29/12/2015 | Yazar: Kaos GL

Yaşam olarak kabul edilmeyen yaşamların, sağlık hakkının yanı sıra diğer insan hakları alanı ile ilişkisi yok sayılmakta.

Tıbbi bilginin biyopolitikası Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Yaşam olarak kabul edilmeyen yaşamların, sağlık hakkının yanı sıra diğer insan hakları alanı ile ilişkisi yok sayılmakta ve bu dışlanan kesimler, en az diğerleri kadar insan olduklarını her seferinde ispata zorlanmaktadır.

Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası’ndan Cahide Sarı Kaos GL dergisinin Sağlık dosya konulu 143. sayısına yazdı:

Siyasal yaşamın sınırlarını belirleyen rasyonelliğin üretilmesinde tıbbi kriterlerin de iş başında olduğunu görmekteyiz. Antik yunanda vücut ısısı düşüklüğü gibi bir durumun kadınları siyasal yaşamdan dışlamak için makul bir gerekçe olarak iş görebilmiş olması, tıbbi “bilginin” biyopolitik çerçevede toplumsal hiyerarşilerin oluşumuna nasıl hizmet ettiğini ortaya koymaktadır. Yoksul kesimlere atfedilen kimi psikolojik belki de psikiyatrik unsurların (tembellik, alkol ve diğer uyuşturucu maddelere bağımlılık, öz güven eksikliği, girişimci ruha sahip olmamak vb.) yoksulluğun açıklanmasında önemli parametreler olarak hala işlev gördüğünü ileri sürmek mümkündür. Benzer biçimde kara derililerin ve genel olarak tek tanrı inancından “yoksun” olanların ve bildiğimiz anlamıyla bir devlete sahip olmayanların, eksik ya da kusurlu insan olarak kabul edilerek siyasal yaşamdan dışlanmaları, maalesef siyasal tarih dediğimiz şeyin önemli bir bölümünü oluşturmaktadır.

Bir topluluğun sahip olduğu varsayılan norm ve kriterlerle uyuşmayan nitelikteki yaşamlar,  toplumsal dışlama mekanizmaları aracılığıyla yaşanmaya değmeyen hayatlar olarak kodlanmaktadır. Yaşam olarak kabul edilmeyen yaşamların, sağlık hakkının yanı sıra diğer insan hakları alanı ile ilişkisi yok sayılmakta ve bu dışlanan kesimler, en az diğerleri kadar insan olduklarını her seferinde ispata zorlanmaktadır. Sağlık alanında yürürlükte olan eril kodlama, erkek bedeninden elde edilen ölçütleri tüm bedenlere uygulayarak sorunlar yaratmakta ve kadın ile erkek bedeni arasına çizdiği sınırı mutlak kabul ederek çok sayıdaki bedensel oluşu görmemekte ve dolayısıyla sağlık alanını adeta bir ihlal alanına çevirmektedir. Dolayısıyla sağlık alanındaki hak mücadelesinin önündeki en önemli sorun alanı bu eril kodlama ve bu kodlamadan türeyen körlük ve yok sayma mekanizmasıdır.

Türkiye’de 90’lı yıllardan itibaren kamu ve özel sektörde sağlık hizmeti sunumu, bizzat kamu otoriteleri aracılığıyla yaygınlaştırılan piyasa mekanizması ile gerçekleştirilmektedir. Bu mekanizmanın başta sağlık hizmetine ihtiyaç duyanlar olmak üzere, sağlık emekçilerinin çalışma ve yaşam koşullarını son derece olumsuz etkilediğinin altını çizmek gerekir. Bunun yanı sıra sağlık alanında var olan eşitsizlik ve ayrımcılıklar temelleri 90’lı yıllarda atılan ve AKP hükümeti ile son şekli verilen neoliberal sağlıkta dönüşüm programı ile derinleşmiştir. Piyasa mekanizması, sağlık alanındaki eril kodlamayı derinleştirmiş ve şiddeti her anlamıyla yaygınlaştırmıştır. Kayıtlı bir işi olmayan, yoksul olan, prim borcu bulunan, vatandaşlık hakkı tanınmayan, özel sağlık sigortası yaptırmayanların sağlık hakkı yok sayılmış ve hizmet üretmenin kendisi başlı başına bir ihlal alanına dönüşmüştür. Sağlık sisteminde ortaya çıkan şiddetin, neoliberal politikalarla doğrudan bir bağı mevcuttur. Bu şiddet nedeniyle en çok mağdur edilen kesimler, yoksullar, işsizler, sağlık hizmetini güvencesiz ve öldürücü koşullarda üretmeye çalışan sağlık emekçileri ve eril tıp anlayışının ya yok saydığı ya da hastalıklı olarak tarif ettiği bütün bedenlerdir. Hastaya ve hastalığa yaklaşımın kendisi, eril kodların yanısıra kar ve kazanç itkisi ile örgütlendiğinden, sağlık alanında inanılmaz ölçüde şiddet ve ayrımcılık üretme kapasitesi yaratılmıştır.

Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) olarak, başta eğitim sistemi olmak üzere, sağlık, sosyal güvenlik ve sosyal hizmet alanlarının tümünün basitçe düzeltilmesini değil, var olan insan ve hak kavramlarının, ana akım insan hakları bağlamından taşan ve bu anlayışın göremediği ya da yok saydığı her boyutuyla tartışılarak yeniden oluşturulmasını istiyoruz ve tüm toplumsal alanın bu bağlamda yeniden inşasını acil ve önemli bir mücadele alanı olarak görüyoruz. Bu mücadele elbette, her şeyden önce yok sayılanların, hizmetlerden dışlananların, var olan normlar nedeniyle hayatının her alanında şiddete açık hale getirilenlerin ve gün geçtikçe sadece çalışma koşulları değil hayatları da güvencesizleştirilenlerin müşterek mücadelesidir.


Etiketler: insan hakları, sağlık
İstihdam