20/11/2020 | Yazar: Kaos GL

“20 Kasım’ı ölüm ve katliamların içinde ‘nefrete inat, yaşasın hayat’ diyebilen iradenin birlik ve mücadele günü olarak anmak ve hatırlamak, hepimizin özgürleşmesine vesile olacak.”

Tüm Bel-Sen İzmir 1 No’lu Şube Kadın Komisyonu: “‘Nefrete inat yaşasın hayat’ demek hepimizin özgürleşmesine vesile olacak” Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Tüm Belediye ve Yerel Yönetim Hizmetleri Emekçileri Sendikası (Tüm Bel-Sen) İzmir 1 No’lu Şube Kadın Komisyonu, 20 Kasım Nefret Suçu Mağduru Transları Anma Günü vesilesiyle “20 Kasım’ı ölüm ve katliamların içinde ‘nefrete inat, yaşasın hayat’ diyebilen iradenin birlik ve mücadele günü olarak anmak ve hatırlamak, hepimizin özgürleşmesine vesile olacak” dedi:

“Dünyanın dört bir yanında insanlar kimi sevdikleri, ne giydikleri ve aslında kim olduklarıyla bağlantılı olarak saldırıya uğruyor. Dünyanın birçok ülkesinde lezbiyen, gey, biseksüel, trans ve interseks (LGBTİ+) olmak her gün ayrımcılığa uğramak anlamına geliyor. Ayrımcılığın nedeni cinsel yöneliminiz (kimden hoşlandığınız), cinsiyet kimliğiniz (doğumda atanan cinsiyetinizden bağımsız olarak kendinizi nasıl tanımladığınız), cinsiyet ifadeniz (nasıl davrandığınız, giyindiğiniz, saç ve makyaj vb. görünüşünüzle kendinizi nasıl ifade ettiğiniz) ya da cinsel özellikleriniz (örneğin cinsel organlarınız, kromozomlarınız, üreme organlarınız veya hormon seviyeleriniz) olabiliyor. LGBTİ+ hakları insan haklarıdır. Cinsiyet kimliği veya cinsel yönelimi ne olursa olsun, herkes eşit haklara sahiptir.

LGBTİ+’lar, özellikle de translar, çoğunlukla ekonomik ve sosyal olarak, tarihsel olarak, kaynakların dağılımı konusunda dışlanıyor; sağlık hizmetleri, istihdam ve barınmaya erişimde ayrımcılığa uğruyorlar. LGBTİ+’ları suçlu haline getiren planlı yasaların yanı sıra, taciz, korkutma ve keyfi gözaltılarla karşı karşıya kalıyor ve hem devlet aktörleri, hem de devlet dışı aktörler tarafından öldürülüyorlar.  İnsanların cinsel yönelimi veya cinsiyet kimliği her ne olursa olsun daha kapsayıcı yasaların çıkartılması için mücadele etmek, LGBTİ+’ların sağlık, eğitim, barınma ve çalışma haklarına erişimlerini de mümkün kılacaktır.

Dünyada ve Türkiye’de LGBTİ+ hareketi bugüne kadar önemli gelişmeler kaydetti, ancak halen yapılacak çok iş var. Gün geçtikçe artan muhafazakar yaşam tarzı dayatmasıyla, en ağır bedeli ödeyenin yine toplumun ötekileri olduğunu yaşayarak ve görerek, endişelerimizin üst düzeyde olduğu bir döneme tanıklık ediyoruz. Mevcut iktidar tarafından ötekinin de ötekisi olarak kodlanan LGBTİ+ bireylerin maruz kaldığı ayrımcılıklar, bu bireylerin en fazla yaşam ve çalışma haklarını ellerinden almaktadır.

Trans bireylere gelirsek, çalışma yaşamına kabul edilmemeleri, istihdamlarına yönelik özel önlemlerin alınmaması, bu bireyleri zorunlu olarak seks işçiliğine yöneltmiş durumda. Bu noktada trans bireyler denetimsizlik, sağlık sorunları, güvenlik endişesi, sistematik polis baskısı, bir dizi ağır problemle karşıya kalıyor. Sosyal devletin vatandaşlarına sağlaması gereken temel haklar, trans bireyler açısından tek tek değerlendirildiğinde yapılacakların ve taleplerinin neler olduğunu daha net görebiliriz.

Yaşam hakkı, herkes için en temel ve vazgeçilmez hakların başında gelir. Fakat translar her an şiddete uğrayabilirler ve hatta hayatlarını kaybedebilirler. Trans görünürlüğü arttıkça nefret saldırılarının da arttığı bir coğrafyada yaşıyoruz maalesef.

Sağlık hakkından yararlanmaları da çok zorlu, çünkü hastanelerde transfobiye maruz kalmamak neredeyse imkansız bir durumdur. Doktorların transfobik tutumları ve transfobiyi engelleyen bir mekanizmanın bulunmayışı, birçok transın sağlık hakkından yararlanmasını engellemekte ve dahi ölümüne sebep olmaktadır.

Eğitim hakkı  da translar için neredeyse imkansız hale geliyor. Trans çocukların ilköğretimde uğradıkları fiziksel ve psikolojik şiddet, eğitmenlerin transfobik tutumları ve bilinçsizliği, transfobiyi engelleyici herhangi bir mekanizmanın olmayışı eğitim hakkı önündeki en büyük engellerden biri. Aynı durum yetişkin translar içinde geçerli.  Her hangi bir eğitimi almak için aylarca oyalanan ve trans olduğu için  kaydı yapılmayan bir çok trans vakasını biliyoruz, duyuyoruz.

Tüm bu temel hakların yaşam hakkı ile olan bağlantısını göz önünde bulundurduğumuzda erişimine izin verilmeyen her hakkın ölümle sonuçlandığını görüyoruz. Devlet ve toplum işbirliği ile kimi LGBTİ bireyler nefret cinayetine kurban giderken, kimi de devlet şiddeti ve toplum baskısına dayanamayarak intihara sürükleniyor. Ne yazık ki nefret kültürünün durmadan körüklendiği bir coğrafyada şiddet yaşamın bir parçası haline gelip, olağanlaştırılıyor.”

Pandemi döneminde LGBTİ+ olmak

Komisyon açıklamasında pandemi döneminde LGBTİ+’ların yaşadığı ayrımcılıklara dikkat çekti:

“Yaklaşık bir yıldır LGBTİ+ haklarının giderek daha büyük tehlikelerle karşı karşıya olduğu bir dönemden geçiliyor, zira aylardır süren karantina tedbirlerinin LGBTİ+’ları korkunç boyutlara varan ayrımcılık, yaftalama, düşmanlık ve şiddete maruz bırakarak, mevcut eşitsizlikleri daha da yerleşik hale getirmektedir. Bu sebeple sağlık hizmetlerine eşit erişimin güvence altına alınması, istihdam ve sosyal güvenlik mekanizmalarının önündeki engellerin kaldırılması, şiddet ve tacizlerle karşılaşan LGBTİ+’lara güvenli yerler temin edilmesi gibi talepler dikkate alınmalı ve gerçekleştirilmelidir.

Pandemiyi LGBTİ+’lara yönelik baskıları haklı göstermek ve haklarını ağır bir biçimde ihlal eden veya onları yaftalayan tedbirleri hayata geçirmek için bahane edildiğini, Uganda örneğinde olduğu gibi, 23 genç, ‘hastalığın yayılmasına yol açabilecek ihmalkar davranışlar’ ve ‘yasal düzene itaatsizlik’ gibi suçlar işledikleri bahanesiyle ikamet ettikleri LGBTİ+ sığınma evinde gözaltına alındığını öğrendik.

Maalesef ekonomik kriz ve her bir devletin bu krizi ele alma biçimi, mevcut eşitsizlikleri daha da derinleştiriyor.”

LGBTİ+ hakları sendikal haklardır!

Açıklamada LGBTİ+ haklarının sendikal haklar olduğu hatırlatıldı:

“Tüm yasalarda ve kurumsal politikalarda, en şiddetli şekilde ötekileştirilen grupların güvende ve iyi olmasını sağlamaya dönük değişiklikler yapılması gereken bir dönemde, sendikalar olarak bize de düşen şeyler var. Öncelikle istihdam ve diğer temel hizmetlere eşit erişimlerinin güvence altına alınmaları için onların varlıklarının tanınması ve ihtiyaçlarına dönük sendikal politikalar geliştirilip, uygulanmalıdır.

Homofobik dilin ve kültürün hakim olduğu işyerlerine ve sendikal süreçlere baktığımızda toplumdaki yapının doğal yansıması olarak buralarda cinsiyetçi ve heteroseksist yapının devamını görüyoruz, deneyimliyoruz. Kadın meselesi, halen sendika içinde sadece “kadın işi” olarak algılanıyorsa, LGBTİ+ meselesi de buna paralel olarak bir “kadın meselesi” olarak görülmektedir.

Sendikalar, çalışanların sorunlarını çözmek için vardır ve LGBTİ+ çalışanlarının varlıklarını ve yaşadıkları sorunlarını da sahiplenmek zorundadır. Öncelikle sendika yönetimlerinin LGBTİ+ çalışmasının görünür olmasından rahatsız olmamaları gerekiyor, dolayısıyla sendikaların en temelde toplumsal meselelerde “üyelerin hassasiyetinden” çok, o alanda yaşanan sorunların altını çizmesi gerekmektedir. Sendikalar, farklı hak mücadeleleriyle dayanışma gösterdiği gibi LGBTİ meselesiyle de dayanışmalı ve bunu sendikal bir sorun olarak sahiplenmelidir.

11 -12 Aralık 2014’te Kaos GL’nin düzenlediği Ayrımcılık Karşıtı Sempozyum’un ana temasının istihdam ve çalışma hayatı olduğunu hatırlarsak Türkiye’den KESK, SES, Eğitim-Sen ve Tüm Bel-Sen’in yönetim kurulu düzeyinde katıldıkları ve LGBTİ alanında politika oluşturmak ve LGBTİ çalışanların sorunlarını sendika olarak sahiplenmek için dayanışma göstereceklerini dile getirilmesinin çok önemli bir adım olduğunu söylemeliyiz.

Zira, bu tarihten sonra Büro Emekçileri Sendikası (BES), tüzüğünde cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği kavramlarına yer vermiştir. Ayrıca, İzmir’deki Eğitim-Sen ve BES şubelerinin LGBTİ komisyonlarının sendikalara yönelik somut önerileri de kendi şubemiz ve tüm KESK’e bağlı sendikalar için yol gösterici niteliktedir:

 –İkili cinsiyet anlayışından sendikanın kurtulması ve üye formlarında cinsiyet ibaresinin ikili olmaması ya da tamamen kaldırılması,

 -Sendikanın anadil, laik eğitim gibi konularda ürettiği gibi LGBTİ konusunda da politika üretmesi,

 -LGBTİ bireylere yönelik ayrımcı uygulamalarda şubelerin ortak eylem kararları almaları ve bunların merkezi de olması, LGBTİ sekreterliği olması,

 -LGBTİ hakları alanında çalışan STK’ler ile sendikanın organik bağlar kurması, alanda çalışanlara dönük eğitim politikalarının sendika tarafından geliştirilmesi, sendikal hakların ve bu doğrultuda yapılan kampanya, eylemlerin heteronormatif yapıdan çıkması,

 -Ayrımcılığa maruz kalan LGBTİ üyelere hukuksal ve politik destek verilmesi, 657 sayılı kanunun tümden reddedilmesi, anayasadaki ayrımcı uygulamalarla ve haksız tahrik indirimi ile sendika olarak da mücadele edilmesi

LGBTİ+ komisyonu olan sendikalarca da talep edilen bu maddeler sendikal yapıların dönüşümü için adım adım gündemleştirilmelidir.

Son olarak 20 Kasım’ı, insan hakları savunucularının, ölüm ve katliamların içinde ‘nefrete inat, yaşasın hayat’ diyebilen iradenin birlik ve mücadele günü olarak anmak ve hatırlamak, hepimizin özgürleşmesine vesile olacaktır.”

Neden 20 Kasım?

ABD’li siyah trans kadın Rita Hester’in 20 Kasım 1998’de öldürülmesinin ardından 20 Kasım, nefret cinayetleriyle aramızdan ayrılan transları anıldığı bir gün olarak tanındı. Türkiye’de ilki 2008’de Pembe Hayat tarafından düzenlenen “Nefret Suçu Mağduru Transları Anma Günü” etkinlikleri, yıllar içinde LGBTİ+ örgütlerinin paydaş ve düzenleyici olarak çeşitli alanlarda trans haklarına ve mücadelesine yoğunlaştığı buluşmalar hâline geldi.



Etiketler: insan hakları, nefret suçları
nefret