27/05/2012 | Yazar: Ayşe Düzkan

geleneksel değil yeni, buralı değil abd’li bir muhafazakârlık var karşımızda. ayşe düzkan yazdı

velev ki günah! Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

geleneksel değil yeni, buralı değil abd’li bir muhafazakârlık var karşımızda.

akp’nin kürtajla ilgili ilk konuşması değil bu; birinci hükümetin ilk günlerinde milletvekili zeynep karahan, bir televizyon programında tıpkı abd’deki kürtaj karşıtı hareketin terimleriyle “yaşam hakkı”nı savunmuştu. yani uluslararası bir kampanyayla karşı karşıyayız 

ayşe düzkan yazdı

başbakanın sezaryen ve kürtajla ilgili sözleri birçok şey düşündürüyor. 

şu sezaryen konusuyla başlayalım. açıkçası bunun bir dil sürçmesi olduğunu düşünmekle birlikte yine de üzerinde durulmaya değer buluyorum. 

türkiye’de doğumu sırasında sezaryen yapılmadığı için ortaya çıkan sorunları ömrü boyunca yaşayan binlerce insan var. buna karşılık, hiçbir tıbbi gereklilik yokken sezaryen uygulanmış binlerce kadın olduğunu da biliyoruz. 

başımdan geçti, ona dayanarak söylüyorum, normal doğum, öyle böyle değil, fevkalade sancılı bir süreç ve birçok kadın o aşamada çocuktan da, doğurmaktan da vazgeçme noktasına geliyor ve fikri sorulsa tabii ki anestezi altında yapılan sezaryeni tercih eder. (doğumhanelerde “allah senin belanı versin mustafa/hasan/berke! bir daha…” diye bağıranların olması, kadınların annelik tercihinin ne kadar gönüllü olduğu üzerine de düşündürür bizi) ancak normal doğum çok doğal bir iş, bittiğinde kalkıp dans bile edebilirsiniz. sezaryen ise her ameliyat gibi nekahet dönemi ve bir sürü masrafı olan bir işlem. özel hastanelerde ve özel sağlık sigortalarının geçerli olduğu hastanelerde uzun bir süredir gerekli gereksiz durumlarda sezaryen uygulanıyor. oysa epidural iğnesiyle acısız normal doğum yapmak da mümkün. 

sezaryen işleminin hastadan ya da onun sigorta kuruluşundan para sızdırmak amacıyla hiç gerekmediği hallerde uygulanmasına, epiduralle güle oynaya doğum yapıp ertesi gün evinin yolunu tutacak bir kadının bir hafta hastanede kalmasına birçok hekim de karşı. her insanın hakkı olan sağlık hizmetlerini satmaya başladığınızda parası ve sosyal güvencesi olmayan ebe bile bulamadan doğurur, gerekmeyen durumlarda da sezaryen uygulanır. başbakan bunu mu kastetti bilmiyorum ama hastanelerin ticarethane olmasına karşı çıkanlar arasında görmedik kendisini. 

buraya kadar sıkılmadan okuyabildinizse şu kürtaj konusuna gelelim. 

kürtaj hakkı, dünyanın birçok yerinde kadın kurtuluş hareketinin ilk taleplerinden. fransa’da, tanınmış kadınların kürtaj olduklarını açıklamalarıyla başlayan kürtaj hakkı mücadelesi ikinci dalga feminizmin ilk eylemlerinden biri oldu. hıristiyanlığın, özellikle de katolikliğin kürtaj karşısındaki tavrı başta polonya olmak üzere birçok ülkede kiliseyle kadın hareketini karşı karşıya getirdi. abd’de kürtaj karşıtları klinikleri bastı, hekimleri tehdit etti. feminist sağlık görevlilerinin kürtaj olmak isteyen kadınlara yeraltında yardımcı oldukları eyaletler var. kürtaj hakkı, birleşmiş milletler vb uluslararası kuruluşlarda “medeniyetler çatışması”nı ortadan kaldırdı, vatikan ve iran bu konuda işbirliği yaptı. akp’nin ise kürtajla ilgili ilk konuşması değil bu; birinci hükümetin ilk günlerinde milletvekili zeynep karahan, bir televizyon programında tıpkı abd’deki kürtaj karşıtı hareketin terimleriyle “yaşam hakkı”nı savunmuştu. yani uluslararası bir kampanyayla karşı karşıyayız. 

bugünkü yasal düzenlemede evli bir kadın kürtaj yaptırmak için kocasının onayını almak zorunda. ama evli bir adam çocuğunun altını değiştirmek, çocuğu gece uyandığında bakmak, tuvalet eğitimini yaptırmak, mamasını yedirmek, gece kalkıp üstünü örtmek, banyo yaptırmak, tırnaklarını kesmek, saçını taramak, sabahları hazırlayıp yuvaya götürmek (listeyi uzatmıyorum, henüz üç yaşındayız) zorunda değil. yaşı on sekizden küçük olan bekâr bir kız kürtaj yaptırmak için babasının onayını almak zorunda. ama bir baba kızını mutlu etmek, özgür kılmak, meslek sahibi yapmak… zorunda değil. ancak yaşı on sekizin üzerinde bekâr bir kadın kimseden izin almadan kürtaj yaptırabiliyor. 

kadınların ne zaman, ne şartlarda çocuk sahibi olacaklarına kendilerinin karar vermesi, özgür olabilmelerinin, nefes alabilmelerinin önemli bir koşulu. kürtaj mücadelesinin kazanıldığı günlerden bu yana “korunma”nın hem yöntemleri hem de amacı çeşitlendi. başta aids olmak üzere cinsel yoldan bulaşan hastalıklar birçok kadın ve erkeğin gözünü haklı olarak istenmeyen hamilelikten daha fazla korkutuyor. (türkiye’nin ilk aids vakalarından birinin eşinin virüs bulaştırdığı bir ev kadını olduğunu hatırladınız mı?) 

istenmeyen gebeliklerin engellenmesi için yaşı, medeni durumu ne olursa olsun her insanın korunma konusunda bilgiye ve bedava malzemeye ulaşabilmesi gerek. ama bu da -zihniyetin yanı sıra- bütçe sorunu. oysa tüp bebek vb. tekniklerin gelişmesine büyük bütçeler ayrılıyor, bunlar sgk tarafından da destekleniyor. çünkü hakim zihniyet, başbakanın üç çocuk ısrarının da ötesinde, herkesin kendi genlerini taşıyan çocuklara sahip olması yönünde. 

kürtaj en iyi doğum kontrol yöntemi değil çünkü en nihayetinde bir tıbbi müdahale. özellikle genç kadınlar kürtaj yaptırmak zorunda kaldıklarında sıkıntı yaşıyor, bu olayı travmatik bir deneyim olarak hatırlıyor. çünkü çoğunlukla kürtajı uygulayan hekim onlara suçluluk duygusu aşılıyor, rahatlıklarını, sağlıklarını, güvenliklerini öncelemiyor. 

toplumsal ve çevre baskısına sebep olan ideolojik iklimin bizim aramızda dahi capcanlı olduğuna başbakanın sözleri vesilesiyle şahit olduk. 

başbakana gelen itirazların yarısında son zamanlarda işlenen cinayetler sayıp dökülüyor ve kürtajla değil onlarla ilgilenmesi teklif ediliyor. yani kürtajın bir cinayet olduğu iddiası kabul ediliyor! 

evet türkiye’de pek çok cinayet işleniyor. ama gebeliği sonlandırma cinayet olsaydı, roboski’den aile içi şiddete hiçbir şey bunu aklamazdı. ama kürtaj cinayet değil! çünkü annenin can güvenliği, bebeğin ölü olması veya ömür boyu onu etkileyecek bir sakatlığı olduğunun belirlenmesi (bunun için bir hekim heyetinin kararı gerekiyor) gibi durumlar dışında kürtaj hamileliğin ilk on haftasında uygulanıyor ve kadının rahminden alınan bedeni, organları olan bir “can” değil. 

daha ilginci şu bence. islam alimleri ceninin nefs haline gelmesinden, ona ruh üflenmesinden sonra gebeliğin sonlandırılmasına karşı çıkıyor. bunun ne zaman gerçekleştiği konusundaki tartışmalar 40 günle 120 gün arasında değişen sürelere işaret ediyor. o süre aşıldıktan sonra gebeliği sonlandıranların ise ğurre adı verilen bir diyet ödemesi öngörülüyor. yani, kürtaj hakkının gaspına yönelik adımın islam’la -bile- ilgisi yok. kaldı ki, bir ülkenin laik olması hukukun dinin öngörülerinden bağımsız olması anlamına geliyor. 

geleneksel değil yeni, buralı değil abd’li bir muhafazakârlık var karşımızda. akp iktidar olduğunda kadın kurtuluş hareketinin ve ebt (yaygın olarak lgbt terimi kullanılsa da ben “eşcinsel-biseksüel-trans” ifadesinin yeterli olduğunu düşünüyorum) hareketin genel muhalefet içindeki öneminin artacağını öngörmüştük, haklı çıktık. çünkü saldırı nereye oluyorsa cevap da oradan geliyor!(Sendika.Org)


Etiketler: yaşam, siyaset
İstihdam