05/05/2023 | Yazar: Aslı Alpar

Yeşil Sol Ankara adayı Zişan Kürüm anlatıyor: Korku atmosferinden insan haklarının korunduğu demokratik bir siyasete…

Yeşil Sol adayı Zişan Kürüm: Hükümete en güzel cevabı çocukları LGBTİ+ olan ebeveynler veriyor Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

14 Mayıs’a günler kaldı…

Muhalefet partilerinin ve bağımsız adayların 28. Dönem Milletvekili Genel Seçimi için son çalışmalarını yürüttüğü, iktidar partisininse seçim propagandası niyetine LGBTİ+’lara yönelik nefreti yükselttiği bugünlerde programında LGBTİ+’lara yönelik ayrımcılığa karşı da mücadele edeceğini duyuran Yeşil Sol Parti Ankara 1. Bölge Milletvekili Adayı Zişan Kürüm’le konuştuk.

SPoD, “LGBTİ+ Hakları Sözleşmesi”ni imzalayan adaylardan Zişan Kürüm KaosGL.org’a, mücadeleyi Ankara sokaklarından Meclis’e taşımak için çıktığı yolu, kürtajdan LGBTİ+’ların insan haklarına, ırkçılık karşıtı mücadeleden nefret kampanyalarına karşı sürdürdüğü politik hattı anlattı.

Ankara sokaklarındaki mücadelenizi Meclis’e taşımak için ilk adımı attınız. Yeşil Sol Parti’yle yollarınız nasıl kesişti?

Ankara önceden tek merkezli bir şehirdi ve bu sebeple sokak siyasetinin çok güçlü olduğu kentlerden biriydi, ben üniversitedeyken. Şehrin yayılmasından kaynaklı alt merkezlerin sayısı artsa ve özellikle 10 Ekim katliamının ardından gelen ruh hali tüm şehre yayılsa da sokak hareketinin hâlâ güçlü olduğunu düşünüyorum.

Üniversite yıllarından bu yana ben de sokaklardan pek çok şey öğrendim. Ankara’daki sol siyaset çevrelerinin yanında yol aldım. Örgütlü bir yapı içerisinde olmasam da çatı partisi çalışmalarına, toplantılarına katıldım. Zira başlangıç noktası ‘neden bir arada olmalıyız’ tartışmaları üzerinden fraksiyonların farklılıklarına rağmen ortaklaşabilecek noktalarla uzlaşarak yol almak fikri bana sıcak geldi. O gün de bugün de temel sorun sol, sosyalist ve demokrat çevrelerin Kürtlere yönelik ırkçı ayrımcılığın yok edilmesi talebi temelinde bir arada durması gerektiğidir.

Bu temel sorunun çözülmesine katkıda bulunmak için Yeşil Sol Parti’yi seçtiniz…

Evet, çünkü temel hak ve özgürlükler alanında yapılması gereken çok iş var bu ülkede ve Kürtlere yönelik ayrımcılık çözülmeden herhangi biri ile ilgili yol alınması, siyasetin normalleşmesi imkânsız gözüküyor. Geçen zaman içerisinde değişen çok şey var ama bu değişmedi.

Dolayısıyla ayrımcılık ortadan kalkmadan bu birlikteliğin hiçbir gerekçe ile bozulmaması gerektiğini düşünüyorum. Bu birlikteliği zayıflatmak için izlenen politikalar, yapılan operasyonlar ortada. Diğer bütün sebeplerin yanı sıra, bu sebeple Yeşil Sol’dan aday olmayı bir sorumluluk olarak görüyorum. Yeşil Sol’un en güçlü biçimde mecliste olmasının, tüm bu sorunların çözümünü zorlaması adına hayati önemde olduğunu düşünüyorum. 

‘Benim de LGBTci arkadaşlarım var’dan insan hakları paradigmalarına…

Meclis’te olmanın önemi nedir sizin için?

Meclis tek başına bir anlam taşımıyor benim için. Sokak, sosyal medya ve ayrıştırılan herkesin bir biçimde görünürlüğünün olduğu, kendine yer bulabildiği bir ortamın yansıması Meclise taşınabilirse bir anlamı olabilir. Temsilden demokratik katılıma doğru bir dönüşüm başlayabilir o zaman, siyasette.

Peki, Meclis’te hangi alanlarda politika üretmek istiyorsunuz?

Bunu bir tarafa koyarsak kuruluş aşamasından beri ‘erkek erkek’ olan bu Meclisin bu anlamda kırılmayı HDP ile yaşadığını gördük.

Bugün tekçi zihniyetin Türkiye’sinde aynı anda üst gelir grubundan, Sünni, engelli olmayan, orta yaşlı, heteroseksüel bir Türk erkeği değilseniz ayırımcılığa maruz kalmakta olan sessiz ve büyük çoğunluğa dahilsiniz demektir. Bu zihniyeti kırmak için toplumsal cinsiyet eşitliği alanında ve dayatılan sağlamcı politikaya karşı mücadeleyi tercih ediyorum.

Bu bağlamda yaşatılan, herkese hak ve özgürlük olanın bize ölüm, hastalık ve istismar olarak yansıdığı bu ayrımcılığa karşı politika üretmeyi isterim. Şayet Meclis’te olursam retoriği kategorik yanlışlar ve safsata üzerine oturmuş bu politik dili kırmak için özel olarak uğraşmak isterim. Sadeliğe ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum.

Yasamada yeni dönem ve yeni hükümette kadın ve LGBTİ+’lar için öncelikli neler yapılmalı?

Olaya temelden bakmak gerektiğini düşünüyorum. Eğitim sistemine bu anlamda eklemeler yapılmalı. Toplumsal cinsiyet eşitliği ve insan hakları üzerine dersler eklenmeli. Ancak üniversiteye geldiğinde bir anda ‘Aa Alevi diye bir şey var, aa Kürt var, aa feminizm var, aa LGBTİ+ diye bir şey var’ olunca olayı anlamaları ve hak temelli bir dönüşüm yaşamaları çok daha zor oluyor. Bir tık vicdanı olanın ise ‘Benim de Kürt kökenli arkadaşlarım var’, ‘Benim de LGBTci arkadaşlarım var’ gibi absürt, kavramsal yanlışlarla dolu ve olayı anlamaktan uzak bir yere düştüğünü görüyoruz. Mevzuya insan hakları temelli bakabilmenin önünü açacak bir paradigma değişikliği gerekli.

“Kazanılmış haklarımızı tekrar tekrar savunmak zorunda bırakılıyoruz”

Hükümetin LGBTİ+'ları hedef alan nefretle yürüttüğü seçim kampanyasına karşı nasıl siyaset üretmek gerekir?

Süleyman Soylu’nun başı çektiği, iktidarın bu minvalde yaptığı açıklamaları bireysel olarak ciddiye almayı uzun süre önce bıraktım. Heteroseksüel düzen için ortaya koydukları eş alternatifi modelini görünce evdeki kedilerin daha sevimli göründüğünü söylemeliyim. Şu çağda, benim de içinde bulunduğum, kürtaj hakkı ile ilgili “Benim Bedenim Benim Kararım” eylemleri oldu ki kendi adıma bu şu dönemin gündemi, konusu yapılamamalı.

Ancak politik olarak bakıldığında yarattığı bir korku atmosferi var ne yazık ki. Kazanılmış haklarımızı tekrar tekrar savunmak zorunda bırakılıyoruz. Bu kısır döngüyü kırmalıyız. Sırayla ve tek tek Kürtlere, Alevilere, diğer halklara, mültecilere, kadınlara, LGBTİ+’lara yönelen nefret söyleminin ardındaki hedef bizi sindirmek ve görünmez kılmak, ülkeyi tek tipleştirmek. Oysa her birimiz biriciğiz ve ortak olduğumuz tek özelliğimiz insan olmamız. Bunun dışındaki farklılıklarımız birer gerçek ve her birimiz bir diğerimizin insan haklarına saygı duymak zorundayız.

Ne kadar inkâr ederlerse etsinler, bizi birbirimize bağlayan ve bu zihniyetin bizi tek tek hedef alınmasının arkasında yatan maksat, uğradığımız ayırımcılığın bizi duygusal ve politik olarak bağladığını görmeleri ve bu bağı kırmaya çalışmalarındandır. Ne kadar yok sayarlarsa saysınlar her birimizin farklılıklarımızla var olduğumuz gerçeğini değiştiremezler.

6284’ün kaldırılmasına karşı çıkan muhafazakâr kadınların bile baskıya maruz kaldığını düşünecek olursak bu tek tipleştirme tek boyutlu değil, bir bütün olarak hepimizi ve tek tek her birimizi tehdit ediyor.

Bu tek tipleştirme “aile” için de yapılıyor değil mi?

Bir süredir iktidarca LGBTİ+’ları hedef alan ‘aileyi korumak’ kılıfıyla politika üretiliyor. ‘Aile yürüyüşleri’yle de ortaya konan eylemlerin amacı aileyi gözetmek gibi sunuluyor. Ama bir yanda nefret söylemi üzerine kurulmuş bu ‘aile yürüyüşleri’ diğer yanda ise ailenin sevgi üzerine kurulduğunu gören ve bunu savunan aileler var; çocukları LGBTİ+ olan ebeveynlerin kurduğu GALADER, LİSTAG gibi derneklerin mücadelesi bize çok önemli bir şey söylüyor.

Çocukları LGBTİ+ olan ebeveynler bir araya gelip çocuklarının yanında duruyor, onların insan haklarını savunuyor. Sevgiyi temel almayan bir aileyi savunmanın insan haklarına, insan onuruna aykırı olduğunu söylüyor. Bu derneklerde çocuklarının yanında duran, çocuklarını gözeten muhafazakâr aileler de var ve hükümetin güya muhafazakârlık üzerine kurduğu söylemine sevgi ve insan hakları temelli en güzel cevabı onlar veriyorlar.

“‘Hırsızlık’ ve ‘LGBTİ+ olmayı’ aynı kategoride değerlendirmek insanların aklı ile alay etmektir”

İktidarın nefret söylemiyle yürüttüğü propagandası hakkında ne düşünüyorsunuz?

Erdoğan’ın Kılıçdaroğlu’nun Aleviliğine ilişkin yaptığı ‘Bizim her türe saygımız var’ açıklamasında ‘tür’ kavramının seçilmesinin de rastlantı olmadığını düşünüyorum. Günlük sözcük dağarcığında olmayan ‘tür’ kavramının özellikle kullanılmasının Alevi kimliğini aşağılama isteğinin dışa vurumu olduğunu düşünüyorum. Aynı şeyi, tekçi zihniyetlerine uymadıklarını düşündükleri herkese uyguluyorlar.

Geçtiğimiz yüzyıllarda köleleştirilen siyahları, Afrikalıları, Amerikan Yerlilerini insan saymayanların yaklaşımı ile bugün farklı kimliklerimizden bahsederken ‘tür’ denilmesi ya da ‘hayvanlarla evlenmek’ gibi örnekler üzerinden gidilmesi zihinsel bir arka planı ele veriyor. Bu faşizmdir, ırkçılıktır!

Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın hırsızlık ve LGBTİ+ olmayı özdeşleştiren söylemi de bunun diğer bir örneği. ‘Hırsızlık’ ve ‘LGBTİ+ olmayı’ aynı kategoride değerlendirmek insanların aklı ile alay etmektir. İktidar sahipleri söylemlerini bilerek kategorik yanlışlar ve safsata üzerine kuruyor. Temel insan haklarının ve özgürlüklerin konusu olan şeyleri suç gibi sunarak kafa karıştırmaya çalışıyor.  

Mücadelemiz bu zihinsel arka planla olmalı. Barış sürecinde çok anılan Žižek’in bir sözünü hatırlamak belki tam burada çok önemli: “Hikayelerini bilmediklerimiz en çok düşman olduklarımızdır”. Biz bütün “öteki”ler ve yok sayılanlar birlikte mücadele ederek, birbirimizin, her birimizin hikayelerine vakıf olarak, daha çok görünür olarak birbirimizin insan haklarını savunabiliriz. 


Etiketler: insan hakları, kadın, nefret suçları, aile, siyaset
İstihdam