08/11/2019 | Yazar: Aslı Alpar
Kadının İnsan Hakları – Yeni Çözümler Derneği ve Kaos GL’nin düzenlediği Dayanışma Yaşatır Çalıştayı: Yerel siyaset ve medyada aktivizm…

Fotoğraflar: Ali Erol / Kaos GL
Kadının İnsan Hakları – Yeni Çözümler Derneği ve Kaos GL
Derneği’nin düzenleidği Dayanışma Yaşatır Çalıştayı bugün (8 Kasım) İstanbul’da
başladı.
Türkiye’deki toplumsal cinsiyet eşitliği karşıtlığına karşı
feminist ve LGBTİ+ aktivistlerinin ortak mücadelesinin yol haritasını belirlemek
üzere düzenlenen Çalıştay’ın ikinci oturumu “Yerel Siyaset, Medya, Aktivizm”
olurken, oturumun kolaylaştırıcısı Murat Köylü oldu.
“Kadınlar kendi kurtuluşunun toplumsal adalet ile bağını kuruyor”
Oturumun ilk konuşmacısı “Feminist aktivizmin önündeki engeller ve ittifaklar” başlığı ile Feride Eralp’ti. Eralp konuşmasına “LGBTİ+ ve feminist hareketlere saldırıların ortak noktaları var. Mesela bu iki hareketin de muhalif olması” diyerek başladı.
Her iki hareketin de patriyarkaya muhalefetin yanı sıra
iktidara da muhalefet ettiğini belirten Eralp bu eğilimin sadece Türkiye’de
olmadığının da altını çizdi. “Şili’de, Lübnan’da kadınlar kendi kurtuluşunun toplumsal
adalet ile bağını kuruyor, bu ikisi arasında ortaklık olduğunu biliyor. Yani
kapitalizm karşıtlığı da var. İktidarlar da bunu görüyor” diyen Eralp, feminizme
saldıranların saldırı alanını çok geniş tuttuğuna dikkat çekti.
Feministlerin evlilik müessesine karşı çıkarken nafaka yasası için de çalışması gerektiğini belirten Eralp, feminist hareket içinde de kurulması gereken ittifakların önemine değinerek konuşmasını İlksen Gürsoy’a bıraktı.
“8 Mart alanına transın kimliğini göstererek
girmesini beklemek devletin yöntemidir”
İlksen Gürsoy “Feministler ve LGBTİ+ aktivistlerinin ortak mücadele alanları”nı konuştu. Trans-feminizm tartışmaları ile ilk karşılaştığı Amargi toplantılarını hatırlattı. “Kişisel olan politiktir, sloganından hareketle kişisel temaslarımın beni dönüştürdüğüne inanıyorum. Feminizmi anlatırken kişisel ilişkilerden bahsetmeyi değerli buluyorum” diyen Gürsoy, “bedenimiz bizimdir”in feminist ve LGBTİ+ ilişkisini güçlendirdiğini belirtti.
Gürsoy, “Alanda bir transla karşılaştığımızda neler olduğunu
deşifre etmek zor olabiliyor. ‘Bedenimiz bizimdir’ sloganı benim için çok
önemli, LGBTİ+ hareketinin bu sloganı sahiplenerek feminizme yaklaştığını
düşünüyorum. Yaşam biçimimize, bedenimize, yönelimimize müdahale
edilemeyeceğini bu sloganla öğrendiğimizi düşünüyorum. Buradan hareketle 8 Mart
alanına bir transın kimliğini göstererek girmesini beklemek devletin
yöntemidir. Çünkü tam da devletin yaptığı gibi onu organ üzerinden tahlil etmektir.
Kimlik ataması üzerinden karar verilmesini hegemonik olarak görüyorum. Bu bizi
ortak mücadeleden uzaklaştırır” diyerek trans dışlayıcı akımları eleştirdi.
Kamusal görünürlüğün azalmasının sosyal bağlara olduğu gibi
politik bağlara da zarar verdiğini belirten Gürsoy “Temas edemediğiniz
kişilerle politik bir örgütlülük kurmak zor” dedi.
Gürsoy konuşmasını sosyal medyada başlayan trans dışlayıcı
tartışmaları hatırlatarak sona erdirdi.
“Medyada erkek şiddeti haberleri genelde failin gözünden kurgulanıyor”
Güray’dan sözü devralan Çiçek Tahaoğlu “Medyada cinsiyetçi
temsiller ve toplumsal cinsiyet odaklı habercilik” üzerine konuştu.
Konuşmasına “Kadınlar ve LGBTİ+’lar genelde öldürüldüklerinde ya da saldırıya uğradıklarında medyada kendilerine yer buluyor” diyerek başlayan Tahaoğlu, erkek şiddetinin medyada akla ilk getirdiği isimleri hatırlattı.
Medyanın erkek şiddetiğini ‘bir şekilde’ gördüğüne değinen
Tahaoğlu, “Şiddete maruz kalan kişinin cinsiyet kimliği ya da yöneliminden
ziyade, bu şiddetin örgütlülüğünden konuşmak gerekiyor. Medyada erkek şiddeti haberleri
genelde failin gözünden kurgulanıyor. Sistematik erkek şiddetini cinnet diyerek
anlık bir öfke kontrol sorununa indirmesine çok sık rastlıyoruz” dedi.
Şiddetin romantikleştirilmesine de değinen Tahaoğlu, “Çaresiz
bir kadın portresi ya da mağduru suçlayan kadınlar görüyoruz. Utanç davası
haberlerinde ‘utanç’ hayatta kalanın omuzlarına yükleniyor” dedi.
Kazanımların ‘jest’ olarak sunulduğuna dikkat çeken
Tahaoğlu, “Medya erkek şiddeti haberlerini cinsiyetçi, ayrımcı, heteroseksist
bir biçimde sunuyor” dedi ve çatışma- spor haberlerinden de örnekler verdi. Tahaoğlu
hak temelli habercilik için önemli olan noktalara değinerek sözü Gözde
Demirbilek’e bıraktı.
“Medya LGBTİ+lara yönelik yaptığı haberlerde halkı kin ve düşmanlığa sevk
ediyor”
“Medyada LGBTİ+ temsilinin tarihsel süreci ve nefret
söyleminin yol açtıkları” başlığı ile konuşan Gözde Demirbilek, “Küçük bir
lubunyayken internette gördüğüm hemen her haber kendimi kötü hissettiriyordu”
diyerek konuşmasına başladı.
Medyanın LGBTİ+’ları kriminalize ettiğini bununla yetinmeyip, “günah” olarak sunduğuna dikkat çeken Demirbilek, failin LGBTİ+ olduğu durumlarda failin cinsel yöneliminin vurgulandığını da hatırlattı.
Demirbilek, “Medya LGBTİ+lara yönelik yaptığı haberlerde halkı
kin ve düşmanlığa sevk ediyor. Yasaklanan LGBTİ+ etkinlikleri birçok
etkinliğimizi duyurmaktan kaygılanmamıza sebep oldu” dedi.
“Sosyal medyada yalnızca 10 dakikalık bir gezintide bile ya
feministlerin aşağılandığını ya LGBTİ+’ların kriminalize edildiğini ya da ikili
cinsiyetin övüldüğünü görüyorum. Ne kadar güçlendirici bir araya gelişler olsa
da bu akıştan etkilenmemek mümkün değil. Bu saldırgan gruplar çok hızlı bir
şekilde örgütlenebiliyor” diyen Demirbilek, insan hakları aktivistlerinin
mücadelesinin nefret söylemi ve ifade özgürlüğü arasındaki ayrımı ısrarla
hatırlatması gerektiğini belirtti.
“Kentlerde LGBTİ+’ların belediyelerle kurduğu ilişkilerin geliştiğini görüyoruz”
Demirbilek’in konuşmasının ardından “Yerelde LGBTİ+
mücadelesi ve yerel yönetimlerin sorumlulukları” üzerine konuşan Halim Kır, belediyelerin
çalışmalarını ve sorumluluklarını hatırlattı.
Gezi’nin ardından yerel yönetimlerle LGBTİ+ hareket ilişkinin geliştiğine değinerek konuşmasına başlayan Kır, “Kentlerde yaşayan LGBTİ+’ların belediyelerle kurduğu ilişkilerin geliştiğini görüyoruz” dedi.
2019 Mart yerel seçimlerine de değinen Kır, “Kazanımlarımız
var, 2013 yılındaki gibi güçlü bir toplumsal muhalefet yok ancak LGBTİ+ haklarına
dair yerel yönetimlere protokol imzalatabilmek önemliydi” dedi. Kır, seçimden
sonraki 6 aylık süreç 4 yıllık stratejik plan hazırlık süreci olduğunu ve LGBTİ+
sivil toplum kuruluşlarının bu sürece dâhil olma talebini ilettiğini hatırlattı
ve kent konseylerinin çalışmalarını aktardı.
Kır, yerel siyasetin önemine ve LGBTİ+’ların taleplerinin ne
derece gerçekleşeceğine dair düşüncelerini belirterek konuşmasını sona erdirdi.
“Normal kabul edilen hiçbir şey ona yönelik eylem yapmayı gerektirmez”
Oturumun son konuşmacısı “Eşitlik ve yerel yönetimler”
başlığıyla İlknur Üstün oldu. “Yerel siyasetten ne anlıyoruz” sorusu ile
konuşmasına başlayan Üstün, “Normal kabul edilen hiçbir şey üzerine eylem
yapmayı gerektirmez” dedi.
“Yerel siyaset kategorilerin dışına çıkanı görünür kılar. Ne demektir bu? Ezberleri bozar yerel siyaset. Karanlıklar kadınlar için çok tehlikelidir, denir. Karadeniz’de bu varsayım değiştirebilir. Bir yerelde belirlediğiniz kavram bir başka noktada değişebilir” diyen Üstün, yerel yönetimlerin feminist ilkelerle çalışması gerektiğini söyledi.
Yerel yönetimlerin tercihlerinin herkesi etkilediğini ancak
herkesin homojen olmadığını dolayısıyla da herkesi farklı bir biçimde etkilediğini
aktaran Üstün sözlerini şu cümlelerle bitirdi “Olağan hallerde hayatlarımızdan
çok iyi bildiğimiz ötekileştirme, ayrımcılık olağanüstü hallerde bize
katmerlenerek geliyor. Yerel siyasetin ‘mış gibi’ yapmaktan vazgeçip katılımcı
anlayışla bir şeyler yapan uygulamalara geçmesi gerekiyor. İradesizleştirme ve
tepeden inme rejimin kendisini en çok gösterdiği noktalar yerel yönetime el
koymak. Bu durumun kadın, LGBTİ+ ya da mülksüzlerin hayatına yansıma biçimi de
çok ağır oluyor.”
9 Kasım Cumartesi’ye dek sürecek Dayanışma Yaşatır Çalıştay
bugün grup çalışmaları ile sürecek.
Etiketler: insan hakları, kadın