29/05/2007 | Yazar: Kaos GL

‘Her yıl, doğum günlerinde mesaj yazdım, kendimi hatırlattım o’na, unutmadığımı hatırlattım. Akıp gidiyordu zaman. Tutamayacak kadar hızlı akıyordu hem de. Acımı özümseyip, alışmaya başladım onsuzluğa.’ 2. Kadın Kadına Öykü Yarışması’nda üçüncü seçilen Temmuz rumuzlu yarışmacının öyküsü.

‘Her yıl, doğum günlerinde mesaj yazdım, kendimi hatırlattım o’na, unutmadığımı hatırlattım. Akıp gidiyordu zaman. Tutamayacak kadar hızlı akıyordu hem de. Acımı özümseyip, alışmaya başladım onsuzluğa.’ 2. Kadın Kadına Öykü Yarışması’nda üçüncü seçilen Temmuz rumuzlu yarışmacının öyküsü.

KAOS GL

Temmuz

''2. KADIN KADINA ÖYKÜ YARIŞMASI – Üçüncülük'' – 2007

''‘Her aşk, ilk aşktır bir parça''

''ve aşk’ın içindeyken sonsuza dek sürecek''

''sanırsın... Hayatımdaki tüm kadınlara,''

''bir nefeslik yaşamı olanlara da!’''


İLK ADIM

Sorgulayacak yaşta değildim, dört yaşımın elma kokulu yılları...

Komşumuzun kızıydı, çağlar kadar büyüktü benden. Çok koyu olmayan esmer teni, yanağındaki güzel ben’i... Ben’i olan kadınlara ilgim, o anların izleri mi? Kucağına alırdı beni, başım dönerdi. Daha uyanmamıştım hayata, her şey tazeydi...

İLK KADIN

Deli akan çağlarım, ilk gençlik yıllarım...

On iki yılı vardı, şairin dizelerindeki gibi yolun yarısına varmasına, benimse dokuz, o’nun o andaki yaşına. Dudaklarıma kondurduğu nemli öpücükler titretmişti bedenimi ve bir hayalin gerçekleşiyor olduğunu almamıştı aklım. Yaz biterken, o gitmişti... Bir mektup bırakmıştı ardında, olgunluğumu öven, incittiğini düşündüğü için özür dileyen. Ve biz aynı dünyanın, ayrı insanlarıydık; yollarımız çok başkaydı, ayrıldık...

İLK AŞK

Bir yurt odasında; yeni bir şehirde, yeni hayatıma başlıyor olmamın verdiği heyecanla; büyüdüğüm şehirden, ailemden, sevdiğim insanlardan uzak olmamın buruk hüznüyle dokunuyordum gitarımın tellerine... Yalnızlığı iliklerime kadar hissediyordum. Bir an kapının sesiyle irkilip kalktım. Açtım kapıyı, iki çift göz bana bakıyordu, ‘Girebilir miyiz?’ der gibi. ‘Buyurun.’ dedim. Esmer olanı; ‘Gitarın sesine geldik.’ dedi. ‘Nota bilmiyorum ben, çalabildiğim söylenemez. Saz’da kara düzen derler ya, ben bunu gitarda uyguluyorum.’ Gülümsedik. Diğeri, sarışın olanı pek konuşmuyordu, gülümsüyordu sade. Sarı uzun saçları vardı, güzel bir yüzü. İlk o zaman görmüştüm o’nu, hayatımın kadını olacağını bilmiyordum henüz. Kelimeler birbirini kovaladı. Onlara az önce yaptığım küçük şarkıyı çaldım; ‘Üşüdüm, üşüdüm üstümü örtecek kimse yok, üstümü örtmeye halim yok.’ Sarışın olan, ‘Merak etme, biz senin üzerini örtmeye geliriz.’ dedi giderken ve ekledi gülümseyerek ‘Sabah kahvaltıya gelsene, odamız karşı koridorda, sağdan ikinci oda.’ Teşekkür ettim ve iyi geceler diledim. Yatağıma uzandım, bir dolu düşünce geçti aklımdan, yeni insanlar tanımaya başlıyordum. Usulca uykuya daldım.

Ertesi sabah odalarına gittim; sadece ‘o’ vardı, esmer olan yoktu. Birlikte kahvaltı ettik. Konuştukça yakınlaştık, konuştukça hayret ettik, hayata baktığımız pencereler ne kadar da yakındı birbirine.

Elisa diyordum ona. Güzel bir dostluğa yelken açmıştık. Bana birçok şey anlattı kendine dair, hayata dair... Sevdiği adamı anlattı sonra, ilişkilerinde sorunlar olsa da onu çok sevdiğini...

Sevdiğim kadın İstanbul’a taşınmıştı, ben de peşinden okul bahanesiyle sürüklenmiştim buralara. Anlattım ama beraber olduğum insanın bir kadın olduğunu söyleyemedim. Bu yalanı çok fazla sürdürmeyecek kadar yakın olmayı diledim.

Günler geçip gidiyordu yamacımdan ben günleri yakalayamadan...

Bir gün Elisa geldi. Sevgilisiyle buluşmuştu. Yüzünden düşen bin parça...
‘Neyin var? Her şey yolunda mı?’ ‘Bugün K. İle buluştuk ya, tam 45 dakika sustuk, sonra ben kalktım masadan, bir şey konuşmadan ayrıldım yanından.’

Mutsuzdu Elisa, bunu görüyordum. Benim ilişkim de iyiye gidiyor sayılmazdı, hep tartışıyorduk. O’na kendi ilişkimden örnekler verdim. Saatlerce konuştuk. Gece oluyordu. Yalnızdık ve ben tüm cesaretimi toplayıp ‘Sana bir itirafta bulunacağım.’ dedim. Ve anlatmaya başladım, uğruna birçok şeyimi feda ettiğim adam, aslında bir kadındı. Gözleri şaşkın bir ifadeye büründü ve bir süre hiçbir şey söylemedi. Sonra, bunu anlayışla karşıladığını ama benim gibi (kadınları seven) bir kadını daha önce hiç tanımadığı için şaşırdığını söyledi. Bir süre aşk’ta cinsiyetin olmadığını tartıştık. İçim çok rahattı artık, bu şehirde bana en yakın olan insan’a yalansızdım.

Bir hafta sonu birlikte sinemaya gittik. Ellerim her zaman soğuktur benim. Sinema salonu da sıcak sayılmazdı. Filme dalmışken bir an ellerime dokundu. ‘Üşümüş’ dedi gülümseyerek ve ellerimi bacaklarının arasına aldı. Filmden kopup gitmiş, kalp atışlarımın ritmini kontrol etmeye çalışıyordum. Konuşamadım, içime bir ateş düşmüştü, inanamadım. Beraber yurda döndük. Hafta sonu olduğu için pek kimse kalmamış, ıssızlaşmıştı yurt. Odasına çıktık, gece lambasını açtık. Öyle farklı görünüyordu ki o loş ışıkta... Oturduk ve gülümseyerek birbirimize baktık. Ne kadar da güzeldi... Sonra yüzüne yaklaştım, kulağına eğildim ve ‘seni öpmek istiyorum’ dedim. Sadece gülümsüyordu, hiçbir şey söylemiyordu. ‘Seni gerçekten öpmek istiyorum.’ dedim ve öpüşmeye başladık. Zaman akmıyordu sanki artık yeryüzünde değildik. Eros’un okları binlerce yerimizden vuruyordu bizi. Aşk, dudaklarımızdan içimize akıyor, içimizi yakıyordu... Sonra bir an durduk ve sarhoşluk içinde baktık birbirimize. ‘Ne yapıyoruz biz? İkimizin hayatında da insanlar var, üstelik...’ ‘Biliyorum.’ dedim. ‘Peki, ne yapacağız?’ ‘Devam etmeyelim.’ O an’dan sıyrılıp bir süre gerçek yaşama döndüm. Haklıydı. Doğru olan bu değildi. Odama gittim ve sabaha kadar gözüme uyku girmedi. İçimde fırtınalar kopuyordu, aşık olmuştum. O’nun varlığına, hayattaki duruşuna, insanlığına, güzelliğine vurulmuştum. Beraber olduğum insan aklımdan çıkıp gitmişti çoktan.

Ertesi gün, hiçbir şey olmamış gibi çene çalıyor, kahvaltı yapıyorduk. Gözlerimin içine baktı ve ‘Biliyor musun? K. İle öpüştüğüm zamanlarda gözlerimi kapayıp, herhangi bir filmdeki ateşli bir öpücük sahnesini düşünüp, heyecanlanırdım. Ama dün gece, seninle öpüşürken ben bir filmin içindeydim sanki.’ Duyduklarıma inanamadım, çok şaşırmıştım. O da bana aşık, diye geçirdim içimden. ‘Seninle birlikte olmak istiyorum ben, hiçbir şey umurumda değil.’ ‘Bunu ben de istiyorum ama... Hayatımızdaki insanlar? Önce ilişkilerimizi bitirmeliyiz.’ Bunu ciddi anlamda düşündüm ama üç yılımı verdiğim kadını bir çırpıda silmek... Ne kadar da bencildim.

Birkaç gün sonra, K.’dan ayrıldı ve beni beklediğini söyledi. Kafam karmakarışıktı benim uğruma terk etmişti K.’yı... O’na olan aşkımdan şüphe etmesini sağlayacak kadar cesaretsizdim. O’na söyleyeceğim diyordum, zaman ver. Ne zamanıydı istediğim şu an ben de bilmiyorum. Bir gün yanıma geldi ve beraber olduğum kadını aradığını ve her şeyi anlattığını söyledi. Blöf yapıyor sandım ama aramıştı... Ondan önce arayıp ilişkimi bitirmediğim için çok pişman olmuştum –ki bunun için hala çok pişmanım. Bir şekilde bitmişti sonuç olarak ve artık sadece birbirimiz vardık.

Her şey rüya gibiydi. Ertesi sene küçük bir ev tuttuk. Küçük bir balkonu vardı evimizin ve iki kişilik çaydanlığımız, birbirimize aşk’la çay yaptığımız. Pazar günleri, öğle saatlerinde, o küçük balkonda akşama kadar sürerdi kahvaltımız, gazeteler eşliğinde. Bazı Pazarlar sahile iner, simit yer, çay içerdik... Eski evlerin bulunduğu, daracık sokaklarda uzun yürüyüşlere çıkardık ve her seferinde fotoğraf makinemiz olmadığı için kendimizi şanssız sayardık. Boş vakitlerimizde kitaplar okurduk birbirimize sonra hararetle tartışırdık okuduklarımızı. Onunla olmak iyi geliyordu. Bazen susuyorduk, gözlerimiz konuşuyordu. Hayat bana en güzel armağanı vermişti.

Bahtiyardık...

Sene sonu mezun oldum. O’nun bir yılı daha kalmıştı ve ayrı şehirlerde yaşıyorduk. Ayrılık düşüncesi ikimizi de mahvediyordu. Bir haftalığına benimle gelebileceğini söyledi. Doğduğum, büyüdüğüm şehri merak etmiş, görmek istemişti. Çok sevinmiştim. Ama o bir hafta, ışık hızıyla geçip gitti, biz hiçbir şey anlamadan... O’nu otobüse bindirirken gizlice bir öpücük kondurdum dudaklarına. Otobüs giderken baktım ardından, gözyaşlarımı bıraktım. Canımdan can gidiyordu...

Sonra mektuplarla, uzun telefon konuşmalarıyla sürdürmeye çalıştık bir şeyleri.
Sıcak bir Ağustos günü ağlayarak aradı beni. Ayrılmak istediğini söyledi. Buna inanamamıştım. İlişkimizin doğru olmadığını, sonu olmadığını söylüyordu. Yaşadığımız toplum, ailelerimiz, nereye kadar sürdüreceğiz diyordu. Bir yerlerde haklıydı belki de. Benim gibi düşünmüyordu. Yalvardım o’na. ‘Gidersen ölürüm.’ dedim. Kelimeler ağzımda oluşan o koca yumruya takılıyor, sese dönüşemiyordu. Kararını çoktan vermişti, döndüremedim. Severek ayrıldığını ama bir daha asla görüşmek istemediğini söyledi. Ağlayarak kapattım telefonu.

Her şeyin bitişi, hiçliğin başlangıcı... Yokluğun başlangıcı, onsuzluğun başlangıcı... Bir intihar mevsiminin içine girmiştim; sağanak yağışlarla, sancılı, buhranlı, buz gibi sıcak gecelerle. Yaslandığım duvar bedenime yapışıyor, sırtımı hissetmeme engel olmaya başlıyordu. Ağladığımda yüzümü gömdüğüm yastık kardeşim oluvermişti. Yastık o’nun hatırasıydı. O’nun yokluğunu var eden birkaç küçük eşya gibi somuttu. An’lar vardı gülümseten... An’lar vardı içine çekip alan, boğulduğum an’lar. Her gittiğimde bir parçamı görüyordum ve dönüşlerim, olmayışının verdiği kederle kahrediyordu beni. Uyandığım çoğu sabah gibi... Ve hayat durmuyordu bile ve ben alışmalıydım artık o’nun hayatının dışında oluşuma. Ne yapacağımı bilemedim uzunca bir süre... Kadınım götürmüştü kendini benden ötelere. Güneş’i batmıştı ömrümün. İçimizde kalmıştı, doymamıştık birbirimize...

Aklımdan bir an bile çıkmadı. O’na olan aşkım tükenmiyordu. Ertesi seneye kadar sesini duymadım. Diplomamı almam gerekiyordu ve bu bahanem olmuştu. Şehre varır varmaz aradım onu, telefonu kapalıydı. Telefondaki ses ‘Aradığınız kişiye şu anda ulaşılamıyor, lütfen daha sonra tekrar deneyiniz.’ diyordu. Tekrar tekrar denedim ben de ve sonunda ulaştım. Sesini duyduğumda yüreğim titredi. Çok şaşırmıştı orada olduğuma, hemen adresini verdi. Birkaç saatim vardı. Kaldığı eve gidip, kapısını çaldım. Sanki o bir yıl hiç girmemişti aramıza... Sarıldık, dokunduk birbirimize. Ellerinden öpüp defalarca sevdiğimi söyledim ona. İstemiyordu beni hayatında. Belki bir başka yaşamda... Ne garipti, aşkı beni içine çekip alırken, yenilgiyi kabul ediyordu... Aynı duyguları hissediyorduk ama o çok zalimdi. Sanki bir güç tarafından kontrol ediliyordu. Vedalaştık sonra. Kalbimden düşen parçaları toplayıp, yuvama döndüm.

Her yıl, doğum günlerinde mesaj yazdım, kendimi hatırlattım o’na, unutmadığımı hatırlattım. Akıp gidiyordu zaman. Tutamayacak kadar hızlı akıyordu hem de. Acımı özümseyip, alışmaya başladım onsuzluğa. Hayat bir şekilde devam ediyordu ne de olsa. Başka kadınlar sevdim; incindim, incittim, mutlu oldum, mutlu ettim; yaşama bıraktım kendimi yani; yaşama bırakmalıydım! Ama hiç kimse kalbime o’nun gibi yumuşacık, sıcacık dokunamadı. Aslında hiçbirinin dokunuşu benzeyemez zaten değil mi ?

Aradan tam yedi yıl geçmişti. Hayat savurup duruyordu oradan oraya... Tayinim Ege’de, güzel bir kente çıkmıştı. Yeni bir şehirde, yeni hayatıma başlıyor olmanın verdiği heyecanla, ailemden, sevdiğim insanlardan uzak olmanın verdiği buruk hüzünle dolaşıyordum sokaklarda. Bir çift göze takıldı gözlerim. Bir mucizenin içindeydim. Bana bakıyordu uzaktan, gülümseyerek. Birbirimize doğru ilerledik, sarıldık uzunca, sarıldık sımsıkı... Her şey inanılmazdı, kalp atışlarımın ritmini bıraktım, kendimi bıraktım. Mutlu son yoktur sanırdım.

Ve biz devam ederken hayata nefes almaya, bu öykü bitiyor bir kıyı kasabasında...



Etiketler: kültür sanat
İstihdam