19/02/2010 | Yazar: KAOS GL

Geçen sene düzenlediğimiz 4.Kadın Kadına Öykü Yarışmasını teması “Ütopya-m”dı hatırlarsanız.

Geçen sene düzenlediğimiz 4.Kadın Kadına Öykü Yarışmasını teması “Ütopya-m”dı hatırlarsanız. 1.lik Ödülünü Eskişehir’den “Leyla’yı Beklerken” adlı öyküsü ile Ç.Nisa Yılmaz, 2.lik Ödülünü İzmir’den “Sobe” adlı öyküsü ile Ceren Avşar, 3.lük Ödülünü de Kıbrıs’tan “Gökkuşağı” adlı öyküsü ile Gonca Nedim almıştı.
 
Dereceye giren öykücülere, karınca kararınca, ödüllerini takdim ettik. Ayrıca üç de özel ödülümüz vardı. “Ütopya Özel Ödülü”, “Mut ve Umut” adlı öyküsü ile Ankara’dan Ece Can’ın, “Birliktelik için Umut Özel Ödülü”, “Uzaklara Bakmak” adlı öyküsü ile Ankara’dan Zargana rumuzlu yarışmacının, “Eşik Özel Ödülü” de, “neredeyse gerçek” adlı öyküsü ile İstanbul’dan Deniz Güney’in oldu.
 
İlk üçe giren öyküyü, daha önce dergimizde okumuştunuz. Şimdi de web sayfamızda bulabilirsiniz. Keyifli okumalar...


LEYLA’YI BEKLERKEN
Ç.Nisa Yılmaz
 
- Müjgân Abla, Sultanın Kızı, Veziri değil de, ona yardım eden Marangozun Kızını öpse olmaz mı masalın sonunda?
- Olur be güzelim, niye olmasın ki?
- Annem, öyle bir şey, sadece aklından zoru olan insanların beyninde olur, gerçekte olmaz diyor.
- Sana bir şey söyleyeyim mi; ama anneye söylemek yok.
- Tamam yok.
- Gerçek, sen neyin gerçek olduğuna inanmak istiyorsan odur. Neymiş tekrarla bakayım.
- Gerçek biz neyin gerçek olduğuna inanmak istiyorsak oymuş.
- Hadi bakalım, şimdi uyu o zaman.
- Hani bana, sonunda Sultanın Kızının, Marangozun Kızını öptüğü bir masal anlatacaktın.
- Geç olmadı mı?
- Lütfeeeen...
- ..........
X X X
Sıkmayı sıksam; sıksam sıksam yuvarlasam; atsam kaynar suya; faşş. Yeni bir yasa çıksa; artık her sarımsak doğrasa kendi kendini; beni yormasa. Umut bıraksa işçi tulumu giymeyi; sivil dolaşsa. Annem, ah o annem ağlamasa durmadan; benim annem hiç ağlamasa. Evi yansa tasalanmaz İlmiye Teyze’ye çok öykünürüm bazen; benim hayatım koca bir tasa, biraz da yara.
“Yazık oldu koca bir ömre Nâlân”
         Ömürdür, yazık olur; maksat gönüller bir olsun.
         Bugün bir tabak kırdım. Ceza verdim kendime, çiçeklerle konuşmuyorum. Saçma! Oysa artık, bir annem yok ortalarda, yıkarken bulaşıkları, kırdığım her tabak için ağzıma bir şamar indirecek. Ve tabii bir Müjgân Ablam da, annemden kaçıp saklanabileceğim, altına eteklerinin.
         Erik ve ayva ağaçlarının arasında kalan gölgelikte bıraktım ben, Müjgân Abla’yı. Altında eski püskü bir kilim, alacalı, yer yer sökük. Üstünde yeşil, uzun bir etek; başında kırmızı yazma, kenarı iğne oyası yeşil iplerle. Ki o yazma, bendedir şimdi, asılı duvarımda.
X X X
         Söğütler, kavaklar, erik ağaçları bol bol... Müjgân Abla anneanne yadigârıdır. Mandalina toplar, yemek yapar, yardım eder yoğurt kaplarına fasülye ekmeme; bir de Leyla’yı bekler, her kimse...
         Leyla gelecek; gelecek biliyoruz. Her sabah, Leyla için yıkıyoruz evin arkasındaki koca taşlığı; Leyla için süpürüyoruz oturma odasını; Leyla için siliyoruz sedirimizin, kırmızı üzerine beyaz papatyalı kumaşını.
         Leyla kimdir, sormuyorum. Merak etmiyorum. Leyla’yı beklemeyi seviyorum: herhangi bir nedeni yok, beklemeyi seven bir çocuğum, hepsi bu.
         Evimiz küçük: 2 oda 1 salon. Anemin aksiliği bundan. İnsan eti, yok yoksullukta iyice ağır. Fakir yeşili duvarlar. Tüm saksılar Müjgân Ablamın. Annem sevmiyor onları; ‘oda zaten küçük, bir de şunun zımbırtıları...’ diye başlıyor cümleye çokça, sonra susuyor. Vicdanlı kadındır annem; Müjgân Abla’yı üzmek istemez.
         Müjgân Abla deliymiş, öyle diyorlar. Neden deli, ben anlamıyorum; Leyla’yı beklemek niçin delilik olsun, bilmiyorum. Oysa herkes bekliyor birilerini; Fatma Teyze, oğlunun askerden dönmesini bekliyor; Hayri Amca, tuvaleti tıkanınca tuvaletçiyi; annem, babamı bekliyor, ki babam, annem bana hamileyken, bir gün bakkala diye çıkmış evden ve bir daha dönmemiş.
         Kızıl, gür saçlarını örüyorum Müjgân Abla’nın. Çillerini seviyorum. Gözleri hep parlak; benimkiler de parlıyor, ama çocuğum diye, büyüyünce geçecek, biliyorum. Büyüyünce, ben de Müjgân Abla gibi, boylu poslu olmak istiyorum; ama bu mümkün değil: Benim annem ufacık bir kadındır, keza anneannem de öyleydi.
         Leyla’yı beklemenin türlü-çeşit halleri var: Kâh, bir türkü tutturup bekliyoruz Leyla’yı, kâh yasta gibi susarak; yazları, bahçede çimlere oturulup beklenirken Leyla, kışları, dayanıp burunlar cama, yazdan kurutulmuş çekirdekler çıtlanarak...
         Pek çok Leyla masalı var, Müjgân Ablamın aklında. Her gece birini anlatıyor. Sonra, ben de söz veriyorum Müjgân Ablama; durmadan, Leyla masalları susuyorum.
         Leyla, çok yakında gelecek; gelecek biliyorum. Müjgân Abla yalan söylemez; ama kimse inanmıyor bize niyeyse.
         İskeleden olta sallandırıp, balık tutuyoruz Müjgân Abla’yla. Müjgan Abla, kazak örüyor Leyla’ya. Müjgân Abla, Leyla’yı kazak örerek bekliyor. Ne de güzel bekliyor Müjgân Abla. Müjgân Abla beklerken, ben büyüyorum; çok olmasa da, büyüyorum işte, kendimce.
X X X
         Mısır koçanları... Karlı kış gecelerinde olmayan elektrik... Pazar artığı meyveler... Pembe minder yüzlerini söküyorum bir hışımla. Sobanın üzerinde kaynayan suya bakıyorum. Müjgân Ablam kenarda, paslı iskemlenin üzerinde alabildiğine sessiz. Gözlerinde suçunu bilir bakışlar; bir yandan yaramazlık yapmış bir çocuğun muzip halleri. İçimi parçalıyor, onun bu denli mahsun durması; ama ne gelir elimden. Gözlerim yaşarıyor; birazı üzüldüğüm içinse Müjgân ablama, birazı da, benim gelmeyecek Leylalarım için belki. Neden diyorum, ‘neden kırıyorsun aynaları Müjgân Abla, bak, her yerin kesilmiş, ya bir şey olsaydı sana?‘
         Susuyor Müjgân Abla; uzun uzun susuyor. Neden sonra söylüyor bana, eskidiğini.
         “Leyla’yı beklerken, eskidim ben, çok eskidim.”
         Karşılıklı ağlıyoruz Müjgân Abla’yla; gelmeyen ve belki de asla gelmeyecek pek çok Leyla için, ağlıyoruz. Ve ağlarken, son bir çocuk parça kalmışsa içimizde, onu da büyütüyoruz galiba. İlk kez, basit bir oyun ya da avutmak bir çocuğu değilse Leyla’yı beklemek; işte bundan: Leyla bir gerçek; Müjgân Abla’nın gerçeği. Acı verebilen, ağlatabilen bir gerçek. Sıra arkadaşım Zehra, gelmediğinde okula, bütün gün yanan canımın gerçeği gibi...
         Müjgân Ablamın, Leyla’yı bekleyen neşeli halleri, yerini anlayamadığımız bir şeye bırakıyor, zaman içinde: Artık hiçbir zaman, türkü söyleyerek beklemiyoruz Leyla’yı. Ne kadar yalvarsam da, ne kadar ihtiyacım olsa da, anlatmıyor Müjgân Abla Leyla masalları. Zaten ben de inanmak için bir masala, çok büyüğüm artık; kocamanım.
         Masalların yerini almış bir gerçeğin acısını gizlemek için soğan doğrarken bir gün, Müjgân Abla geliyor yanıma,
- Şimdi sana, ver ben doğrayayım soğanı desem, vermezsin biliyorum, ağlayacaksın ya kimseye renk vermeden.
- Ne alakası var Müjgân Abla, annem yemeği bile yapmamış deyip söylenmesin diye...
- Hadi hadi, seni bana anlatma. Neyse, sıkıştırıp gene ne olduğunu anlattıracak değilim, ben şeyi söylemeye geldim... 
- Neyi?
- Demin bir güvercin geldi. Yarın Leyla geliyormuş; yani yarın gidiyorum ben.
         İçimde koca bir sızı. Gitmeyi istiyorsa, gider Müjgân Abla, tutacak değilim onu, gitme diyecek ya da gitmesin diye anneme ispiyonlayacak da değilim. Hem öyle mutlu ki Müjgân Abla, bunca zaman sonra öyle neşeli ki, Müjgân Ablasız bir eve üzülmek bencillik olur. Bu yüzden hemen toparlıyorum kendimi;
- Çok sevindim Müjgân Abla, muhteşem bir haber bu.
Sabaha kadar konuşuyoruz Müjgân Abla’yla. Bizim evde geçirdiği 8 yılı bir bavula sıkıştırmayı başarana dek, hiç susmuyoruz. O yeri anlatıyor bana Müjgân Abla; Leyla’yla birlikte gidecekleri, o yeri: Herkesin mutlu, herkesin iyi olduğu; kimsenin bir başkasından delice nefret etmediği; kınamadığı ya da kızmadığı herhangi bir yeri. Sonra, son bir Leyla masalı istiyorum Müjgân Abla’dan. ‘Ama’ diyorum, ‘en gerçek olanı hangisiyse o olsun’. Aklındaki en gerçek Leyla masalını, bana hediye ediyor Müjgân Abla. Ve sabah oluyor. Ve aydınlanıyor gün. Ve Müjgân Ablamın en gerçek Leyla masalı ile ben, demir bahçe kapısının önünde, kalıyoruz baş başa.
Ben aralarken bahçe kapısını, erik ve ayva ağaçlarının arasındaki gölgelikte oturan Müjgân Abla’ya sesleniyor annem;
- Müjgân akşama kadar boş boş oturma orada; camları sil, yemek yap.
Müjgân Abla’yla birleşiyor gözlerimiz; gülüyoruz anneme, dudaklarımızı kıpırdatmadan. Gülerken, son kez bakıyorum Müjgân Abla’ya, son kez baktığımı bilerek. Ağlamıyorum.
Akşam karanlığı çökerken eve dönüyoruz annemle. Bahçede, Müjgân Abla’dan boşalan kilim. Oturuyorum. Müjgân Ablasız bir eve girmek, zor geliyor belki. Birkaç dakika sonra, benim aksime eve girmek için can atan ve giren annemin çığlıklarını duyuyorum.
- Müjgân, Müjgâââââââââân...
X X X
Sıkmayı sıktım; sıktım sıktım yuvarladım; attım kaynar suya; faşş. Ne okullar bitirdim; ne becerdim büyük işleri. Masallar uydurdum dilim yettiğince; beğenmediler. İstediler ki anneme o gece çığlık attıran, Müjgân Ablamın Leyla’yla gitmiş varlığından kalan yokluğu değil de, kalın urgan bir ipe asılmış bedeni olsun. Bunun adına da ‘gerçek’ dediler, gerçekten ne kadar uzaklaşırsam, okurdan da o denli uzaklaşacağımı ekleyerek.
Ben de tavsiyeye uydum; gerçekten hiçbir zaman uzaklaşmadım ve Müjgân Ablaları Leylalarla birlikte göndermeye devam ettim, sonunda hikayelerimin: Hikayeler Müjgân Ablanınsa ve Müjgân Abla, ben ne yazdıysam, ona inanıp, onu yaşadıysa, başka türlüsünü yapmam mümkün değildi zaten. Bu yüzden bu hikayenin son paragrafı şudur:
Kendisini bir daha hiç görmediysem de, güvercinlerden sıkça duyarım, her gece Leyla’yla birlikte, turuncu bir çekyatın üzerinde, çay içip televizyon izleyerek uyuyakaldığını Müjgân Ablamın...


Etiketler: kadın
nefret