19/08/2024 | Yazar: Songül Karadeniz
“Trans+ların beden bütünlüğü, esenlik hali, maddi ve manevi varlıklarını geliştirme hakları doğrudan sosyal medya üzerinde yaygınlaşan nefret ile ihlal edilmekte”
Özge Özgüner / csgorselarsiv.org
Cinsiyet uyum sürecine dair dezenformasyonlar sosyal medya ve çeşitli platformlarda hızla yayılıyor. Özellikle, Türkiye'de cinsiyet uyum ameliyatlarının yaygın olduğu, bu operasyonların devlet bütçesine büyük bir yük getirdiği ve 18 yaşından küçük kişilerin de bu tür ameliyatlardan yararlandığı iddiaları öne çıkıyor. Bu tür dezenformasyonlar, kamuoyunu yanıltarak önyargı ve yanlış anlaşılmaları artırıyor. Olimpiyatlardaki cinsiyet temelli tartışmalar da transfobinin geldiği boyutu bize gösteriyor. Transların maruz kaldığı dezenformasyonları ve cinsiyet uyum sürecine dair yanlış bilgileri Teyit.org’dan Öyküm Hüma Keskin, 17 Mayıs Derneği’nin Genel Koordinatör Asistanı ve Uluslararası İlişkiler Sorumlusu Janset Kalan ve Pembe Hayat Derneği’nin Psikolojik Danışmanı Alper ile konuştuk.
Geçtiğimiz aylarda GLAAD tarafından yayınlanan 2024 Sosyal Medya Güvenlik Endeksi'nde (SMSI), sosyal medya platformlarının LGBTİ+ kullanıcıları korumada başarısız olduğu, nefret söylemi ve dezenformasyonu yeterince engelleyemediği vurgulandı. SAHNE Projesi’nin Onur Ayı Haziran 2024 İzleme Raporu da LGBTİ+’ların özellikle Twitter’da(X) uğradığı ayrımcı ve nefret söylemlerini ortaya koyuyor. Onur ayı boyunca konuyla ilgili X platformunda yayılan içeriklerin yüzde 27,3’ünün LGBTİ+’lara karşı ayrımcı ve nefret söylemi içerdiği anlaşılıyor.
Algoritmalar hak ihlallerini önlemede yetersiz
17 Mayıs Derneği’nden Janset Kalan, sosyal medyanın ifade özgürlüğü alanı olmaktan çıkarak, kapitalist sermaye araçlarının tekeline dönüştüğünü ve bunun da bilgi kirliliği, linç kültürü ile toplumsal cinsiyet karşıtı söylemleri artırdığını ifade etti ve ekledi:
"Küresel bir trend olarak artan hak karşıtlığı ve toplumsal cinsiyet karşıtı sermayedarların yaptığı yatırımların sosyal medyadaki algoritmalarda da bir değişiklik yarattığını görüyoruz. Konu translar olduğunda kullanıcılar dijital zorbalık, hedef gösterme ve trans bedenlerin aşağılanması yarışına giriyor. Buradan yola çıkarak hem ırkçılığın hem de mülteci düşmanlığının beslendiğini de görüyoruz. Esasında trans bedenler üzerinde üretilen nefret söylemleri ile ırkçı ve mülteci düşmanı söylemlerin bir arada olduğunu söyleyebiliriz. Tarihsel olarak, sosyo-ekonomik açıdan daha yoksul toplumlardan gelen ya da sömürgeciliğin beslediği ırkçılığı derinden yaşamış milliyetlere mensup trans kadınların çokça hedef gösterildiği bir denklem söz konusu. Sosyal medya mecralarının, teyitli/ doğrulanmış bilgi ve nefret söylemi, ayrımcı ifadeler ve ifade özgürlüğünü birbirinden ayrıştıracak insan hakları temelli algoritmaları, zorbalığı önleyici dijital mekanizmaları olmaması; yine kullanıcılarına tanıdığı birden fazla anonim ve fake hesap açabilme izni ile de bu durum katmerlenerek kötüleşmekte.”
Cinsiyet uyum ameliyatlarına dair dezenformasyonlar yaygın
Sosyal medyada özellikle cinsiyet uyum ameliyatlarının çok fazla sayıda olduğu, 18 yaşından küçük çocuklara da uygulandığı, LGBTİ+’ların aile kurumunu zedelediği gibi iddialar sıklıkla yayılıyor. Genel olarak cinsiyet uyum ameliyatı olmak isteyen kişilerin rakamsal olarak yoğunluğu hakkındaki iddiaların yaygın olduğunu belirten Öyküm Hüma Keskin, şunları söyledi:
“Buna ek olarak, sosyal medyadaki paylaşımlar, cinsiyet uyum sürecini "devlete bir yük olarak" değerlendiriyor ve sağlık hizmetlerinden yararlanmak için bekleyen ‘çok daha acil’ hastalar olmasına rağmen 10 binlerce kişinin ücretsiz cinsiyet uyum operasyonu geçirdiğini söylüyor. En çok karşımıza çıkan iddialardan biri de Türkiye'de cinsiyet uyum ameliyatlarını 18 yaşından küçük kişilerin de olabileceği. Bu da çocukların zarar gördüğü temasıyla yoğun olarak karşımıza çıkıyor. Yani iddiaların, bu operasyonların aile kurumuna ve çocuklara zarar vereceği ve sağlık kaynaklarının bu gibi "önemsiz" operasyonlara ayrılması konusunda dışlayıcı ve ayrımlaştırıcı yorumlarla yer bulduğunu söyleyebiliriz.”
Cinsiyet uyum sürecinin genital bölgelerde yapılan bir ameliyata indirgenmesinin yaygın bir yanlış bilgi olduğunu ifade eden Pembe Hayat Derneği’nin Psikolojik Danışmanı Alper, bu sürecin ameliyattan ibaret olmadığını vurguladı:
“Cinsiyet uyum süreci, giyim kuşamı ya da bedenin diğer bölgelerini içeren bir süreç olabilir. Hukuki bir süreç de olabilir; çünkü kişiler bazen isim değişikliği davaları açıyor. Aynı zamanda sosyal bir süreçtir; çünkü kişi “Bana artık Ayşe demeyin, bana artık Batuhan deyin” diyebiliyor ya da “Bana artık hanım değil bey diye hitap edin” diyebiliyor. Ailesine açılabiliyor; “Bana artık oğlum değil kızım deyin” gibi. Bu süreç, hormon kullanımını, giyim kuşam değişikliklerini ve kişinin cinsiyetini nasıl ifade ettiğini de içeriyor. Örneğin, 16-17 yaşlarındaki kişiler, hissettikleri cinsiyete uygun şekilde giyinerek ve saçlarını değiştirerek cinsiyetlerini ifade edebiliyor. Ya da kişi, “Ben hormon alacağım, bedenim, vücut hatlarım, kılık kıyafetim değişsin istiyorum ama genital bölgeme dokunmak istemiyorum” diyebiliyor. Dezenformasyon yayanlar bu durumu yanlış anlayarak, sanki bu kişiler ameliyat olmuş gibi lanse ediyor. Bu bilginin yanlışlığından kaynaklanıyor çünkü bir insanın gömlek giymesi ya da kısa saçlı olması için penisinin olması gerekmiyor.”
Veri şeffaflığı önemli bir ihtiyaç
İnternette yayılan iddiaların çoğunun açık kaynaklarla doğrulanabilir olmadığının altını çizen Öyküm Hüma Keskin, veri paylaşımı konusundaki şeffaflık sorununun bu alandaki varlığını da gösteriyor. Cinsiyet uyum sürecine dair yayılan iddiaları da teyitleyen Keskin dezenformasyonun translara yönelik nefret söylemi ve toplumsal baskıyı arttırdığını belirterek ekledi:
“Mesela kaç kişinin uyum operasyonu olduğu, kaç kişinin beklediği ve hangi hastanelerde sağlık raporu ve uyum operasyonu olmanın mümkün olduğu bilgisine ulaşılamıyor. Bu noktada sorumluluğu yalnızca medya çalışanlarına yıkmak pek doğru değil. Dezenformasyonla mücadele ancak çok yönlü ve çoğulcu bir katılımla mümkün olabilir. Sağlık Bakanlığı ve diğer sorumlular verileri açıklanmadıkça, translar ve uyum süreci hakkında dezenformasyon derinleşiyor. Dezenformasyonun önüne geçilebilmesi için başta Sağlık Bakanlığı olmak üzere kamu kuruluşlarının iş birliğine açık olması gerekiyor. Translar ve özellikle cinsiyet uyum süreci hakkındaki iddialar, translara karşı nefret söylemini ve toplumsal baskıyı artırıyor.”
“Ayrıştırıcı olmayan bir dil kullanılması çok önemli”
Gazetecilerin bu alandaki dezenformasyonlarla mücadeledeki sorumluluğunun büyük olduğunu belirten Keskin, “Özellikle nefret cinayetleri, cinsiyet uyum süreci gibi hassas başlıklarda ayrıştırıcı olmayan bir dil kullanılması çok önemli. Okuyucuların sahip olabileceği muhtemel soru başlıklarına bilimsel gerçeklerle cevap veren kapsayıcı haberlere her zaman ihtiyaç var. Bunun yanında, bilgilerin doğruluğunu da kontrol etmek gazetecilerin sorumluluğunda” dedi.
Kaos GL’nin 2023 Medya İzleme Raporu’ndaki verilere göre; 2023’te LGBTİ+ karşıtı haberlerin varlığı ciddi bir artış gösterdi. Medyadaki ayrımcı dilin bu alandaki hak kayıplarını da körüklediği güncel verilerden anlaşılabiliyor. Cinsiyet uyum süreciyle ilgili dezenformasyonlar ise transların yaşamını olumsuz şekilde etkiliyor. Halen yasal olarak cinsiyet uyum sürecine başlamak mümkün olsa da toplumda artan transfobi ve önyargılar, sağlık personelinin bu süreci zorlaştırmasına neden olabiliyor. Bu durum, transların hem fiziksel hem de psikolojik olarak daha fazla zorluk yaşamasına yol açıyor.
“Onarım terapileri ile kişiler sadece işkenceye maruz kalmış oluyor”
İntersekslere yönelik zorlayıcı tıbbi müdahalelerin ve translar üzerinde uygulanan sözde ‘onarım terapilerinin’ ne kadar zarar verici olduğu vurgulayan Psikolojik Danışman Alper, intersekslerin genital organlarına yönelik küçük yaşlarda cerrahi operasyonlar yapılmasının bu kişilerin ruhsal sağlığı üzerinde derin yaralar bıraktığı söyledi. Ayrıca LGBTİ+ olmayı hastalıkla ilişkilendiren dezenformasyonlar nedeniyle trans ailelerin çocuklarını, cinsiyet kimliklerini değiştirmek amacıyla “hocaya” ya da sözde onarım terapisi uygulayan psikoloğa götürdüğünü ifade eden Alper, bu tür müdahalelerin bireylerin kimliklerini kabul etmelerini engellediğini ve yoğun utanç, korku, kendinden nefret etme gibi olumsuz duygulara yol açtığını belirterek şöyle devam etti:
“LGBTİ+’lar da kimliklerini kabullenmek için zamana ihtiyaç duyabiliyor. Bu süreç engelleniyor, dolayısıyla kişiler yoğun utanç, korku duyguları yaşıyor ya da acı çekiyorlar çünkü birileri onları değiştirmeye çalışıyor. Bunun dışardan müdahaleyle veya zorlamayla değişen bir şey olduğunu görmedim. Bazen, dışarıdan müdahaleyle, zorlamayla LGBTİ+ kimliklerin değiştiği iddia edilebiliyor sosyal medya. Tabii ben gerçek hayatta böyle birine hiç denk gelmedim. Diyelim ki bu sözde onarım terapileri ile birileri gerçekten cinsiyet kimliğini değiştirdi... Yine de bu herkes için geçerli olabilecek bir durum değil. Ben dernek psikolojik danışmanı olarak bunu çok duyuyorum: Her ay, ‘Ailem cinsiyet kimliğimi anlayınca hocaya götürdü ya da bilmem ne terapistine götürdü, aylarca gittim, hiç de bir şey değişmedi’ diye arayan danışanlar oluyor. Ve kendileri için ne kadar yaralayıcı bir süreç olduğunu anlatıyorlar. Şimdi bir kişiyi gözünün rengi değişsin diye sık sık doktora götürürsen, bu kişi artık gözünden utanır, rahatsızlık hisseder. Onun gibi bir şey, yani kendinden utanma ve kendinden rahatsız olma sürüyor. Sözde onarım terapileri ile dışarıdan bir müdahaleyle cinsiyet kimliği değişmiyor, kişiler sadece işkenceye maruz kalmış oluyorlar.”
“Cinsiyetten kurtulmaktan ziyade kişinin cinsiyetini özgürce ifade edebilmesi”
LGBTİ+ aktivizminin amacının insanları cinsiyetsiz yapmaya çalışmak olmadığını, aksine insanların cinsiyetlerini istedikleri şekilde ifade edebilmelerini sağlamak olduğu vurgulayan Pembe Hayat Derneği’nden Alper, kimisinin cinsiyet kimliğini cinsiyetsiz olarak performe ederken, kimisinin de cinsiyet kimliklerini toplumsal normlara uygun şekilde sergilediğini ifade etti. Cinsiyeti kadın olarak atanan ama kendini erkek olarak tanımlayan bir kişinin erkeklikle ilişkilendirilen özellikleri benimseyebileceğine değinen Alper, meselenin cinsiyetten kurtulmaktan ziyade kişinin cinsiyetini hissettiği şekilde ve özgürce ifade edebilmesi olduğunun altını çizdi.
Translara 18 yaşından önce zorla hormon verildiği iddialarının de yanlış olduğunu, aksine ergenlik döneminde transların kendilerinin hormon tedavisi talep ettiğini ama geçmişte doktorların 18 yaşından önce bu müdahaleyi onaylamadığını açıklayan Psikolojik Danışman Alper, yeni bir hormon başlatmaktan ziyade mevcut hormonların etkilerini baskılayan puberte bloklayıcı ilaçlarla bedenin istenmeyen değişikliklerinin durdurulduğunu aktardı:
“Vücudunda doğal olarak testosteron üreten birine ‘Hadi sana östrojen verelim’ denmiyor. Sadece kişinin isteği, ailenin onayı ve hekimlerin uygun görmesiyle testosteron üretimini baskılayan ilaçlar veriliyor. Bu ilaçların da kullanımı bırakıldığı anda vücut eski düzenine geri dönüyor. Yani yeni bir hormon verme gibi bir durum olmuyor. Zaten bu ruh sağlığına da iyi gelen bir şey çünkü bu puberte bloklayıcı ilaçlar transların yaşadıkları disforinin daha baş edilebilir hale gelmesine yardım ediyor. Zira kişilerle konuşursanız, ‘Sakallarım çıkıyor, kıllanıyorum, sesim kalınlaşıyor; bundan hiç hoşlanmıyorum. Bu özellikler bastırılınca ruh sağlığıma da iyi geliyor, daha mutlu hissedebiliyorum’ diyorlar genellikle.”
“Dezenformasyonu önleyici adımlar atılmıyor”
Trans+’ların toplumun diğer kesimlerine kıyasla daha yoksul, daha fazla şiddete maruz kalan ve yalnız bırakılan bir grup olduğunun insan hakları izleme raporları ve akademik araştırmalarla ortaya konduğunu ifade eden 17 Mayıs Derneği’nden Janset Kalan; devletin ise bu durumu düzeltmek yerine, dezenformasyonu artıracak adımlar attığını belirterek şu ifadeleri kullandı:
“Henüz kendini keşfetme, açılma ya da beden uyum sürecinin başlarında olan pek çok trans, non-binary ve interseks cinsiyet kimliklerinde ve cinsiyet karakteristiklerinde hayatını güçlenerek inşa etmeye çalışan kişiler başta olmak üzere tüm trans+’lar açısından ciddi bir dışlanma, yaftalama ve nesneleştirme ile karşı karşıyayız. Temel sağlık hizmetlerinden tutun da yasa yapıcıların kararlarına müdahale edebilecek demokratik katılım hakkını kullanmaya varana kadar bir öcüleştirme, yabancılaştırma ve insan dışı muamelenin olağanlaşması söz konusu. Trans+ların beden bütünlüğü, esenlik hali, maddi ve manevi varlıklarını geliştirme hakları doğrudan sosyal medya üzerinde yaygınlaşan nefret ile ihlal edilmekte.”
LGBTİ+ örgütlerinin, gayri-resmi dayanışma ağlarının ve sivil toplumun sunduğu psiko-sosyal ve hukuki desteklerin tüm bunlarla başa çıkmakta önem taşıdığını aktaran Kalan, sosyal medya mecraları ile küresel ve yerelde yürütülebilecek her türlü ortak çalışmanın ve algoritmaları insan hakları bakış açısı ile dönüştürecek iş birliklerinin olumlu etki yaratacağını ifade etti.
*Bu haber, Avrupa Birliği’nin maddi desteği ile hazırlanmıştır. İçerik tamamıyla KaosGL.org’un sorumluluğu altındadır ve Avrupa Birliği’nin görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.
Etiketler: insan hakları, medya, sağlık, sağlık hakkı, özel haber, beda