlemeye çalıştım. Özellikle evlilik maddesi ki çok önemli bir madde idi. Biz kadın örgütleri olarak talep oluşturamadık bu konuda. LGBTT bireyler de henüz örgütlü ve kendi talepleri ile henüz kamuoyu önüne çıkabilecek durumda değillerdi. Ama güzel bir şey oldu en azından diye düşünüyorum. Kimler evlenmekten yasaklanacaklar gibi böyle ana, evliliğin içeriğini belirleyen ana hükümler de hiç öyle bir kadın ve bir erkek evlenir gibi eşcinsel evlilikleri kısıtlayan bir hüküm olmadı, geçmedi. Yok şu an medeni kanunda. Medeni kanundaki düzenleme sadece evliliğin şekil şartları ile ilgili bölümde. Biçimsel olarak evlilik için başvurma işlemini birbiri ile evlenecek bir kadın ve bir erkek yapar diyen maddede bir değişiklik var. Ama sonuçta tabi ki bu şekil şartı nedeniyle eşcinsel evliliklere izin vermeyen bir hukuk sistemimiz var. Keşke medeni kanunun tartışıldığı dönemde hem kadın hareketi olarak bizler yani hep beraber daha örgütlü olup en azından bunun makul, istenebilir, haklı bir talep olduğunu, başaramasak bile kamuoyuna aktarma fırsatı bulabilseydik çünkü hâlâ Türkiye için eşcinsel evlilikleri tartışması sanki henüz gündemleşemeyecek bir tartışma gibi görünüyor. Oysa bütün dünyaya baktığımız zaman İspanya ve birçok ülke Uruguay’a gitmiştim ben iki sene önce gökkuşağı yasası gibi bir yasa çıkartmışlardı ve eşcinsel evlilikler dâhil olmak üzere resmi nikâh yapılsın ya da yapılmasın, bütün aile gibi birlikte yaşayan çiftlere eşit medeni haklar veren bir düzenleme yapmışlardı. O düzenleme sırasında tek tartışılan madde eşcinsellere evlilik hakkının verilip verilmeyeceği maddesi olmuştu ki sonuçta Uruguay da demokratik haklar açısından yüzlerce yıllık geçmişe sahip bir ülke değil neredeyse yüz yıllık bir muhafazakâr yönetimlerden çıkan bir ülkeydi. Sol cepheyle beraber bütün toplum böyle bir açılımı tartışmaya başladı orada. Medeni yasa dediğim gibi bu iki noktada handikaplı bir şekilde geçti. Evlat edinme konusunda medeni yasada işte bekârlar evlat edinebilir diyor. Genel hükümlerin getirdiği bu genel ahlak sınırlaması dışında aslında eşcinsellerin evlat edinmesine biraz esnek yorum yapıyorum farkındayım ama bence engel bir şey yok medeni yasada.

O süreci öyle geçtikten sonra Türk Ceza Kanunu meselesi ile karşı karşıya kaldık. Biz kadın hareketi olarak Türk Ceza Kanununda da bu konuyu biraz kendi içimizde de tartıştık. Çok doğal, hayattaki birçok eğilim, siyasal eğilim bizim kadın platformlarımızda da vardı. O dönemden ben hatırlıyorum. Bu biraz iç stratejimizi sizinle paylaşmak, biraz da çuvaldızı kendimize batırmak gerektiğine inandığım için paylaştığım bir süreç bu. TCK’nın bir bütün yapısını bu sefer medeni kanundan deneyimli olduğumuz için biz TCK gündeme gelmeden önceden hazırlandık. Tartıştık. İki yıla yakın bir hazırlık süreci geçirdik hukukçular, hukukçu olmayan arkadaşlarla tek tek bütün bu maddeleri elden geçirmeye çalıştık. Orda da iki ana eğilim oldu. TCK’nın genel yapısına, demokrasi, çağdaşlık, eşitlik vurgusu üzerinden götürmek duygusuyla, dolayısıyla da çok bariz tecavüz gibi cinsel suçlar ilişkin bariz, kamuoyunca da tepki gösterilen maddeler üzerine kabul edilmek üzere olgunlaştığını düşündüğümüz maddeler üzerinden gitmek görüşü ile TCK’nın bütünündeki o cinsiyetçi, muhafazakâr yapının açığa çıkartılması, dolayısıyla da genel ahlak ile ilgili, namus kavramı ile ilgili bütün iç kurgusunun deşifre edilerek ve tabii ki de homofobik yanının deşifre edilerek tartışılması gibi. Biz bu tartışmayı bu kadar net birbirimize anlatmamakla birlikte kendi içimizde aslında yaşadık. Kamuoyu önüne bu konu çıkıncaya kadar da yaşadık. Kamuoyu önüne çıktıktan sonra da yaşadık. Bir takım arkadaşlarımız daha eşitlikçi ve çağdaşlık vurgusu içinde anlatmaya çalıştılar. Sonuç olarak TCK yine hepimizin kadın hareketi olarak benim de çok şey öğrendiğin bir süreç oldu. Son tahlilde herhalde bütününe ilişkin bir deşifrasyon sürecini kamuoyu önünde yaşatabildiğimizi, en azından belli, karşılanmayan, kabul ettiremediğimiz talepler konusunda da kendimize etkili bir kamuoyu yaratabildiğimizi yani bundan sonraki süreci belirlemek açısından yaratabildiğimizi düşünüyorum TCK’daki müdahale sayesinde. Ne oldu burada? Yani nasıldı eski TCK hali. Bölüm başlığını hatırlamıyorum şu an. Hemen hemen %90’ı kadınlara karşı işlenen tecavüz, taciz, sarkıntılık vs. gibi isimler vardı orada. Bütün suçlar genel ahlak hatta yeni yapılması gereken TCK’ya önerilen edep töresine karşı suçlar gibi bir üst başlık altında değerlendiriliyordu. Yani genel ahlak aile toplum düzenine karşı genel ahlaka karşı suçlar diye bir başlık açılıyordu. Ve bu başlığın altında bütün cinsel suçlar ve bugün tartışmakta olduğumuz müstehcenlik ve hayâsızca hareketler falan, hepsi bu başlık altında değerlendiriliyordu ve bizim tabi ki temel itiraz konularından bir tanesi cinsel suçların, orda ufak bir görüş ayrılığımız olmuştu platformda. Ben cinsel hak ve özgürlüklere karşı suçlar olarak bölüm başlığı konmasını önermiştim mesela bazı hukukçu arkadaşlar ile beraber. Ama yine de idare eder bir bölüm başlığı oldu. Vücut dokunulmazlığına karşı suçlar başlığı altına alındı bu bölüm. Bütün bu cinsel suçların genel ahlak ve aile bağlantısı dışında birey üzerinden ele alınıyor olması çok ciddi bir büyük adımdı TCK açısından ve bütün yasal sistematikler açısından aslında. Hepimizi ilgilendiren önemli bir adım oldu bu. Bundan böyle Türkiye’de cinsel suçlar bireyin kendi vücut dokunulmazlığına karşı işlenen suçlar olarak algılanacak. Bir başka önemli şey bizim konumuzu yakından ilgilendiriyor bu değişim süreci. Irza tecavüz kavramı vardır. Irz, namus, sarkıntılık gibi yani daha çok iffete, namusa, ahlaka gönderme yapan kavramları da temizlemeye çalıştık TCK’dan. Ve bunların hepsi çıktı. Henüz ne yazık ki hâlâ adli süreçlerde biz ırza tecavüz gibi hocalarımızın laflarında ve konuşmalarında, medyada falan durmadan ırza tecavüz gibi laflar duyuyoruz ama bu bir süreç. Bu süreci mutlaka bizim kanundaki gibi ayıklamamız gerekiyor. İçeriğinde ahlaka gönderme yapan tecavüz gibi, sarkıntılık gibi, zina gibi kavramlardan dilimizi ve hukuku arındırmak hep beraber ortak yapmamız gereken işlerden bir tanesi ama TCK’nda bunu başardık.

Başardığımız şeylerden bir tanesi de mesela, adam kavramı üzeriden herkesin ifade edilmesi idi. Kaçırma suçlarının önemli bir bölümü cinsel içerikli kaçırma suçlarının %99’u kadınlara ve çocuklara karşı işlenen suçlar adam kaçırma suçu olarak değerlendiriliyordu. İşte, insanı öldürme suçu yok, adam öldürme suçu var. Hâlâ biz mahkemelerde öldürülen kadınların duruşmasına girdiğimiz zaman orada adam öldürme diye okuyoruz yine duruşma listelerinden. Ama TCK anlamında bu değişikliği de yaptık. Hâlâ emniyetin ve hukuk sisteminin dili değişmese bile en azından biz kanunu değiştirmiş olduk hepsi insan başlığı altında oldu. TCK’daki aslında en kritik, en yoğun tartışmalardan birini, tam da Ali’nin söylediği gibi bu ayrımcılık maddesinde yaşadık. İki büyük tartışma yaptık bu ayrımcılık maddesinde.
Ayrımcılık yapılamayacaklar arasına cinsel yönelim ayrımcılığının da sokulması için mücadele ettik. Aslında çok kamuoyuna yansımamakla beraber 216. Maddede halkı kin ve düşmanlığa, tahrik ve aşağılama maddesine o konjonktürün dalgalanması içersinde ikinci fıkrasına cinsiyetin eklenmesini sağladık. Bu biraz kendiliğindenmiş gibi oldu. Üzerinde çok yaygara koparılamadı. Tekrar dönüp oraya cinsel kimliği ekleyemedik. Ama şöyle bir maddemiz var. Kamuoyu çok bilmiyor. Halkın bir kesimini, sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet veya bölge farklılığına dayanarak alenen aşağılayan kişi, kadınlar olarak cinsiyet nedeni ile sürekli karşı karşıya kaldığımız bir durumdan bahsediyoruz tabi altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılacak. Bu maddede daha önce cinsiyet yoktu. Oraya sokmayı başarmıştık o maddeyi. Ayrımcılık maddesine yüklenirken de alt komisyonda her iki parti tarafından kabul edildi bu. Fakat son dakika meclise yansıdığında alt komisyonda kabul edildiği halde adalet komisyonun genişletilmiş haline yansıdığında bu cinsel yönelim oradan çıkartıldı ve korkunç bir mesajdı aslında kamuoyuna oradan çıkartılması. Yapabilirsiniz gibi bir mesaj. Orada ‘…..ve benzeri nedenlerle ayrımcılık yapılamaz’ hükmünün içerisine bunu sokmak için çalışmak lazım. Şu an bu, bir ceza kanunu suçu. Net olarak tanımlamak zorunda ama bunu, kimlere karşı suç işlenmesini tanımlıyor. Suçu tanımlıyor. Bence çok elverişli bir hukuk yorumu var burada. Bence buraya sokulabilir aslında bu. Hazır Cemil Çiçek de böyle bir söz vermişti zaten cinsiyetin içinde cinsel yönelim de var gibi bir söz, söz demeyelim de neyse. ‘….ve benzeri sebep’lerin içine bence çok net bir şekilde girebilir. Hâlâ böyle yorumlayabiliriz bunu. Aynı şey Anayasa için de, Ceza Kanunundaki 122. Maddedeki ayrımcılık maddesi için de geçerli. Bence buraya da giriyor cinsel yönelim ayrımcılığının hâlâ yapılamaz olması ve suç olması. Bu konuda birkaç hukukçu hocadan bir mütalaa alarak işletebileceğimiz bir madde olduğunu düşünüyorum ben bu maddenin hâlâ.

Ayrımcılık maddesinin en büyük handikaplarından bir tanesi ayrımcılığı madde madde sayması oldu ki bu hukuk tarihi açısından, dünya hukuku açısından ayrımcılığı 1,2,3,4 konu diye sıralamak gibi saçma sapan komik bir hukuk düzenlemesi oldu. Cinsiyet ayrımcılığını ya da ırk, etnik ayrımcılığı, taşınır mal alıp satmak, devretmek, hizmet vermek-vermemek, besin maddesi, yiyecek vermek-vermemek, ekonomik faaliyette bulunmak-bulunmamak gibi 4-5 madde oldu. Asıl tehlikeli tarafı da bu oldu mesela. Geçenlerde bir imam için işte kadına çalışması konusunda laf eden, kadının dokuz nefsi olduğunu, hâkim olamayacakları için çalışmaması gerektiğini söyleyen bir imam hakkında bu maddeden suç duyurusunda bulunurken çok zorlandık mesela. Büyük olasılıkla buraya değil de az önce söylediğim 216. maddeye girecek. Bir de o din görevlilerinin yapamayacağı işler var. O maddeler girecek diye düşünüyorum. Ne oldu TCK’nin son halinde. Genel ahlaka karşı suçlar diye bir bölüm tabi ki kaldı. Biz bölümün kendisinin tamamen çıkartılmasını, içeriği tamam, cinsel suçların önemli bir bölümü ayrıca bireye karşı, bedensel dokunulmazlığına karşı suçlar diye ayırdık. Onu başardık. Aslında TCK içerisinde genel ahlak diye bir kavramın, bölümün olmaması gerekiyordu. Ama kaldı bu bölüm. Fakat hiç olmazsa içeriğini epey bir daraltmış olduk. Ne var o bölüme baktığımız zaman. Tabi o daraltma da sizler de izlemişsinizdir. Hiç kolay olmadı. Çok ciddi tartışmalar yaşadık o bölümde de. Hayâsızca hareketler var 225. madde. Müstehcenlik var 226. madde. Fuhuş var 227. madde. Kumar oynamak… 5 tane. İyice daraltılmış oldu ama o duruyor orada. Her bir madde sizi, bizi ilgilendirmeyi devam edecek maddeler. Bu hayâsızca hareketler maddesi gerçekten çok feci uğraştığımız maddelerden bir tanesi oldu. Yani ilk hali, bir tek örnek veriyorum. Vücudunun herhangi bir bölgesinin görünmesi diyordu. Maddenin tanımı içerisinde vücudunun herhangi bölgesinin görünmesi diyordu. Diz kapağımız mı? Omuz başımız mı? Neresi görünürse hayâsız hareket sayılacak tartışmaların yaptık kamuoyu önünde. Başbakanın danışmanı, Adalet Bakanlığı baş danışmanı Doğan Soyaslan’ın kitaplarından örnekler vermiştik mesela. Çok tipik bir şey vardı. İnkâr etmedi ve savundu bunu. Rüzgârda eteği açılan kadın hayâsızca hareketlerden ceza alacak diyor. Yani suç oluşur. Kadının görevi, hava rüzgârlı ise ona uygun giyinmek ve rüzgârda eteğinin açılmamasını sağlamak. Yani bunu başaramıyorsa hayasızca harekettir diyen… Zamanımız olsaydı çok güzel maddeler var. Sahnede dans ederken fermuarı bozulan kadının göğsünün ya da bir yerinin görünmesinin girip girmeyeceği gibi. Biz bunu gerçekten çok yorucu bir şeyden sonra, alenen cinsel ilişki ve teşhircilikle sınırlandırdık. Ama son dakika çok muhafazakâr hocalarımızdan bir tanesi tüm kitaplarına eski maddenin gerekçesini soktu. Onunla nasıl baş edeceğiz bilmiyorum. Onun içinde de ‘vücudun herhangi bir bölümü’ var ama asıl olan yasanın kendisi. O gerekçenin de tekrar elden geçmesi lazım.

Müstehcenlik maddesini bilmiyorum anlatmaya gerek var mı? Gerçekten çok tartıştığımız maddelerden bir tanesi oldu. Yani burada hani akıllarımızda olsun. Müstehcen sayılacak şeylerden bir tanesi benim en çok sinir olduğum düzenlemelerden bir tanesi ‘doğal olmayan yoldan yapılan cinsel davranış’ diyor. Yani her şeyi sokabiliriz. Kime göre doğal bir şey. O zaman ayıp da bir şeyi de meclise göndermiştim ama. Misyoner pozisyonu dışındaki her şeyi siz doğal olmayan yoldan diyebilirsiniz. Gerçekten denebilir. Çok ağır cezası var. Cezalar öyle ağır ki herhangi bir yayını kapatabilir vs. burada AB uyum reformundaki o bilim eserleri, sanat eserleri gibi kavramlar, kitaplar ve eserlerdeki istisnayı da çıkartmışlar. Bu da bizim zorumuz ve hatırlatmamızla. Uyum paketini de koydunuz AB istedi diye. Kanunun kendisini tekrar çıkartıyorsunuz yani. Bu nasıl bir şey. Nasıl anlatacaksınız diye. Son dakika biraz sınırlı bir şekilde tekrar koydurabildik bu maddeyi. Ve sanat da girmedi tabi. Sanatı da koymadılar o arada. Burada tabii kamuoyu, medya, yazarlar, çizerler herkesin ayaklanması lazımdı. Kadın hareketi üzerine bırakılacak bir madde değildi. Bizim elimizden ancak bilimsel eserleri sokabilmek geldi o dönem. Sanatı falan sokamadık tabii bunun içerisine. Fuhuş maddesini çok tartışmadık çünkü fuhşa zorlanan kadınların cezalandırılması ile ilgili bir düzenleme yoktu. Biraz hızlı geçti orası. Kumar ve dilencilik konusunu hiç anlatmak istemiyorum. Ama genital bölge muayenesi hepimizi ilgilendiren bir kavram. Bunun orada konuş biçimi konusunda gerçekten çok büyük bir problem var. Biz hâlâ bunun üzerinde durmuyoruz. Bekâret kontrolünün suç olmasını istemiştik. Ve yapanın yaptıranın ciddi cezalara çarptırılmasını istemiştik. Ama o namus takıntısını ille o alt bilinçlerinde ve ne yazık ki bu da AKP sorumlu değil bu süreçten. CHP de bizzat sorumlu. Sırf bekâret kelimesini TCK’ya hani bekâret kontrolü suçtur kelimesini sokmamak için genital organ muayenesi diye 287. maddede bir madde uydurdular ki bugün herhangi bir erkek, öğrenci, lisede bir erkek çocuk kanama nedeniyle genital organ muayenesi yaptırsa hâkim izni istenecek falan yani. O kadar saçma bir madde haline geldi. Epeyce de problem olacak bir madde Türkiye’de. Çünkü kadın erkek ayrımı yapmaksızın genital organ muayenesi diyor ve üstelik de yapan yaptırana ceza getiriyor. Normal olağan sağlık muayenesinde bile uygulanacak bir madde burada. Geçtiğimiz günlerde bir psikiyatr ile karşılaştım. Ve gerçekten de, bu kadına yönelik şiddet vs. alanında kamuoyu önünde konuşan bir psikiyatr, çıktığımız bir televizyon programı sonrasında bulunduğumuz ortamda, GATA’da askerliğe elverişsiz raporu alınması için bir dönem video kayıtları isteniyordu cinsel ilişki sırasında, piyasadaki hoca diye dolaşan bir tanesinin video kaydını izlediğini, yani ilişki halinde iken video kayıtlarını istiyordu GATA bir ara insanlardan, bu psikiyatristimiz bu hocanın video kaydını izlemiş. Israrla sorduğum halde ‘nasıl izlediniz?’, bir mahkemede size ‘bilirkişilik’ mi geldi, yoksa siz GATA’da o raporu veren heyetin içinde miydiniz bunu izlediniz? İkisine de hayır dedi. O zaman izleme yetkiniz yok. Yani bu biriktirilen bantları her önüne gelen psikiyatr ya da gazetecilere ya da bilmem kime izletebiliyorlar mı? Siz ne hakla izleyebildiniz bunu? Alamadım cevabı. Kaçtı cevap vermekten ama çok da can sıkıcı bir şeydi. Çünkü ulu orta herhangi birisinin her kim olursa olsun o, bu tür kayıtların hukuken ehliyeti olmayan mahkeme kararı olmadan bir takım insanların eline geçip izlenip ulu orta anlatılması epey can sıkıcı bir şeydi. Kendi başıma gelmiş gibi canım sıkıldı.

Özlem Çolak: Bana devredildi ama çok fazla anlatacak şeyim de kalmadı açıkçası. Ben belki biraz şeyden bahsedebilirim. Lambdaistanbul olarak anayasanın onuncu maddesine cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği eklensin sürecinde yaptıklarımızı anlatmak ve bunun üzerinden belki daha sonra da tartışmak için. Biz anayasa konusunda tek bir madde üzerinden götürdük çalışmayı. Dokuzuncu madde. Eşitlik maddesi. Aslında şöyle bir şey var. Bu çalışmalar anayasa ile birlikte başlamadı. Ali de bahsetti biraz. Zaten LGBTT örgütlerinin bu hak ihlalleri ve hukuk komisyonu dolayısıyla bir senedir yürüttüğü çalışmalar için bir hedef olmuş oldu. Ve bunun üzerinden elimize bu fırsat geçince daha kapsamlı ve daha sıkı bir çalışma ile bu anayasa… Çünkü benim hatırladığım bu TCK sürecinde ben çok işin içinde değildim ama LGBTT örgütlerin katılması biraz geç olmuştu bu sürece. O yüzden de son anda yapılan etkinliklerle çok az ses çıkarılabildi. Ama anayasa hazır böyle fırsat gelmişken bunu kaçırmamak en başından işi sıkı tutup iyi bir baskı kurmak, kampanya yürütmek üzerinden çalışmalar başladık. Bununla ilgili yaptığımız en gözle görünür etkinlik kartpostal eylemi idi. Bir kartpostal hazırlayıp işte önünde terazi tutan kadın, arkasında Burhan Kuzu’ya yönelik bizim şöyle şöyle taleplerimiz var. Anayasanın onuncu maddesine cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ibaresinin eklenmesi istiyoruz şeklinde ve insanların adını soyadını yazıp imzasını atıp yolladığı bir kartpostal eylemi tasarladık ve bunu uyguladık. Ve bunu hem diğer illerdeki LGBTT örgütlerine hem de LGBTT örgütlerinin olmadığı ama bir şekilde bağlantımız olduğu illere gönderdik ve 16 Şubatta yanlış hatırlamıyorsam bir basın açıklaması ile bu kampanyayı başlatmış olduk ama anayasa süreci rafa kaldırılınca çünkü biz uzun bir süreç olmasını tasarlamıştık altı ay gibi belki daha uzun. Anayasa çalışması dediğim gibi rafa kaldırıldığı için bu da kendi kendine sönümlenmiş oldu. Daha sonra raporu da çıkan bu hak ihlalleri çalışması dolayısıyla elimizde birikmiş olan hem yaşadığımız, hem gördüğümüz, raporladığımız olaylardan elimizde birikmiş olan vakalardan hem de diğer yaptığımız çalışmalardan kaynaklı elimizde bilgileri toparlayıp bir anayasa gerekçe dosyası hazırladık ki bence bu çalışmanın en önemli kısımlarından biri de oydu çünkü ben bir kere daha baktım buraya gelmeden önce ve baya ciddi, kapsamlı bir çalışma olmuş. Bu herkesin eline geçmedi. Bu anayasa gerekçe dosyası anayasayı hazırlayacak olan milletvekillerine gönderilmek üzere hazırlanmıştı. Sebebi de şuydu. Biz bu talebimizi ilettik. Bununla ilgili basın açıklamaları yaptık, eylemler düzenledik ama şöyle tepkilerle karşılaştık. Hepiniz görmüşsünüzdür, okumuşsunuzdur. İşte ‘Bu 22. Yüzyılın meselesidir. Daha bu çağda ne bu? Nasıl böyle bir şey talep edebilirsiniz’ gibi böyle hani neresinden tutsanız elinizde kalacak saçma sapan açıklamalarla karşılaştık. O yüzden bizim çok sağlam gitmemiz gerekiyordu. Biz bunu istiyoruz, talep ediyoruz. Çünkü sebeplerimiz bunlar gibi hiçbir yerinden açık bırakmayacak bir şekilde. Bize karşı yürüttükleri bütün o saçma argümanları çürütecek bir şekilde sağlam bir dosya hazırlamamız gerekiyordu. Onu hazırladık. Belki genel olarak şunu söylemek daha iyi olur. O dosyaya bakarken de benim gördüğüm şöyle bir şey var. Bazı kanunlar var. Direk LGBTT bireylerini mağdur konumunda bıkabilecek ama ne TCK’de ne Anayasada birebir eşcinsel bireyler yönelik veya travesti transeksüel bireylere yönelik birebir ayrımcılık uygulayacak bir şey yok gibi görünüyor, görünür de hani. Mesela anayasanın onuncu maddesinde de işte sayıyor, sayıyor, sayıyor ve diğer sebepler diyor. Bu aslında iyi bir açıklık bırakıyor ama sorun burada. Hem ceza kanununda, hem anayasada, hem medeni kanunda bu açıklıklar olmasına rağmen bizim lehimize kullanabileceğimiz ahlak kavramı bütün bu lehte kullanılabilecek her şeyi aleyhe çevirin bir durum yaratıyor. Burada gösterebileceğimiz en önemli örnek de Lambdaistanbul’a açılmış olan kapatılma davası. Örgütlenme özgürlüğü gibi en temel haklardan olan gerek anayasada garanti altında alınmış gerek Türkiye’nin imzalamış olduğu uluslar arası sözleşmelerde kesinlikle garanti altına alınmış bir hak ki anayasada böyle bir madde var ulusal yasalar çeliştiğinde uluslararası yasalar geçerli olur. Bütün bunlara lehimizde birçok şey olmasına rağmen bu ahlak kavramı çerçevesinde dava açıldı ve sürüyor halen. Bitmek bilmeyen bir dava haline geldi. İşte tam da bu yüzden her şeyin çok net ve kesin bir biçimde kanunda belirtiliyor olması gerekiyor. Çünkü her ne kadar lehte de olsan bunlar bizim aleyhimize çok çabuk çevrilebiliyor. O yüzden cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ibarelerinin kesinlikle anayasada olması gerekiyor üzerinden yürüttük politikamızı. Bu tabii ki bunu yürütürken de yüzde yüz başarıya ulaşacağız, mutlaka yapacağız bizim amacımız bu ama belki yine buna bir aralık bırakarak olma ihtimaline. Belki olmayabilir ama bizim için diğer önemli bir nokta da aslında bunu biraz gün yüzüne çıkarmaktı bu meseleyi. Görünür kılmak, konuşulur kılmak ve bunun var olduğunu insanlar anlatmak. Bununla da ilgili milletvekilleri ile görüştük. Bize yakın olan. Bizim sözümüzü meclise taşıyabilecek olan milletvekilleri ile görüşmeler yaptık. Zaten öyle veya böyle bunun sonucu değil Sebahat Tuncel bununla ilgili yakın bir zamanda soru önergesi verdi. LGBTT bireylerin hak ihlallerine yönelik bir sürü çalışma yapılıyor diye. Belki çok tatmin edici bir cevap alamayabiliriz ama önemli olan mecliste bu konunun konuşuluyor olması. Bütün o süreçte bize yürütülen o argümanlara karşı bunun meclis tutanaklarına geçiyor olması önemli bir şey. Benim anlatacaklarım bu kadar.

Yasemin: Elbette anayasanın eşitlik maddesine cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ibaresinin girmesi bizim açımızdan üst bir garanti madde olacak. Yani bu madde eğer düzenlenirse bu şekilde kalmayacak. Bununla ilgili uyumsuz olan bütün kanunların değişmesi gerekecek. Ben stratejik olarak bunu yapmamızın önemli olduğunu, hem konunu kamuoyunda gündeme gelmesi hem de eşit haklarımızın tanınması gerekliliğine ilişkin böyle bir maddenin bu şekilde düzenlenmesinin önemli olduğunu düşünüyorum. Ama başka bir strateji daha yürütebileceğimizi düşünüyorum. Hukuk açısından anayasanın onuncu maddesinde işte ırk, dil, din, cinsiyet diye saydığı ibarelerin yanı sıra ‘ve benzeri’ diye bir ifade kullanılıyor. Yani bunlarla sınırlı tutmuyor, başka bir nedenle de olsa toplumun çoğunluğundan daha farklı olanın haklarını eşit bir şekilde garanti altına alındığını söylüyor. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde de ayrımcılığa karşı 14. madde var. Bu maddede de cinsel yönelim ayrımcılığı yasaklanmış. Orada da ırk, din, dil, cinsiyet, yaş, engellilik gibi vb. diyor. AİHM bu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini yorumlarken LGBTT bireyler yönelik ayrımcılık davalarında orada geçen ‘other status’ yani benzeri nedenler bizim kanunumuzda ve benzeri nedenler olarak çevrilen durumu LGBTT bireyler lehine yorumladı ve mahkeme kararlarında o maddeye gönderme yaparak LGBTT bireyler lehine karar verdi. Aynı şeyin Türk hukukunda mevcut olacağını düşünüyorum. Hukuk teorisi açısından uygundur diye düşünüyorum. Mesela iş kanununun eşitliği düzenleyen beşinci maddesinde de vardır bu ırk, din, dil vb. diye sayar. İş yerinden cinsel yönelim veya cinsiyet kimliği nedeniyle atılan bir bireyin hakkının da bu madde kapsamında korunduğunu, korunması gerektiğini düşünüyorum. Sorun şuradan kaynaklanıyor. Tek sorun bu cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği kelimelerinin kanun maddelerinde geçmemesi değil. Pratikte bu davaları açan bu durumda mahkemelere başvuran, bu maddelerin uygulanmasın talep eden bireylerin çıkmaması bana göre sorunun bir başka boyutu. Stratejik olarak aslında böyle bir ayrımcılığa maruz kaldığımızda bu maddelerin uygulanmasını isteyip mahkemenin nasıl bir karar vereceğini beklemek. Eğer mahkeme aleyhte bir karar veriyorsa bunun uluslararası mekanizmalarına başvurmak de stratejik anlamda önemli. Mesela bu TCK’nin 216. maddesi halkı kin ve düşmanlığa sevk etmek maddesi. Bu maddede de sayıyor. Bölgeden dolayı, cinsiyetten dolayı halk arasında bir farlılık ayrımcılık yaratan halkın bir bölümünü bir bölümüne karşı kışkırtan insanların cezalandırılacağını söylüyor ki Fevzi Nur Dündar’a karşı açılan dava hukuk teorisi açısından çok çok önemli bir dava. Çünkü orada cinsel yönelim, cinsiyet kimliği ibaresini halkı düşmanlığa teşvik için alenen yazmadığı halde savcılık cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğine karşı halkı düşmanlığa sevk etmeyi de bir ayrımcılık, bir gruplar arası çatışma yaratma olarak algılayıp bu davayı açtı. Bu Türkiye’deki hukuk teorisi açısından eşcinsellerin en önemli, izlenmesi gereken en önemli dava bu. Çünkü burada bu benzeri nedenler ile denilen şeyin pratik uygulamasın burada gördük. Pratikte bunu kabul etti. ‘Evet, eşcinsellere yönelik sen halkı düşmanlığa teşvik edersen sen bu madde kapsamındasın açıkça yazmasa da’ dedi mahkeme. Bu çok önemli. Bu işte benim bahsetmeye çalıştığın o stratejinin pratikteki yansıması. Eğer biz işyerlerinden cinsel yönelim veya cinsiyet kimliği yüzünden atıldığımızda mahkemeler başvuracak cesarete sahip olup bu davaları izlersek ‘ve benzeri nedenler’ ibaresinin bize uygulanmasını istersek bu anayasaya cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ibaresinin eklenmesi gibi önemli bir sonuca vardıracaktır bizi. Hukukun fiilen içinde bunu başarmak yani mahkeme kararları ile bunu emsal nitelikte yüksek yargı kararlarına dönüştürmek en az anayasaya yazdırmak kadar güçlü bir etki yaratacaktır bizim lehimize. Aslında pratikte pek bu davalara başvuramıyor olmamız, açığa çıkmamak için mahkemeye gitmiyor olmamız veya haklarımız kazanacağımıza inanmıyor olmamız da bizim önümüzü tıkayan bir şey diye düşünüyorum ki anayasaya cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği kelimelerini eklenmesi kadar anayasadan genel ahlak ibaresinin temizlenmesi bizim için bu kadar stratejik ve önemli bir şey. Çünkü genel ahlakın Türk hukukunda pek çok yerde, basın kanunundan medeni kanuna, ceza kanununa, anayasaya kadar genel ahlak ibaresinin geçtiği çeşitli kanunlar ve bu genel ahlakın hiçbir kesin tanımı yok. Yani genel ahlak dediğinde neyi kastediyor? Neler o kavramın kapsamı içindedir? Neler dışarıda kalır? Neler ahlaksızlık fiilini oluşturur? Kesin tanımlama olmadığı için belirsiz bir yaptırımla belirsiz bir fiilin yaptırımla karşılaşması riski ile yaşıyoruz. Bu anayasada kadın platformunda özellikle çalıştığımız ve tartıştığımız bir şey oldu. Anayasada genel ahlakın geçtiği maddeleri tespit edip bunların temizlenmesini istemekti. Bunun eşcinseller açısından çok önemli bir sonucu var.

Ali Erol: Çok güzel bir özetleme yaptın. Ben buradan somut bir şeyi ele almak istiyorum izninle. Tartışma dün de bir oturumda gündeme gelmişti. Biz eşitlik, özgürlük istiyoruz. Bunun insan hakları bağlamında tanımlanması ve somutlanması nerede karşılığını bulacak? İşte Avrupa Birliği üzerine mi gibi tartışmada da dönmüştü. Şimdi bunu nasıl şu anki güncel yürüttüğümüz pratiğe uyarlayabiliriz? Senin bu yaptığın özet benim işimi kolaylaştıracak diye düşünüyorum vereceğim örnekte. Anayasanın onuncu maddesine cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ekensin diyoruz. Niye bunu diyoruz? Aslında daha en baştan yasal bir güvenlik şemsiyesi istiyoruz. Ama diğer taraftan de ne olduğu belirsiz o dönemki dengelere, koşullara hatta bireysel yargılara göre içini doldurduğu bir genel ahlak kıskacı var. Başka bir yerde bizi ablukaya alan başka bir sınırlama da var. Burada özellikle dönem dönem andığımız bir durum. Ben bir cümle okumak istiyorum izninizle. Gazeteci Baki Koşar’ın öldürülmesi ile bir kez daha gündeme gelen bir durum bu. Nedir bu? Diyoruz ki ‘ve diğer başka sebeplerle’ kısmını aslında biz istersek cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ayrımcılığını da kapsayacak şekilde yorumlayabiliriz diyoruz. Yorumlanması için zorlayabiliriz. Biz yorumlamayacağız bunu. Mahkeme yorumlayacak. Ama mahkemeler nasıl yorumluyor? İşte bir nefret cinayetinde ceza indirimine yol açacak bir yorumu nerden harekete geçiriyor. Aslında tam da içinde bulunduğumuz sosyal, zihni şeylerle. Yani bir durumdan hareketle getiriyor. Yani diyor ki işte mevcut yasalarda, o dönemde altını çizdiğimiz bir nokta, mevcut yasalarda eşcinsellere yönelik açık ayrımcılık yaratan maddeler yalnızca askeri mevzuatta (doğal olmayan yollardan ilişkiyi kastediyor) bulunmakla birlikte sivil yasaların yorumlanması anlamına gelen mahkeme kararları ile yasalarda olmayan ayrımcılık mahkeme kararları iç hukuk haline getirilmektedir. Bu durumda yasaların yaratmadığı ayrımcılık mahkeme kararları ile yaratılmakta ve anayasanın onuncu maddesinden düzenlenen eşitlik mahkeme kararları ile ihlal edilmektedir. Bu durum mahkemenin tarafsızlık ilkesine gölge düşürmektedir. Ama tarafsız olmamaktan hiç gocunmuyor mahkeme. Aslında nasıl ki bizim dışımızdaki bu yasal süreç iç içe geçmiş katmanlardan oluşuyor, ayrımcılığı düzenleyen maddeye cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğinin de eklenmesini istedik TCK’de ama diğer tarafta bize kaşıkla verilen bir hak, bir güvence pekâlâ müstehcenlik ile muzır kurul yasası ile ve diğer alt ya da paralel yasalarla kepçeyle geri alınabiliyor. Ya da alınabilecek potansiyeli taşıyor. Bu durumda bu potansiyele müdahale de bizim mücadelemizin de çok katmanlı olmasını gerektiriyor. Şu an biraz politik sezgi ile biraz koşullarımızdan dolayı ben doğru yolda olduğumuzu düşünüyorum. Fiilen çok katmanlı bir mücadele sürdürüyoruz biz aslında. Bir tarafta onuncu maddeye cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ayrımcılığının eklenmesini istiyoruz. Diğer taraftan da aslında tam da bu ayrımcılığa karşı mahkeme organları ve diğer ilgili organların zihin dünyasını dönüştürecek kendi hayat alanlarımızı genişletiyoruz. Bu nasıl oluyor? Hâkimlere ya da savcılara verilen kapalı bir salon seminerinden doğrudan bu topraklarda yaşayan LGBTT bireylerin canlı kanlı hayatın içinde görünür olmaya başlamasıyla ve başka katmanlarla iç içe geçmiş bir mücadele ile dönüşüyor bu diye düşünüyorum.


*Konuyla ilgili haberler:

[[TEO 6: Eşcinsellik ve Yoksunluk Hali]]

[[TEO 5: Eşcinsel ve Gazeteci Olmak]]

[[TEO 4: Eşcinsel ve İşçi Olmak!]]

[[TEO 3: Eşcinsel ve Öğrenci Olmak!]]

[[TEO 2: Türkiye’de Eşcinsel ve Sanatçı Olmak!]]

[[TEO 1: Türkiye’de Kadın ve Eşcinsel Olmak]]

[[22 Mart’ta ‘Türkiye’de Eşcinsel ve Sanatçı Olmak’]]

[[9 Mart’ta ‘Türkiye’de Kadın ve Eşcinsel Olmak’]]

[[Türkiye'de Eşcinsel Olmak!]]

Etiketler: insan hakları, sivil anayasa
İstihdam