02/01/2025 | Yazar: Hayriye Kara
Mahbubeh ile ulusötesi feminist dayanışmalar üzerine konuştuk: “Birbirimizi daha iyi tanımamız gerekiyor. Alternatif feminist bilgi üretmemiz gerekiyor.”
Mahbubeh, UIUC’de Toplumsal Hareketler ve Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları alanında uzmanlaşmış bir Sosyoloji doktora öğrencisi ve İran, Türkiye ve Amerika Birleşik Devletleri’nde kapsamlı araştırmalar ve aktivizmini sürdürdü. İran’daki araştırması, Harvard Üniversitesi’nin dijital arşiv projesi olan Women’s Worlds in Qajar Iran projesiyle işbirliği yapmasına yol açan kadın direnişi ve mücadelelerinin soyağacına odaklandı. Ayrıca kadınların ve çocukların eğitimini ve güçlendirilmesini teşvik etmek için Afgan mültecilerle çalıştı. Çalışmalarına Türkiye’de devam etti ve burada ulusötesi feminist dayanışmalar üzerine araştırmalar yaptı. Bu süre zarfında ayrıca BM ile LGBTQİ mültecileri destekleyen projelerde çalıştı ve akademik çalışmalarını aktivizmle harmanladı. ABD’deki Syracuse Üniversitesi’nde Sosyoloji alanında yüksek lisans derecesi ve G&W Çalışmaları alanında ileri düzey sertifika aldı ve Feminist Özgürlük Savaşçıları projesinde yer aldı. Şu anki araştırması, çağdaş toplumsal hareketlerde gençliğin rolüne odaklanıyor.
Ulusötesi feminist dayanışma konusundaki deneyimlerinizi bizimle paylaşabilir misiniz?
İlk olarak maalesef şu an Ortadoğu’da -İran’da ya da Türkiye’de- olmadığım için bu konuda gözlemim ve bilgim sınırlı. Çünkü yorum yapmak için orada neler olup bittiğini bilmek ve orayla bağlantıda olmak gerektiğine inanıyorum. Maalesef bunları sorabileceğim, telefonda konuştuğum arkadaşlarım İran’da tutuklu. Yani ne yaptıklarını, sorunlarının ne olduğunu görecek bir bağlantım yok. Bence ülkeler arasındaki durum iyi değil. Özellikle kendi bölgemize baktığımızda, örneğin Afganistan’a, İran’a, Türkiye’ye, Lübnan’a, Mısır’a veya bölgedeki tüm ülkelere baktığımızda, onları izole ve birbirleriyle politik olarak bağlantılı olmayan ülkeler olarak görürsek, durum daha da kötüye gider. Çünkü devlet, feministlere ve aslında feministlerin ötesinde kadınlara baskı yapıyor. Bana göre bu bölgede kendilerine feminist demeyen pek çok kadın da feminizmi pratik ediyor. Bu aslında ülkenin kurallarına uymadıkları anlamına geliyor. Bu yüzden saldırı altındalar. Örneğin, İran’da polis, kadınları başörtülerini kurallara uygun bir şekilde takmaya zorladığında, pek çok kadın buna karşı çıkıyor ancak bunun aslında bir direniş biçimi olduğunu bilmiyor. Demin de söylediğim gibi aktivist olmadıkları ya da kendilerini feminist olarak tanımlamadıkları için bu hiçbir şey yapmadıkları ya da aktif olarak direnmedikleri anlamına gelmiyor. Fakat ne yazık ki feminist dayanışma içinde olmadıkları için muhtemelen polisin, ailenin onları nasıl baskı altına aldığını rapor etmiyorlar ya da kimseye söylemiyorlar. İran’a, Afganistan’a, Türkiye’ye baktığımızda genel olarak kadınların, hakları konusunda çok daha bilinçli olduğunu görüyoruz. Örneğin Afganistan’da giderek daha fazla kadın sokaklarda okula gitmemiz gerektiğini, eğitim almak istediğimizi söylüyor. Çünkü bugünün dünyası 2000 yılındakinden farklı. Çünkü internete erişimleri var, farklı ülkelere giden aile üyelerine erişimleri var. Örneğin İranlı Z kuşağı devletin ideolojisini önemsemiyor çünkü küresel kuşakla bağlantıları var ve buna ihtiyaçları olmadığını görüyorlar. Bu yüzden ne istediklerini daha fazla biliyorlar ve insan olduklarını, eğitimin ya da bedensel hakların insan hakları olduğunu biliyorlar. Günlük yaşam ihtiyaçlarını karşılamayan bir ideolojiye itaat etmek istemiyorlar. Bence devletler kadınlar üzerinde daha fazla baskı kuruyor çünkü kadınlardan korkuyorlar. Çünkü biliyorlar ki herhangi bir değişim olacaksa bu kadınlarla başlar. Neden biliyor musunuz? Çünkü bu toplumsal sorunlar kadınların hayatlarına ve bedenlerine işlemiş durumda. Bedeninize bir şey olduğunda kitap okumanıza gerek yok, onun içinde yaşıyorsunuz. Ben 18 yaşında genç bir kadınım, hamile kaldığımda ve bebeği istemediğimde, çoğu ülkede kürtaj hakkına sahip değilim. Kürtaj yaptırmak için doktora gidemediklerinde, bedenlerine zarar vermeden kürtaj yaptıramadıklarında, o zaman yasaların onlara karşı olduğunu anlıyorlar. Tüm devletlere, tüm parlamentolara, tüm hükümetlere bakın, ağırlıklı olarak erkeklerden oluşuyor, yüzde 90’ı erkek, değil mi? Feministler kişisel olan her şeyin politik olduğunu söylediklerinde kastettikleri gibi, devletler sorunları göremiyorlar, kadın sorunlarını göremiyorlar ve haklarımızın önemli olduğunu göremiyorlar. Bu nedenle kurallar ve yasalar kadınların ihtiyaçlarını dikkate almıyor. Biz kadınlar olarak sadece birbirimize sahibiz. Bazı feminist gruplar var, bir şeyleri değiştirmek için devlete ihtiyacımız olduğunu düşünüyorlar. Devlet bu alanı açtığı sürece ya da böyle bir alan olduğu sürece bu fikre katılıyorum. Ama bu günler ne kadar baskıcı olursa, devlet ne kadar muhafazakârlaşırsa kadınlar bunu o kadar az yapabilirler çünkü devletler bu kadınları etiketliyorlar: yabancı ajan olarak etiketleniyorlar, feminist olarak etiketleniyorlar, solcu olarak etiketleniyorlar… Bu da devletlerin feministlere baskı yaptığını gösteriyor. Bu da onların aktivizmlerini ya da faaliyetlerini sınırladıkları anlamına geliyor, bu yüzden kadınlar sadece birbirlerine sahipler. Kadınların 19. yüzyılın sonlarında farklı şehirlerde dergileri vardı. Devletin merkezileşmesi ve milliyetçilik süreci nedeniyle Tahran’a taşınmak zorunda kaldılar, bu da farklı yerelliklerden koptukları anlamına geliyordu. Daha önce birbirleriyle bağlantılıydılar ve birçok kaynak Tahran’a geldi ve bu milliyetçilik projesinin bir parçasıydı. Birçok Türk ya da Kürt ya da İran’daki farklı etnik kökenler ya da uluslar baskı altındaydı, kadınlar baskı altındaydı. Peki bir proje kadınlara yardımcı olurken Kürtlere, Türklere, Araplara ya da İran’daki diğer etnik gruplara ya da milletlere nasıl yardımcı olmaz, bunları nasıl birbirinden ayırabilirsiniz? Birbirleriyle o kadar bağlantılılar ki. Milliyetçilik sürecinden önce dergilere erişimi olan Kürt kadınlar sorunlarını dile getirebiliyorlardı. Sonra sadece seslerini değil dillerini de kaybettiler. Yine kadınlar olarak dayanışma bağları olmasa bile bu ulusötesi bağlara sahip olmamızın bir başka nedeni de milliyetçi devletlerin kurallarının, yasalarının çok eril olması. Yani neoliberal piyasanın etkisi altında, ki bu piyasa insanları insan hakkı bağlamında önemsemiyor. İstedikleri her şeyi satın alabilirler demek istemiyorum. Piyasanın doğası çok rekabetçidir. Piyasanın ucuz işgücüne ihtiyacı var ve en ucuz işgücü de kadın ve çocuk işgücü. Eğer mülteciyseniz, göçmenseniz, yabancı bir ülkedeyseniz, ülkenizde desteğiniz yoksa, neo-liberal piyasa için en iyi işçilersiniz. Yani hiçbir şeyimizin olmadığı bir durumdayız. Sadece birbirimizi desteklemek için birbirimize sahibiz, deneyimlerimizi paylaşmak için birbirimizi nasıl destekleyebiliriz? Belki şu anda size anlattıklarımı düşünüyor ve tüm kadınların ekonomik, politik, ideolojik olarak hiçbir gücü olmadığını söylüyorsunuz. Haklısınız. Ama sessiz mi kalmalıyız? Durmalı mıyız, yapabileceğimizin yalnızca bu olduğunu mu düşünmeliyiz? Hayır! İran’daki Özgürlük Hareketi’ne bakın, sadece İran’daki değil Irak ve Suriye’deki Kürt kadınlar İran’daki kadınları destekledi, Türkiyeli kadınlar İran’daki kadınları destekledi. Farklı Arap ülkelerindeki Arap kadınlar İran’daki kadınları destekledi çünkü artık sorunlarımızın ne kadar benzer ve birbiriyle bağlantılı olduğunu hissediyorlar. İşte bu yüzden birbirimizi daha iyi tanımamız gerekiyor. Alternatif feminist bilgi üretmemiz gerekiyor. Mesela, Latin Amerika’daki kız kardeşlerimizden bir şeyler öğrenebiliriz. Çünkü onlar birbirlerine çok bağlılar. Bunun bir nedeni de hepsinin İspanyolca konuşması. Milliyetçilik ve ulus devlet sürecinden önce Türkler ve İran’daki insanlar bir şekilde birbirlerini anlayabiliyorlardı ama alfabe değişti, dil değişti. İran’da Arapça kelimeleri Farsçaya çevirdiler, Türkiye’de Arapça ve Farsça kelimeleri Türkçeye çevirdiler. Bir nevi bağlantı bile kuramadık, birbirimizi birazcık anlayamadık.
“Kolektif sevgi ve kolektif ilgi feminist harekette çok önemli”
Size daha kapsayıcı politika ve stratejiler hakkında soru sormak istiyorum. Mesele şu ki, tek bir “kadın/ kadınlık” tanımı yok. Translar, lezbiyen, biseksüel kadınlar ve ayrıca göçmen kadınlar, mülteci kadınlar... Feminist harekette kendini kadın olarak tanımlamayan insanlar da var. Farklı kimliklerimiz var. “Ortak Farklılıklar” konferansında da belirtildiği gibi aynı politikalara karşı mücadele ediyoruz. Peki, daha kapsayıcı stratejiler, daha kapsayıcı politikalar için mücadelemizde neye ihtiyacımız var?
Size söyleyebileceklerim kişisel deneyimlerime dayanıyor. Farkında olmadan, bilinçli olarak demek istemiyorum, herhangi bir alandaki baskın söylemlerden çok etkileniyoruz. Feminizm, kadın hakları hareketi, queer hareketi ve işçi hareketi, kapsayıcı ulusötesi hareket… Topluluklarımızı, bize daha çok benzeyen insanları harekete geçirmek için kendilerine ihtiyacımız olduğu anlamına geliyor. Örneğin ben burada beyaz olmayan bir kadınım ve bu konferans için sadece beyaz olmayan kadınların organizatör olmasını istediğimizi söyledik ve Amerika Birleşik Devletleri’nden değil, küreselden beyaz olmayan kadınlar istediğimizi söyledik ve sonra bir katılımcı olarak bunun konferans üzerindeki etkisini görebildiniz. Aslında konferansa neyin geleceğinin yüzde 100 farkında değildik. Ama küreselden geldiğimiz ve beyaz olmayan feministler olduğumuz için bu bizim yapabileceğimiz bir şey: varlığımızın gücü. Bakın, ulusötesi feministler aslında İranlı kadınları ya da İranlı feministleri umursamıyorlar. Bunun bir nedeni de egemen söylem hegemonyası. Görmüyorsunuz, tanımıyorsunuz. Bu devletlerin yüzde 99’unun heteroseksüel erkeklerden oluştuğunu söylediğimde… Yani bu sorunları görmüyorlar. Çünkü hegemonik egemen söylem yüzünden. Bunları duymuyorlar. Bunları öğrenmiyorlar ve aslında kişisel deneyimlerinden dolayı... Heteroseksüel beyaz kadınlar için de aynı şey geçerli. Pek çok sorunu görmüyorlar, görmek isteseler bile göremiyorlar çünkü bu onların deneyimi değil. …Ve evet kitap okumak faydalıdır. Ancak kitap okumak tıpkı bir arabanın nasıl kullanılacağını okumak gibidir. Arabayı kullanmanız gerekir. E peki arabayı kim kullanıyor? LGBTİ+’lar, beyaz olmayan kadınlar… Yani size alternatif feminist bilgi üretmemiz gerektiğini söylediğimde bundan bahsediyordum. Bu, deneyimlerimizi paylaşmamız ve sonra da bunları yazmamız gerektiği anlamına geliyor. Bilgi üretmemiz gerekiyor. Bu bilgi üretimi yalnızca okuyarak olmaz. Sahaya gelerek, kendinizi göstererek, herkesle konuşarak, başkalarının sizi duymasını sağlayarak olur. Marina, konferansta daha iyi bir dinleyici olmamız gerektiğinden bahsetti. Beyaz kadınlar açısından katılıyorum ama beyaz olmayan kadınlar açısından katılmıyorum. Önümüzde uzun bir yol var. Oryantalizm 10 yılda ya da 20 yılda olan bir şey değil. 500 yıl önce başladı. Sorunları 30 yılda nasıl çözebiliriz? Bu mücadele bitmiyor, yeni başlıyor ve biz bir şeyin sonunda ya da ortasında bile değiliz. Bir şeyin başlangıcındayız. Belki sonuçları göremiyorum ama bu onların orada olmadığı anlamına gelmiyor. Konferansta da bahsetmiştim, hayal edebileceğimiz alternatif gelecekler, bağlantılardan, deneyimlerin paylaşılmasından, birbirimizi güçlendirmekten, başka bir şeyin mümkün olduğuna inanmaktan doğan bir şey. Aksi takdirde bir şey üretemezsiniz. Çünkü kişisel olarak dağılabiliriz, hayal kırıklığına uğrayabiliriz, kişisel olarak üzülebiliriz, yorulabiliriz. Biz insanız, makine değiliz ve farklı ayrımcılık biçimleriyle karşı karşıyayız ve mücadele ediyoruz. Yorgun hissetmeye hakkımız var. Mücadele eden diğer kadınları gördüğünüzde kendinizi daha iyi hissedersiniz. Diğer deneyimleri okuduğunuzda kendinizi daha iyi hissedersiniz. Onlarla konuştuğunuzda kendinizi daha iyi hissedersiniz. Dolayısıyla, daha kapsayıcı hale getirmek, her bir gruptan bizlerin mevcut olması ve birbirimizin bakımını önemsememiz gerektiği anlamına geliyor. Kolektif sevgi ve kolektif ilgi feminist harekette çok önemli. İran’daki feminist harekette neler oluyor, Türkiye’deki feminist harekette neler oluyor, bu kolektif ilgiye ihtiyacımız var ve bu sevgi olmadan mümkün değil. Çünkü bizim yardıma değil, ilgiye ihtiyacımız var. Yardım sizi sevmeyen birinden gelebilir ama ilgi sevgiden gelir. Bu sizi bağımlı bir kişi, ülke ya da hareket yapmaz. Bağımsız bir hareket olarak büyürsünüz ama birbirinize çok bağlısınızdır. Sonra kolektif öfke, pek çok ayrımcılığa karşı kolektif olarak öfkeli olabiliriz. Ve kolektif umut... Bunları paylaşıyoruz. Amerika Birleşik Devletleri’nde beyaz olmayan bir kadın olarak ben ve Türkiye’de beyaz sayılabilecek biseksüel bir kadın olarak sizinle ortak sorunlar yaşıyorum.
“Irk mutlaka kaynaklara erişiminizle ilgilidir”
Hem basit hem de karmaşık, örneğin bahsettiğiniz gibi ben Türkiye’de beyaz sayılabilirim ama burada beyaz olmayan bir kadınım.
Aynen öyle, aslında bahsettiğiniz bu nokta beni başka bir noktaya getiriyor “ırkçılık”. Irkçılık hakkında konuştuğunuzda, derslerde bundan çok bahsettim, ırk ten renginizle ilgili değildir, ırk mutlaka kaynaklara erişiminizle ilgilidir. Yani burada eğer siyahlar ten renklerinden dolayı tarihsel olarak köleleştirilmişlerse kaynaklara erişimleri yoktu. Örneğin İran’da Şii/Müslüman eğitimli bir kadın olarak benim kaynaklara erişimim eğitimli bir Kürt kadından daha fazla. Yani baktığınızda ırk çok eleştirel, ilerici bir analitik kavramdır ve kaynaklara erişimle ilgilidir illaki ten rengiyle ilgili değildir. Ve bu şekilde baktığınızda söylediğiniz şey tam olarak doğru. Bu, hareket ettiğinizde bağlamınıza bağlı olarak konumunuzun değiştiği anlamına gelir ve bunun hem bizim için tehlikelerinin hem de bize getirdiği fırsatların farkında olmamız gerekir. Kaynaklara erişiminiz olmadığını fark ettiğinizde, topluluğumla birlikte olmam gerektiğini de fark edersiniz. Kaynaklara erişim sadece ekonomik değil, duygusaldır da. Bu ülkede, kendi toplumundan uzakta yaşayan beyaz olmayan bir kadının duygusal kaynaklara erişimi yoktur. Bu ülkedeki kadınların duygusal kaynaklara erişimi var. Mesela bu ülkeye bir hafta önce geldiniz, dil seviyeniz sınırlı. Bu çok basit bir şey, etrafınızda bir konuşma oluyor, bilginizi hızlı aktaramıyorsunuz ve hızlı anlayamıyorsunuz. Bu küçük şeyler, öğrenciyken gün be gün ay be ay yıl be yıl sizin ilerlemenizi etkiliyor. Dolayısıyla bunun farkında olduğunuzda, öncelikle ülkenizdeki her türlü ayrımcılığa karşı olmanız ve ülkenizdeki beyazlığınızı buna karşı olmak için kullanmanız gerekiyor. Burada bunun farkında olmanız ve kendi topluluğunuzu kendiniz oluşturmanız gerekiyor. Son olarak, konferansla ilgili duygularımı paylaşabilirim. Bunu bir tür kolektif iyileşme süreci olarak görüyorum, acılarımız var, yaralıyız, öfkeliyiz ama kolektif olarak iyileşiyoruz çünkü önemsiyoruz, çünkü kolektif sevgimiz var ve iyileşme birbirimizle yüzde 100 aynı fikirde olduğumuz anlamına gelmiyor. Aynı olduğumuz anlamına gelmiyor. Kişisel, politik, toplumsal, tarihsel olarak farklılıklarımız var ama bazı ortak paydalarımız olabilir, ortak farklılıklarımız ortak paydalarımızdır. Bu ortak paydalarda birbirimizi anlayabiliriz. Dolayısıyla benim için başından itibaren tüm süreç bir iyileşme süreciydi. Türkiye’deyken kendimi iyi hissetmiyordum çünkü orada ne yaptığımı bilmiyordum. Toplumum için bir şey yapmıyordum, aktivist değildim. İşe yaramaz olduğumu hissediyordum ve bağlantılarım sınırlıydı, kaynaklara erişimim kısıtlıydı. Hayatımda devam eden kişisel sorunlarım vardı ve bir gün bir kitap okudum, Profesör Mohanty’nin kitabı, “Sınır Tanımayan Feminizm”. Evet, tabii ki. Bu mümkün olabilir, farklı bir gelecek mümkün olabilir, kolektif olarak bunu yapabiliriz ve o noktada o kitabı okumak benim için iyileştirici bir süreç oldu çünkü bir başkası sadece benim inandıklarıma inanmakla kalmıyor, aynı zamanda bu konuda teori de üretiyordu. Chandra Mohanty’nin kim olduğunu bilmiyordum. Bu tür bir feminist aktivizmden haberim yoktu. Sonra onun videolarına baktım. Diğer ulusötesi feminist aktivistler hakkında bilgi edindim. Amerika Birleşik Devletleri’ne taşındığımda Syracuse Üniversitesi’ne gittim ve oraya vardığımda üç ay gibi kısa bir süre içinde çok şey oldu. İzole edilmiştim, ailem için çok endişeliydim, özellikle de annem ve kız kardeşlerim için. Bazı sağlık sorunlarım vardı ve insanlarla bağlantı kuramıyordum, üniversiteye gidemiyordum, her yer kapalıydı. Bu tür bir durum, doktora öğrencilerini COVID-19 pandemisi sırasındaki sorunlar hakkında makale yazmaya teşvik etmeye dönüştü. Böylece birlikte bir makale yayınladık. Bir yıl boyunca haftalık sohbetler yaptık, mesela birimiz bekar bir anneydi, birimiz genç bir siyah kadındı, birimiz bendim, birimiz de göçmendi ama başka sorunları vardı. Birbirimizle konuştuk ve sonra “pandemi içinde pandemi” başlıklı bir makale yazdık. Aslında nasıl bir matrisin içinde yaşadığımızı ve bazen kapana kısıldığımızı konuştuk. Karşıtlık nedeniyle matrisin içindeyiz ve bu makale bana yardımcı oldu. Benim için bir tür iyileşme süreciydi çünkü benzer sorunları olan ama farklı bağlamlarda yaşayan başka kadınlarla konuşuyordum. Daha sonra Chandra Mohanty, Linda Carty ile kurdukları “Feminist Özgürlük Savaşçıları” adlı web sitesinde ortak bir çalışma yapmamı istedi. Linda Carty’yi takdir ediyor ve ona hayranlık duyuyorum. O burada değildi. O benim için çok farklı bir feminist. Onun sözleri bana her zaman çok yardımcı oldu. Evet, bu harika olur dedim. Yazın hava kapalıyken, izole olmuşken çalışmaya başladım. Benim görevim her videoyu dinleyip feminist kavramlar bulmak, sonra feminist kavramlar yaratmak ve bunları kısa film yapmak isteyenlere anlatmaktı. Her videoyu dinlemek zorunda kaldım ve 50’den fazla video vardı. Hiçbir şeyi kaçırmadığımdan emin olmak için iki ya da üç kez, bazen dört kez dinlemek zorunda kaldım. Örneğin, bir konuşmadan 30 kavram çıkardım, kadına yönelik şiddet, devletin sistematik şiddeti, dayanışma, kolektif umut... Dinlemek zorunda kaldığım her konuşmadan sonra kavramları yazdım, daha iyi hissettim, daha güçlü hissettim. Sanki onlar benimle konuşan dünyanın farklı köşelerindeki kız kardeşlerimdi. Bu yüzden başladığımda yorgundum ama projeyi tamamlayıp Profesör Mohanty’ye verdiğimde kendimi çok daha iyi hissediyordum. Sonra Illinois Üniversitesi’ne başvurdum ve buraya geldim. Ulusötesi feminizme inanan güçlü kadınları dinlemenin beni nasıl etkilediğini görebiliyordum. Buraya geldikten sonra, Profesör Mohanty ile yılda iki üç kez Zoom üzerinden görüşmeye çalıştım. Çünkü onu çok seviyordum ve neler yaptığımı ona anlatmak istiyordum. Aslında, onun sözleri devam edebilmemi sağladı; çünkü o benim akıl hocam. Şimdi daha büyük şeyler yapabileceğimize inanıyorum. Buna gerçekten inanıyorum. Artık Latin Amerika’dan, Afrika’dan feministleri tanıyorum. Buradaki feministlerle de bağlantılıyım. Öğrencilerin gücüne inanıyorum. Herkes, ‘Şimdi kendimi daha iyi hissediyorum, burası farklı hissettiriyor,’ diyordu. Bu, iyileşmenin kolektif bir haliydi. Birbirine özen göstermenin, birbirini sevmenin güzelliği bu. İkinci şey ise, daha büyük şeyler yapabileceğimize inanmak. Bunun mümkün olduğunu biliyorum ama hâlâ bunun üzerine çok düşünmem gerekiyor.
Kaos GL Dergisine ulaşın
Bu söyleşi ilk olarak Kaos GL Dergisi'nin Uluslararası Ahval-2 dosya konulu 198. sayısında yayınlanmıştır. Dergiye kitapçılardan veya Notebene Yayınları’nın sitesinden ulaşabilirsiniz. Online aboneler dergi sitesinden dergiyi okuyabilir.
*KaosGL.org’ta yayınlanan köşe yazıları, KaosGL.org’un editoryal çizgisini yansıtmak zorunda değildir. Yazı ve çizimlerden yazarları ve çizerleri sorumludur. Yazının ya da çizginin KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki veya çizimlerdeki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.
Etiketler: insan hakları, kadın, mülteci, dünyadan, özel haber