02/03/2014 | Yazar: Kaos GL

Yarmouk mülteci kampından Umm Saleh: Şu anda hesap verecek ne bir devletim, ne bir kocam, ne de bir dinim var ve bu saatten sonra da benim üzerimde tahakküm kuracak bir Filistin istemiyorum.

Şu anda hesap verecek ne bir devletim, ne bir kocam, ne de bir dinim var ve bu saatten sonra da benim üzerimde tahakküm kuracak bir Filistin istemiyorum.
 
Suriye’deki halk ayaklanmasına katıldığı için Suriye hükümeti tarafından tutuklanan Umm Saleh, tutukluluğunun ardından kaçarak Türkiye’ye sığındı. “Kimse evinden isteyerek kaçmaz” diyen Saleh’le Suriye’deki Filistinliler hakkında sohbet ettik.  
 
Yarmouk mülteci kampından Umm Saleh’le Şenay Özden görüştü
Fotoğraf: Handout/Reuters
Filistin mülteci “sorunu”nun ortaya çıkması Orta Doğu siyasetine yeni bir aktörün, İsrail devletinin girmesiyle başladı. Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu tarafından Kasım 1947’de alınan Filistin topraklarını taksim kararının ardından, 1948 yılında kurulan İsrail devletinin Filistin topraklarının % 78’ini elde etmesi ile, yaklaşık 750.000 Filistinli evlerinden, köylerinden zorla göç ettirildi. Filistinliler’in komşu ülkelerde mülteci olmasına sebep olan bu olay, onların belleğinde Al-Nakba (Büyük Felaket) olarak yer alır. Bugün hâlâ Filistinli mültecilerin en yoğun yaşadıkları ülkeler Ürdün, Lübnan ve Suriye’dir.
 
1948 yılında Suriye’ye gelen mültecilerin sayısı yaklaşık 75.000-100.000 arasında idi ve çoğunluğu Filistin’in kuzeyinde yer alan Safad bölgesinden geliyordu. Mülteciler ilk başta okullara, camilere ve askeri kışlalara yerleştirildiler. Daha sonra 1954 yılında Şam’ın yaklaşık 10 km dışında Birleşmiş Milletler ve Suriye hükümetinin anlaşmaları doğrultusunda Yarmouk mülteci kampı kuruldu. Yarmouk, Suriye’deki 10 Filistin mülteci kampının hâlâ en büyüğüdür.  
 
Umm Saleh’le Yarmouk mülteci kampında tanıştım. Kendisi ikinci kuşak Filistinli bir mülteci. Saleh, Suriye’de geçen yıl başlayan halk ayaklanmasında yer almış ve Suriye hükümeti tarafından tutuklanmış. 21 gün süren tutukluluğunun ardından Suriye’de artık can güvenliğinin olmaması sebebi ile yaklaşık 5 ay önce Türkiye’ye kaçmış. Her ne kadar Türkiye, Suriye’den gelenlere mülteci statüsü vermese de, Saleh ikinci kez mülteci olduğunu söylüyor ve “Kimse evinden isteyerek kaçmaz.” diyor. Saleh’le Suriye’deki Filistinliler hakkında sohbet ettik.  
 
Yarmouk’un kuruluşundan bahseder misin?
Filistinliler’in Suriye hükümeti ve Birleşmiş Milletler tarafından Yarmouk kampına yerleştirilmesi ve kampın sosyal yapısı, Filistin’deki köy, aşiret ve aile yapılarına göre düzenlenmişti. Aynı köyden ya da aşiretten olan aileler aynı sokaklara yerleştirilmişti. Yarmouk’un ilk döneminden bahseden Filistinliler, Yarmouk’un “Filistin’in dışındaki en büyük Filistin köyü” olarak tanımlandığını belirtirlerdi hep. Yarmouk’taki sokak isimleri hâlâ Filistin’deki köy, kasaba isimleridir. 
 
Filistinliler için en önemli siyasi hedef geri dönme hakkımızın tanınmasıdır. Aslında BM’nin Aralık 1948 tarihinde aldığı 194 sayılı karar şöyle diyor: “Dönmek isteyen Filistinli mültecilerin ülkelerine dönmeleri en mümkün şekilde gerçekleşmeli ve komşularıyla barış içinde yaşamaları temin edilmeli. İsrailliler tazminat ödemeye mahkûm edilmelidir.” Ancak İsrail bu kararı tanımıyor. Dünyanın neresinden olursanız olun eğer Yahudi iseniz, İsrail’de yaşama hakkınız var ancak bizim kendi topraklarımıza dönme hakkımız yok.
 
Yarmouk’un Filistin’deki toplumsal yapıya göre düzenlenmesi geri dönme hakkı ile mi bağlantılı idi?
Şöyle düşünün… O zamanlar Filistinliler’in büyük bir bölümü köylü idi ve toprakla uğraşıyordu. Daha sonra bu insanlar mülteci oldular ve Şam’a, yani bir şehre geldiler. İşleyebilecekleri, ekip biçecekleri toprakları yoktu artık. Bu durumda yaşamlarını idame ettirebilmeleri için çok daha fazla dayanışmaya ihtiyaçları vardı ve o yüzden akrabalar ve aynı köyden gelenler birbirlerine yakın oturmayı tercih ettiler. 
 
Diğer bir sebep ise elbette ki sembolik olması… “Mültecilik durumumuz geçicidir ve Filistin’e geri dönene kadar, Filistin’de nasıl yaşıyorsak öyle yaşamaya devam edeceğiz.” mesajı verilmek istendi. Bu sebeple hâlâ her Filistinli mültecinin evinde Filistin’deki evlerinin anahtarı duvarda asılıdır. Ancak bu durum şöyle de algılandı: Filistinli mülteciler kendi topraklarına dönene kadar Şam’da zamanın dışında, pasif ve dondurulmuş bir şekilde bekleme durumunda yaşıyorlar. “Tek siyasi hedefleri Filistin’e yönelik.” Ancak bu doğru değil. Filistinli mülteciler Suriye’nin siyasi, toplumsal ve ekonomik hayatı içinde her zaman aktif bir şekilde yer aldılar. 
 
Filistinli mültecilerin Suriye’deki kanuni haklarından bahseder misin?
Bugün Suriye’de yaklaşık 500.000 Filistinli yaşıyor. Suriye’nin nüfusunu göz önüne aldığınızda bu oldukça büyük bir oran. Suriye’de 1949 yılında Filistin Arap Mülteci Kurumu kuruldu. Bu kurum daha sonra Suriye Filistin Arap Mültecileri İşleri Genel Müdürlüğü olarak adını değiştirdi ve Sosyal İşler ve Çalışma Bakanlığı’na bağlandı. Bu dönemde, 1949 yılında, Birleşmiş Milletler de 302 sayılı karar ile Filistinli Mültecilere Yardım ve Çalıştırma Ajansı’nı (UNRWA) kurdu. Suriye’deki Filistinli mültecilerin her türlü yasal, idari ve insani yardım işlerinden bu iki kurum sorumludur. 
 
1956 ve 1963 yıllarında çıkarılan iki kanunla birlikte Filistinli mülteciler, çalışma ve eğitim gibi alanlarda neredeyse Suriye vatandaşları ile aynı haklara sahip oldular. Suriye’deki Filistinli mültecilere baktığınızda her türlü mesleği icra ettiklerini görürsünüz -doktorlar, mühendisler, üniversite hocaları vesaire- ancak sembolik sebeplerle, yerleşikliği ve kök salmayı temsil ettiği için, Filistinliler’in Suriye’de toprak satın alma hakkı yoktur ve her mülteci sadece bir mülk satın alabilir. 
 
Bunun yanı sıra Suriye içinde serbest seyahat özgürlüğümüz vardır ve bize verilen seyahat kartları ile Filistinli mültecilere vize veren ülkelere seyahat edebiliriz; Suriye’ye geri dönmek için herhangi yeni bir belgeye ihtiyacımız yoktur. Suriyeliler’den farkımız ise, seçme ve seçilme hakkımızın olmaması. Özgür seçimler olmadığı için böyle bir hakka zaten Suriyeliler de sahip değil! 
 
Filistinli mülteciler Suriye’de -Lübnan’ın aksine- ekonomik ve sosyal hayata entegre olmuş durumdalar. Geri dönme hakkının elde edilmesi durumunda, geri dönmeyi isterler mi?
Buradaki soru kaç tane Filistinli’nin geri döneceği olmamalı. Geri dönüp dönmemeye Filistinliler kendileri karar verecektir ancak tarihte yapılmış haksızlıkların giderilmesi için bu hakkın kanuni olarak bize verilmesi gereklidir. Bu konudaki siyasi tutumumuz budur. Zaten bu sebeple Suriye vatandaşlığı almayı da istemiyoruz. Mültecilik statümüzün devam etmesi, Filistin toprakları üzerindeki hak savaşımızı devam ettirdiğimizin bir göstergesidir. İsrail devleti, Arap ülkelerinde 1948 yılından beri yaşayan Filistinli mültecilere o ülkelerin vatandaşlığı verilsin, bu sorun halledilsin istiyor. Biz de buna karşı çıktığımız ve geri dönme hakkımızdan vazgeçmediğimizi göstermek için, vatandaşlık almayı kabul etmiyoruz. Yani mültecilik statümüz, Filistinli kimliğimizin çok önemli bir parçası. 
 
Genelde Birleşmiş Milletler’in ve özelde UNRWA’nın, siyasi bir sorun olan Filistin mülteci meselesini “insani yardım sorunu”na indirgediğine dair bir eleştiri var. Bu konuda ne düşünüyorsun?
Bu, bir açıdan haklı bir eleştiri… Birleşmiş Milletler, mülteci kamplarında sağlık, eğitim ve alt yapı hizmetleri verir ancak asıl mesele iyi ya da kötü koşullarda yaşıyor olmamız değil, evlerimizden sürülmüş olmamızdır. Bu da insani yardım meselesi değil, siyasi bir meseledir. İsterlerse bizi beş yıldızlı otellere yerleştirsinler; bu durum, mülteci statümüzü ve bunun asıl sebebinin İsrail devletinin sömürgeci yayılma politikası olduğu gerçeğini değiştirmez. 
 
Bunun yanı sıra Filistinli mültecileri pasif ve mağdur konumunda gösteren yaklaşımlar da doğru değil. UNRWA kurumlarını, biz aynı zamanda siyasallaşma mekânları olarak kullanıyoruz. Mültecilere istihdam sağlamak amacı ile UNRWA çalışanlarının çoğu Filistinlidir. UNRWA okulları, tarihsel olarak Filistin örgütleri için çok önemli kurumlar olmuştur mesela. Direnişin ve örgütlenme yöntemlerinin tartışıldığı, öğrencilere Filistin direnişinin tarihinin aktarıldığı mekânlar olmuştur UNRWA okulları. 
 
Bunun yanı sıra Birleşmiş Milletler’in bize dağıttığı gıda yardımı karnelerinin sembolik bir önemi vardır. Dağıtılan unun, yağın, pirincin miktarı çok az da olsa, her ay mülteci kadınlar ellerinde karneleriyle Birleşmiş Milletler binasına gider. Bu, varlığımızı hissettirmenin bir yöntemidir ve mülteci statümüzün, yani evlerimizden sürülmüş olduğumuz gerçeğinin bir kanıtıdır. 
 
Konuşmamızın başında Filistinli mültecilerin Suriye siyasetinde aktif olarak yer aldığını söyledin. Bu konunun tarihsel arka planından biraz bahseder misin?
Özellikle 1967 Arap-İsrail savaşında yaşanan hezimet sonrasında, Filistinliler direniş yöntemlerini gözden geçirmeye başladılar. Varılan nokta şuydu: Direnişimiz bir tek İsrail devletine yönelik olmamalı. Aynı zamanda Arap ülkelerindeki diktatör rejimlere karşı da direnmeliyiz. Filistin’i İsrail işgalinden kurtaracak olan diktatör Arap rejimleri ve o rejimlerin orduları değil, Arap halkları ile dayanışma olacaktır. Bu diktatörlüklerden birisi de elbette ki Suriye’deki Baas rejimidir. Bu yaklaşımımız, Filistin solunu, Suriyeli muhalif örgütlerle 70’li yıllardan itibaren bir araya getirmiştir. 
 
Bu yıllarda Yarmouk da Suriye’de muhalefetin kalesi durumuna geldi. Suriye güvenlik güçlerinden kaçan Suriyeli yoldaşlarımız bizim evlerimizde saklanırdı. Sol dergilerin ve gazetelerin matbaaları evlerimizin bodrum katında idi. Örgüt toplantıları kampta yapılırdı; kampta binaların duvarları direniş ve dayanışma grafitilerinden görünmez duruma gelmişti. 
 
Bunun yanı sıra 1980 darbesi sırasında Türkiye’den kaçan bazı muhalifler de Yarmouk’a gelmişti. Yani kamp oldukça kozmopolit bir muhalif alana, kurtarılmış bölgeye dönüşmüştü. Artık kampta kimliğimiz Filistin’deki köyümüz ya da aşiretimiz üzerinden değil, siyasi duruşumuz üzerinden tanımlanıyordu. Artık mağdur mülteciler değildik; tam tersi kamp, mültecilerle, yani vatandaş olmayanlarla dayanışmayı ve Suriye vatandaşı olanların mağduriyetini simgeler hale gelmişti. Suriye devletinin siyasetine göre Suriyeliler’in vatandaşlık hakları yoktur; sadece Baas partisinin ve devletinin bekası için hizmet etme görevleri vardır. 
 
Baas partisi ve Suriye devleti her zaman kendisini İsrail’in yayılmacı politikasına karşı direnen, Filistinliler’in haklarını savunan bir rejim olarak sundu. Bu konuda ne düşünüyorsun?
Baas Partisi, Filistin davasını kendi otoriter rejimini meşru kılmak için kullanmıştır. “Düşman İsrail’le sınırımız var, sürekli tehdit altındayız.” söylemini kullanarak, 1963 yılından itibaren olağanüstü hâl altındadır. “Ülkenin güvenliğini koruma” adına Suriye’de her türlü insan hakları ihlali gerçekleşmiştir. Arap milliyetçiliği adına Kürtler’in ve Arap olmayan diğer azınlıkların özgürlükleri kısıtlanmıştır. Bunun yanı sıra Suriye devleti Filistin meselesini ve İsrail’in Lübnan’a saldırılarını bahane ederek Lübnan üzerindeki hâkimiyetini güçlendirmiş ve ülkeyi işgal ederek Suriye’ye ait bir şehirmiş gibi bir politika izlemiştir. Ayrıca Suriye rejiminin iç savaş sırasında Lübnan’daki Filistin mülteci kamplarında, Filistinliler’in siyasi gücünü kontrol altına almak için desteklediği katliamlar da sanırım Türkiye’de çok bilinmiyor. 
 
Suriye rejimi, Yarmouk’ta muhalefetin bu kadar güçlü olması karşısında bir tavır almadı mı?
80’lerde Suriye’nin genelinde görülen tutuklamalardan elbette Filistinli mülteciler de nasibini aldı. Tutuklamalar, hapishane koşulları ve işkenceler açısından Suriye vatandaşları ile aynı muameleyi gördük. O konuda mülteci olduğumuzu hiç hissettirmedi Suriye devleti bize! Kaba güç ve şiddet kullanmanın yanı sıra, Suriye hükümeti Yarmouk’a yönelik çok zeki başka bir siyaset sergiledi: Yarmouk’taki Filistinli oranını düşürdü. Oto yan sanayiini Yarmouk çevresine taşıyarak, Suriye’nin farklı yerlerinden Suriyeliler’i Yarmouk’a taşıdı. Böylece Yarmouk, kamp kimliğinden çıktı ve işçi sınıfı gettosuna dönüştü. İşçi sendikaları, meslek odaları ve Komünist Parti zaten hükümetin kontrolü altında olduğu için, Hafız Esad, işçi sınıfı hareketinin rejime bir tehdit unsuru olmadığının farkındaydı. Bunun ötesinde Yarmouk’ta çarşı, pazar ve küçük atölyelerin açılmasını da destekleyerek, Yarmouk’u ekonomik olarak Şam’a bağladı. Tüm bu gelişmeler sonucunda da Birleşmiş Milletler Yarmouk’un resmi kamp statüsünü iptal etti. Birleşmiş Milletler tanımına göre mülteci kampı, sadece Filistinlilerin yaşadığı bir adacık olduğu için, artık Yarmouk bu kriterlere uymuyordu. Şu anda Yarmouk’un nüfusu 400.000’e ulaştı ve bunun ancak yarısı Filistinli mültecidir. Filistin Arap Mültecileri İşleri Genel Müdürlüğü Müdürü Ali Mustafa, Suriye devletinin Yarmouk’a yönelik siyasetini, sarf ettiği şu cümlesiyle çok güzel özetledi: “Suriye’de Filistinliler’in devlet içinde devlet gibi davranmasına izin vermeyeceğiz. Filistinliler isterlerse kültürel olarak var olabilirler, ama siyasi varlıklarına izin vermeyiz.” Hafız Esad da 1982 Hama katliamı ardından Filistinliler’e yönelik şu tehdidi yapmıştı: “Filistinliler bu siyasetlerine devam ederse Hama gibi Yarmouk’u da yerle bir ederiz.”  Yani Suriye rejimi, Filistinliler’in sadece folklorik bir öğe olarak Suriye’de olmalarına tahammül edeceğini çok net ortaya koymuştu. Bu gelişmelerin yanı sıra Oslo süreci, radikal solcu Filistin siyasi örgütlerinin sonunu getirmiştir. Oslo süreci ve diğer küresel gelişmeler, Filistin siyasetini ve örgütlerini ehlileştirmekte büyük ölçüde başarılı oldu. 
 
Son olarak, Türkiye’de sence Filistin sorununa nasıl yaklaşılıyor?
Mavi Marmara’ya saldırının yıl dönümünde Taksim’de İHH’nın düzenlediği mitingi gördüm. Açıkçası tüylerim diken diken oldu. On binlerce kişi tekbir getirerek Filistin’in bağımsızlığı için slogan atıyordu. Eğer bağımsız Filistin onların tahayyülündeki gibi olacaksa, doğrusu ben Filistin’in bağımsızlaşmasını istemiyorum. Benim şu anda hesap verecek ne bir devletim, ne bir kocam, ne de bir dinim var ve bu saatten sonra da benim üzerimde tahakküm kuracak bir Filistin istemiyorum. Hatta eylemde yer alan bir İHH’lıya, her Filistinli’nin Müslüman olmadığını; dinsizlerin, farklı ahlaki değerleri ve cinsel yönelimleri olan Filistinlilerin de olduğunu ve kurulacak Filistin devletinde herkesin yaşam tarzını özgürce seçme hakkının olması gerektiğini söyledim ama bir cevap alamadım. Filistin meselesini İHH gibi sadece tek tip yaşam tarzı ve siyasete izin veren kurumların tekeline bırakmamakta tabii Türkiye soluna çok büyük görev düşüyor.
 
Bu söyleşi daha önce Kaos GL Dergisinin 125. Sayısında yayınlandı.
 

Etiketler: insan hakları, mülteci
İstihdam