17/02/2016 | Yazar: Kaos GL

Ceren Avşar’ın 9. Kadın Kadına Öykü Yarışması’nda Eve&Lilith rumuzuyla yer alan Unutulmuş Otobanda İki Kadın isimli öyküsü

Unutulmuş otobanda iki kadın Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Ceren Avşar'ın 9. Kadın Kadına Öykü Yarışması’nda Eve&Lilith rumuzuyla yer alan Unutulmuş Otobanda İki Kadın isimli öyküsü: "... Oturmuşlar kaldırıma dip dibe. Sarmaş dolaş sohbet etmeye. Öyle tanıdık gelmişler birbirlerine. Sanki ömürleri beraber geçmiş gibi."

Karşılaşmış iki kadın tanrının bile unuttuğu tuhaflıklar ülkesinin kayıp otobanında. Bomboşmuş yollar, varmış sadece vızır vızır geçen arabalar ve birbirini koklayan köpekler. Köpekler karalı aklı, ille de yaralı. Kadınlar esmer sarışın, ille de dokunaklı.

Rüzgâr bile nefesini tutmuş, çekinmiş esmeye, ya kopartırsa gerilmiş havanın tellerini diye. Bahşetmiş yıldızlar ışıltılarını sönük ruhların dişi derinlerine. Pırıl pırıl makyajlı, ışıl kıyafetli iki kadın başlamışlar birbirlerinin etrafında dönmeye. Meraklı mı meraklı kaşlar, hoşnutsuz bakışlar. Kadınlar saldırmaya hazır, ürkek mi ürkek kedi ruhlarını çarpıştırmaya hevesli, yenmiş tırnaklı pençeleriyle daireler çizmeye başlamışlar havaya. Görünmeyen bir düello başlamış aralarında. Arabaların farlarından parlak yorgun ruhlar, iyice yaklaşmışlar otoban kenarına, seçmek için en parlak arabayı; vızıldayan trafiğin arasında. Kırmızı araba, mavi araba, siyah araba, beyaz araba. Durmuş da kadınların önünde sırayla, anlaşamamışlar parada. Ekmek aslanın ağzında, kurtuluşları saklı başkalarının cüzdanlarında, rekabet ruhlarında, salınmaya hazır sunturlu küfürler dillerinin ucunda, başlamışlar yaklaşmaya. Esmer kadın, ufak tefek, yaklaşmış iyice sarışına ceylan gibi sekerek. Sarışın, adına yakışır şekilde çınar gibi uzun, karşılık vermiş içini çekerek. İsteksiz ama meraklı, çekingen ama cesur. Hatırlatarak varlıklarını unutulmuş tanrıya, örmeye başlamışlar hikâyelerini isyan ettikleri yazgıya. Gülce heyecanlı, konuşacakmış sanki ilk defa hayatında. Ölesiye heyecanlı. Duyulacağım, duyulacağım, duyulacağım diye düşünmüş. Saçmalayacağım, saçmalaşacağım, saçmalaştıracağım diye düşünmüş. Daha fazla dayanamamış da Gülce, iyice yaklaştıklarında, "Nasıl gidiyor?" diye sormuş sessizce. Bakmış Çınar yukarıdan yukarıdan, verirmiş cevaplarını hep damardan damardan. İlgisiz gibi görünmeye çalışarak alaycı haliyle her zamanki gibi "Çok şükür, işler iyi" demiş. Gülmemek için dudaklarını ısırmış Gülce'nin ifadesini görmüş de. Gülce anlamış ki Çınar dalga geçiyor, dudaklarını bükmüş, dolmuş gözleri. Oysaki nasıl ihtiyacı var, otobanda ilk günü, görseymiş keşke anne şefkati. Değişmiş Çınar'ın yüzü görünce bu kırılganlığı. İndirmiş kalkanını sessizce. Dikkatle bakmış Gülce’nin çocuk gözlerine. Ağlayınca güzelleşen kadınlardan diye düşünmüş. Oysa bir tek Türkan Şoray güzelleşirmiş ağlayınca. Huzursuz hissetmiş bir anda kendini. Alışmamış ki yüreğinde hissettiği şefkate. Vitrinde gördüğü renkli ışıklarla büyülenip dükkânın önünden ayrılamayan çocuklar gibi merakla daha da yaklaşmış Gülce'ye. Ayakları ileri, kalbi geri vitese takmış. Balansı bozulmuş arabalar gibi sendelemiş. Gülce kırık, Gülce dökük. Durmuş da bir araba, akmış makyajını görünce gaza basmış adam, uzaklaşmış son hızla. Çınar'ın ihtiyacı yok o müşteriye, ama Gülce'nin kalacak yeri bile olmazmış, olmasaymış para kokan araba. Gülce üzgün, süzgün Çınar şaşkın, taşkın göz göze gelmişler. Çınar, "Boş ver. Gece uzun, daha çok müşteri gelir." demiş. Gülce inanmaya dünden razı "Gelir tabi" diyerek bakmış Çınara minnetle. Rüzgârda savruk, başına buyruk mor etekler durmuşlar yan yana. Anlamışlar aynılar farklı olsa da amaçlar, çıkarmışlar maskelerini, tutmuşlar aynayı; baştan başa. Gülce demiş, "Boş elle dönemem, babam kemiklerimi kırar." Çınar için için ağlayıp, dokunmuşmuş Gülce'nin yanağına. Üzülme demiş ben sana veririm para. Gülce'nin büyümüş gözleri. Alınmış ki ne alınma. "Ben" demiş "Dilenmiyorum, hak etmediğim parayı almıyorum. Hem madem paran var, ne isin var ki burada?" Çınar yorgun, Çınar suskun. Bilememiş ne cevap vereceğini. Anlatırsam anlar mı yoksa kaçar mı? Dönmüş sorular kafasında, huzursuzlanmış Gülce'nin kaçmasından korktuğunu fark edince. Anlatabilirmiş oysa sadece içince. “İki bira,” demiş. “İki bira kadar uzağım gerçeğe, iki bira öncesi tırsağım ölesiye.” Çınar içini çekince, Gülce fark edince Çınar'ın korkusunu ihtiyacım var demiş erkeklerle yaratmaya yeniden yeniden benliğimi, cezalandırıyorum koynuna girerek yabancıların kalbimi. Bugün bu otobanda ilk günüm, bekliyorum geleceği. Gülce duymuş iç sesini. Kaç kaç, arkana bakmadan kaç. Dur, dur, kal. Karışmış sesler, durup kalmış gölgeler. Bilmese de hayata dair çok şey, hissetmiş topuklaması gerektiğini. İler adım atmış beyni, gitmem diye tutturmuş kalbi. Çivilenmiş olduğu yere bedeni. Aklı almamış bu söylenenleri. Susmuş o an bütün evren, verecek cevabı yokmuş kerhen. Çınar anlamış karışıklığını Gülce'nin atmış bir adım geri.

Anlamamış Gülce onu ama anlamaya çalışmış ya Çınar'a bu bile yetermiş. Çınar şaşkın bir yabancıya açtığı için kendini. Gülce şaşkın, arabaları kollamayı bıraktığını fark ettiği için. Çınar gülmüş haline, uzatmış sağ elini, ben Çınar demiş. Gülce uzatmış sağ elini, Gülce demiş. Elleri kilitli kalmış bir süre, kıvılcımlar çakmış içlerinde. Hissetmiş iki kadın açlığı taa derinlerde. Fark etmişler aynı mor etekleri, anlamışlar o an beraber yazılan kaderlerini. Gülce "Olsun, geçer belki" demiş. Sorgulamaz ki insanları Gülce olduğu gibi kabul eder kendince. “Çok sevdim ismini” demiş Gülce." Babam koymuş ismimi. Çınar gibi olayım, hep dik durayım, hiç yıkılmayayım diye" diye cevap vermiş Çınar. Yakmış sigarasını, silmiş kafasından derdini, tasasını. Çınar adı gibi değil ki yıkmış onu hastalık, Gülce adı gibi değil, gülmez hiç. Aynı şehrin iki farklı ucunda ayrı hayatlar yaşayıp eksiklikler bahçesine aynı kökü salmış iki yaşlı ağaç gibi, öyle durgun, öyle yorgun ikisi de. Bazı insanları ortak noktaları bazı insanları ortak yaraları birbirine bağlarmış. Mahrumiyetmiş onların yaraları. Onca saçın arasındaki tek beyaz tel gibi çektikçe çoğalmış eksiklikleri. Gülce her geçen an üzülüyormuş, durmayan arabalara lanet ediyormuş. Hadi kendi fena değilmiş de, yanındaki afet için neden durmuyormuş arabalar, aklı almıyormuş. Pahalı mı pahalı arabalar hadi onun ucuz parfümünü istemesinmiş de, Çınar niye beklesinmiş. “Ben” demiş Gülce. “O kadar kısmetsizim ki, kapatıyorum senin de kısmetini. İyisi mi uzak dur benden, rahatsız olmam bu yüzden.” Çınar, müptelaymış ezelden beri her şey için kendini suçlamaya. Alışmış kulakları en afili suçlama cümlelerini kendi sesinden duymaya. Garipsemiş, duraksamış dökülünce aynı melodi Gülce’nin ağzından. “Bazen olur böyle. Seninle ilgisi yok.” demiş. “Benim yüzümden... Üzgün, süzgün halime kim gelir ki?” demiş içinden. Bir yandan Gülce’nin işine engel olduğu için pişman ama yan yana durmaktan memnun. Dilemiş tek bir müşteri yaklaşmasın bu gece, çözsün Gülce’yi hece hece. Sonra şaşırmış bu haline. Bir bakmış, bir daha bakmış Gülce'ye. Ne onu böyle çekim alanına sokan diye. Gözleri demiş gözleri içinden. Bakıyormuş Gülce insanın içine içine. Gülce, kimsenin gözlerine bakmaya tenezzül etmediği Gülce, bilememiş ne yapacağını. Sanki, güzelmişim gibi bakıyor demiş Gülce. Sanki, içimi görüyor demiş Çınar. Saçmalamaktan korkmuş da susmuş iki kadın. Çınar, sessizliğe üç dakikadan fazla dayanamayan Çınar, bozmuş yine sessizliği. Çıkarmış çantasından kanyak şisesini. Bilirmiş ki mümkün değil açılıp saçılması içmeden. İçmiş birkaç yudum, uzatmış şişeyi Gülce’ye. “Hava soğuk. İç biraz. Isınırsın.” İçmişler, içmişler, içtikçe açılmış çeneleri, bırakmışlar geçen arabaları saymayı. Anlatmışlar çocukluk hikâyelerine kadar. Çınlatmış kahkahaları otobanı.

Her kahkahada yaklaşmışlar bir adım daha. Kokularını duymuşlar birbirlerinin. Kokularını çekmişler içlerine. İçleri ısınmış, içleri kaynamış birbirlerine. Oturmuşlar kaldırıma dip dibe. Sarmaş dolaş sohbet etmeye. Öyle tanıdık gelmişler birbirlerine. Sanki ömürleri beraber geçmiş gibi. Filtresiz, müdanasız, en çıplak halleriyle korkmadan, çekinmeden içlerini açmışlar. Aynı dili konuşmanın tadını çıkarmışlar. Arabalar geçmiş, yıldızlar sayılmış, hikâyeler anlatılmış, maskeler çıkarılmış, zaman durmuş, o an donmuş. Çınar kenetlemiş parmaklarını Gülce’ninkine. Gülce sokulmuş Çınar’a, içine almak istercesine. Yaklaşan arabanın parlak farlarını fark edince sıkıca yapışmış yan yana bedenleri.

Araba durmuş, iki kadın susmuş. Sessizce anlaşmışlar aralarında, kalmamış hiçbir şüphe kafalarında. Öpmüşler, öpmüşler birbirlerini soluksuzca. "Bugün” demiş Çınar “Bugün geriye kalan hayatımın ilk günü sayın yaratıcı” demiş inanmadığı Tanrıya. “Bugün...” demiş Gülce “Bugün bütün ömrümün tek anlamlı günü.” her gece huzurunda ağladığı Allah’a. Yaklaşmış Gülce Çınar’a. Kokusunu duymuş, o an durmuş. Çekmiş içine, saklamak istemiş şişelere. Yaklaşmış Çınar. Duymuş kokusunu, anlamış hangi boşluğu doldurduğunu. Binmemişler duran arabalara. Vermişler el ele. Yürümüşler. Binmişler Çınar’ın aracına, gitmişler. Mutluymuş artık iki kadın, tanrının bile unuttuğu otoban kenarında.


Etiketler: kadın
İstihdam