29/08/2013 | Yazar: Murat Köylü

Başbakan Erdoğan’ın LGBT’leri tüm yaşam alanlarında sarmış şiddeti ve ayrımcılığı görmezden gelebilmesi, ancak siyasi tercihi olarak yorumlanabilir. Böylesine bir siyasi tercihin ise suça ortak olmaktan bile öte anlamlara geleceği çok açık.

Yeni Yıl LGBT’ler İçin Yasama mı Yas mı Getirecek? Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı
TBMM’nin 24. Dönem 4. Yasama Yılı 1 Ekim Salı günü başlıyor.
 
Meclis’in bu yasama yılında evrensel insan hakları mevzuatına daha çok öncelik vermesi ve bu alandaki denetim işlevini daha bağımsız, siyasetler üstü ve şeffaf biçimde yerine getirmesi talep ediliyor.
 
Türkiye’de müzminleşmiş yasama kültürü ise muhalefet partilerinin, hak sahiplerinin ve sivil toplumun yasa yapma süreçlerine katılmama, katılamama geleneği doğrultusunda sürüp gidiyor.
 
Siyasi iktidarların ekmeğine yağ süren bu kötü gelenek, hak sahiplerini doğrudan ilgilendiren düzenlemelerin; kendilerine hiç danışılmadan, tartışma ve uzlaşma olanakları kullanılmadan, Meclis çoğunluğunu elinde tutan güç tarafından keyfi bir öncelik sırası ve içerik ile resmileşmesi anlamına geliyor.
 
“Kabul edenler, etmeyenler, kabul edilmiştir”
“Kabul edenler, etmeyenler, kabul edilmiştir” şeklinde yürütülen demokrasi,  toplumsal hayata yön ve şekil verecek kritik kararlar, birçok kesimin dışarıda tutulduğu seçim ve Meclis aritmetiğine emanet edilmiş durumda. Seçim ve siyasi partiler yasalarının hali, halet-i ruhiyesi de ortada.
 
Başka bir kötü alışkanlık, Türkiye’nin tarafı olduğu uluslararası hükümetlerarası kuruluşların standartlarına ve ilkelerine uymamaktaki tutarlı ısrarcılığı.
 
Yasamasıyla, yargısıyla, yürütmesiyle Türkiye, bizzat onaylamış olduğu Birleşmiş Milletler ve Avrupa Konseyi sözleşmelerini bile ulusal mevzuata ve uygulamaya aktarma konusunda hiç iyi karneye sahip değil. Bu kuruluşların yıllardır Türkiye hükümetlerine raporlar, tavsiye kararları ve beyanatlar yolu ile ilettiği öneriler, çoğu zaman görmezden geliniyor. İnsan haklarının korunması ve geliştirilmesine dair değişimler öneren bu belgeler, siyasi arenadaki başkaca güç oyunlarına malzeme ediliyor. Örnek; Anayasa Komisyonu Başkanı Prof. Kuzu’nun ekranda çöpe attığı Avrupa Birliği’ninkine karşı Türkiye’nin “Kendi” İlerleme Raporu…
 
İlerleme Raporları’nda da her yıl tekrar edilen nefret suçları, ulusal ve uluslararası dinamikler tarafından Türkiye hükümetinin –ve parlamentonun- gündemine alması talep edilen; ancak henüz başarılamamış bir yakıcı insan hakları meselesi. Kamu düzenini doğrudan etkileyen, toplumsal barışa ve bir arada yaşama kültürüne telafisi zor hasarlar bırakan nefret suçlarına dair Türkiye Devleti’nin herhangi bir ilkesi, stratejisi, politikası yok. 
 
Nefret Suçlarına Karşı Başını Kuma Gömen Ülke Türkiye
Anımsamak gerekirse, nefret suçları, insanların toplumsal kimlikleri, statüleri, doğuştan getirdikleri ya da sonradan edindikleri özellikleri nedeniyle maruz bırakıldığı vakaları tanımlamak için kullanılıyor.
 
Türkiye, Avrupa Konseyi üyesi ile Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı katılımcısı ülkeler arasında nefret (önyargı) suçlarına dair mevzuatı olmayan, istatistik tutmayan ve böylece mağduriyetlerin giderilmesi ve suçların önlenmesine dair herhangi bir politika geliştirmeyen çok az sayıdaki ülkelerden. Yüksek nüfusa sahip ülkeler içinde ise tek.
 
Aslında Başbakan Erdoğan, siyasi ve etik önceliklerine uyumlu bir frekansta nefret suçlarından söz ediyor. Ancak, en son geçen günlerde yeniden gündeme taşıdığı gibi, İslamofobi temeli dışındaki nefret suçlarına – ya da nefret söylemlerine - gönderme dahi yapmıyor.
 
Oysa Erdoğan’ın 10 senedir Yürütmesinden sorumlu olduğu ülkede pek çok sosyal kimlikten insan, çok şiddetli ve yaygın biçimde nefret suçlarına maruz bırakılıyorlar. Aleviler, Romanlar, Kürtler, gayri-Müslimler, eşcinseller,  translar, kadınlar, engelliler, seks işçileri en gaddarca şiddetin, genel ahlaka sinmiş linç kültürünün olağan mağdurları durumundalar.
 
Hal buyken, sivil toplum ve muhalefet partileri TBMM’ye çeşitli kanallardan nefret suçlarına dair çeşitli yasa taslaklarını iletmiş durumda. Zaten AGİT’in kriterleri doğrultusunda meydana getirilen bu öneriler, öncelik verilmesi durumunda, kolaylıkla parlamentoda son şekli verilip yasalaşabilecek durumdalar.
Eşcinsellere ve translara yönelik şiddeti önlemek Başbakan’ın ve AK Parti’nin yükümlülüğü değil mi?
Lezbiyen, gey, biseksüel ve transları bu yıl yeni anayasa çalışmaları olduğu kadar, Başbakan Erdoğan’ın da işaret ettiği üzere, nefret suçlarına dair düzenlemeler de ilgilendirecek gibi görünüyor. Yine yıllardır taslak halinde bekletilen ayrımcılıkla mücadele yasası, bu sene takip edilecek diğer önemli insan hakları düzenlemesi olabilir.
 
Yeni anayasada olduğu gibi ayrımcılıkla mücadele yasası taslağında da “cinsel kimlik, cinsel yönelim, cinsiyet kimliği” tanımlarına karşı çıkan AK Parti hükümeti, ne acıdır ki, nefret suçları gibi temel insan hakları mevzuatı için de LGBT’lere ve eşitlik savunucularında büyük endişe yaratıyor. Oysa geçtiğimiz sene BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon’un da belirttiği gibi, LGBT’leri dünyanın her bölgesinde hedef alan saldırılar, diğer nefret saikli vakalara göre çok daha gaddarca gerçekleşiyor. Ban Ki-moon konuşmasında homofobik ve transfobik şiddeti “büyük insanlık ayıbı” olarak kınıyor.  
 
AK Parti’nin ve Başbakan Erdoğan’ın LGBT’leri tüm yaşam alanlarında sarmış şiddeti ve ayrımcılığı görmezden gelebilmesi, ancak siyasi tercihi olarak yorumlanabilir. Böylesine bir siyasi tercihin ise suça ortak olmaktan bile öte anlamlara geleceği çok açık.  
 
24. Dönemin 4. Yasama yılında, Erdoğan’ın ve AK Parti’nin tercihinin ne yönde olacağını göreceğiz.

Etiketler: yaşam, siyaset
nefret