11/10/2006 | Yazar: Kaos GL

‘İlk kez bir erkek olduğumu fark ettiğimde dünyanın en doğal davranışı, bu özelliğimi bir erkekle paylaşmak gibi gelmişti bana. İçlerinden birinin gün geçtikçe daha çok aklıma düşer oluşu ergenliğin hormonlu bakışlarıyla da olsa gerek bir çiçeğin açması kadar olağanüstü ve doğaldı. Benim de bir yüreğim vardı ve o yürekte özel bir isim. Acı gerçeği, erkek sevgilime evlenme teklifi bile yapamadan bir gece kapıma bırakılan, üzerinde ‘Sen ibnesin oğlum!!! İmza: Bir Dost’ yazılı bir nottan öğrenmedim.’

‘İlk kez bir erkek olduğumu fark ettiğimde dünyanın en doğal davranışı, bu özelliğimi bir erkekle paylaşmak gibi gelmişti bana. İçlerinden birinin gün geçtikçe daha çok aklıma düşer oluşu ergenliğin hormonlu bakışlarıyla da olsa gerek bir çiçeğin açması kadar olağanüstü ve doğaldı. Benim de bir yüreğim vardı ve o yürekte özel bir isim. Acı gerçeği, erkek sevgilime evlenme teklifi bile yapamadan bir gece kapıma bırakılan, üzerinde ‘Sen ibnesin oğlum!!! İmza: Bir Dost’ yazılı bir nottan öğrenmedim.’

KAOS GL

‘Kendinden nefreti ve taşıdığı yıkıcı gücü gözden geçirirken, bunun içindeki büyük trajediyi, belki de insan aklının en büyük trajedisini görmekten kendimizi alamayız. Sonsuzluğa ve mutluluğa ulaşmaya çalışan insan, ayrıca kendini de yok etmeye başlar. Ona ün vaad eden şeytanla antlaşma yaptıktan sonra, insan, cehenneme – kendi içindeki cehenneme- gitmek zorundadır.’
K. Horney

ÖZET: Bir bahar akşamı, beni, çekirdek yemek için Fatih Köprüsü inşaatına çağıran arkadaşımın niyetinin ırzıma geçmek olduğunu düşünüp sevinirken, onun ‘Bu kültürde eşcinsellerin sağlıklı olmasına imkan yok, en azından nevrotik olmalılar.’ mealindeki sözü ile şehvet yerini nevrotizm hakkında derin bir araştırma ve gözlem açlığına bırakmıştı. Yaptığım çeşitli idrar ve dışkı tahlilleri sonucunda tarihi kararı vermiştim: Maalesef hemcinslerimin büyük bir bölümü nevrotikti ve ben bu gerçeği öğrendiğimde çoktan nevrotik olmuştum. Benim için çok geç, bari siz kendinizi kurtarın. (Son cümle, bir savaşta yaralandığı için yürüyemeyen bir askerin ‘oğlum, elin enayisi sen miydin? Sikim hıyar diyene elinde tuz en önde koştun, bak diğerlerine bir bok olmadı sen ananınkini gördün’ diye içinden geçirirken, arkadaşlarına, kahramanlık icabı söylediği bir söz edasıyla okunursa bir espri olur diye düşündüm.)


İlk kez bir erkek olduğumu fark ettiğimde dünyanın en doğal davranışı, bu özelliğimi bir erkekle paylaşmak gibi gelmişti bana. İçlerinden birinin gün geçtikçe daha çok aklıma düşer oluşu ergenliğin hormonlu bakışlarıyla da olsa gerek bir çiçeğin açması kadar olağanüstü ve doğaldı. Benim de bir yüreğim vardı ve o yürekte özel bir isim. Acı gerçeği, erkek sevgilime evlenme teklifi bile yapamadan bir gece kapıma bırakılan, üzerinde ‘sen ibnesin oğlum!!! İmza: Bir Dost’ yazılı bir nottan öğrenmedim. Her genç ibnenin bir gün başına geldiği gibi ‘ulan bu herifler (yani arkadaşım olan ve olmayan erkekler) şu karılarda ne buluyor? Yoksa ben ibne miyim neyim?’ diye düşünmeye başladığımda çoktan iş işten geçmişti. Maalesef ‘ibne’ kelimesinin gerçek anlamını öğrenmiştim.

İşte bu duygu bende kendime yönelik kızgınlık duygularının oluşmasına neden olmuştu. Bu toplumda yaşamanın kazandırdığı bir sezgi ile ‘kötü’ bir insan olduğumu seziyordum. (Üstelik sevdiğim erkek ne derdi acaba? Kendisini seven adam ibne çıkıyor. Rezalet, abla!) Kolay değişmiyor bu duygular: Kendimden utanıyordum, süreçte, en son olmak istediğim kişi kendim olmaya başlıyordu. Doğal olarak, yabanıllaşan iç dünyam ile bir türlü düzen tutamayan dış dünyam arasındaki gerilim anamı mikiyor, donunu da elime veriyordu. Bir sabah aynada fark ettim, koca burunlu, gözü çapaklı, saçı dağınık, gözleri pörtlek, iki ön dişi hala bir tavşandan evrimleşme sürecinde olan biri bana bakıyordu. Çığlıklarıma koşanlar, o yaratığın kendim olduğunu bana kabul ettirmeye çalışınca geçirdiğim hayal kırıklığı ile anlamıştım: Kendimden nefret ediyordum. Çünkü ben bir garabettim.

Eveet, bir delinin hatıra defterinden alınma gibi duran bu pasajlardaki yaşantılar tamı tamına böyle olmasa da yaklaşık olarak durum bu merkezdeydi. O günler geçti. Ama bir çok tepkiyi belirleyici bir dönem olarak –artık yapılacak pek bir şey kalmamış da olsa- önemini hep korudu.

Kendinden utanma, kendini kabul etmeme kaynaklı suçluluk duygularını yaşamak için ille de eşcinsel olmak gerekmiyor. Aslında bir çok insanın bedenine, sosyal ya da ruhsal konumuna yönelik bu tür tepkileri vardır. Ve özünde nevrotiklik denen nane eşcinsellere özgü bir algı ve davranış biçimi de değildir.
Kendinden utanma kaynaklı suçluluk duygularının, insanın kendi içinde ikiye ayrılması ile başladığını söylüyor K. Horney. Bu iki kişiyi: ‘Eşsiz, ideal bir insan vardır; ayrıca onun (ideal özün) her işine burnunu sokan, onu rahatsız eden, utandıran, istenmeyen bir yabancı (güncel öz) vardır.’ şeklinde tanımlıyor.

Bu şekilde ikiye ayrılmanın sebebi ne olabilir ve bu hastalıklı bir gelişmenin nedeni olabilir mi? Bir gövdede iki kişi yaşamak insanın doğasında olan bir durumdur neredeyse. Gerçek benliğimiz (Güncel öz denen yanımız), iyi, kötü, gelişmiş, ilkel bir yığın farklı değerlere sahiptir ve bu değerler hayat boyu yaşanılan olaylardan çıkarılan sonuçlardan oluşmuştur. Bu nedenle de her insanda birbirinden farklı yapılar gözlenir. (Hayatım roman, her insan bir derya, insan anlaşılmayan bir muamma... gibi bilgece söylenmiş insanları anlama acziyeti ifade edilen tüm cümlelerin arkasında yatan esrar budur. Yoksa biraz gözlem ve çözümleyici bir mantıkla insanların hiç de anlaşılmaz birer garabet olmadıkları görülebilirdi.) Bu gerçek benliğimizden (Güncel benlik) farklı olarak bir de iletişime girdiğimiz toplumun/çevrenin/grubun olumlu hedeflerine, ulaşılması için özendirdiği değerlere göre oluşturduğumuz, ne olduğumuzdan çok ne olmak isteğimiz ile ilgili olan bir diğer benlik katmanı var: İdeal benlik. Doğal olarak, bu benlik katmanı bulunduğumuz çevre içindeki kabul edilir oluşumuz ile ilgilidir. Özendirilen değer ve tavırlara ulaşmaya yönelik enerjilerimizi de bu katmandan alırız. Böylece, bir toplumda ahlaksızlık sayılabilecek onlarca davranışı bizlerle derin bağları olduğu için, içine girmek zorunda olduğumuz daha küçük çevrede kabul gördüğünden benimsemek/yapmak seçiminde bulunabiliriz. İşte tam bu noktada benimsenen davranış ile olan ilişkimizi gözden geçirmek yerinde bir tutum olacaktır. Yüksek sesle herkes güler ve bu rahatlamaya yönelik bir tepkidir ama yapı ve ihtiyacınıza göre bazen yüksek sesle gülmek ne kadar şen şakrak bir insan olduğunuzu ya da dikkatini çekmek istediğiniz bir partner adayının varlığında da işaret olabilir. Dışarıdan bakıldığında genel ahlak yargılarına ters düştüğü için hayret ve öfke ile karşıladığınız insanları aklınıza getirince ne demek istediğimi daha net anlayacaksınız. Biraz içinize eğilirseniz, hep yanlış anlaşılmış, bir türlü keşfedilmemiş, sizden başka kimsenin tam olarak dilini anlayamadığı o yanınızla yüz yüze geliverirsiniz. İşte bu ideal benliğinizdir. Yuvarlanmamaya dikkat ederek eğilmeyi sürdürürseniz bu sefer de şapka düşer, kel görünür misali diğer yanınızı hissetmeniz an meselesidir.

‘Uzun süre dokunulmadan bir yana bırakılan bebeklerin büyük bir gerilim gösterdikleri ve her hangi bir hastalığa hemen yenik düşebilecek bir görünüm içine girdikleri Spitz tarafından saptanmıştı. Bu gözlem duygusal yoksunluğun kötü sonuçları da birlikte getireceğini sergiliyordu. Böylece söz konusu gözlemler uyarılma-açlığı düşüncesinin oluşumuna yol açtı. Bu arada günlük deneyimlerimizden anlaşıldığı gibi en özlenenlerin fiziksel uyarılar olduğu açığa çıktı.’ (Berne, E. Hayat Denen Oyun, Mert Yay.,s.13)

Yukarıda belirtildiği gibi bir çevre içinde yaşama, diğer bir deyişle uyarılma açlığımızı doyurma zorunluluğumuz var. Bu yüzden benzerlerimizle bir araya gelme, aynı dili konuştuğumuza inandığımız kişilerle toplanma eğilimindeyiz. Sorun olan bu değil, sorun yaşamımızı ne kadar kendimizle barışık, kendimizi kabul ederek diğer bir deyişle ne kadar az suçluluk duyarak geçirdiğimizle ilgili. İdeal öz ile güncel öz arasında farklar olması doğaları gereğidir. Sorun ideal özün, güncel özü örtmesi ile başlıyor. Yani o yılan ideal ben yok mu? Her şey onun başının altından çıkıyor. (İşte suçu bir nedene yüklemeyle verilmiş nevrotik tepki. Kaçar mı benden?) ‘Abla, karının yediklerini toplasan Ankara-İstanbul otobanına yol çizgisi olurdu. (Aslında,’Ben ne namuslu, ne tek eşli, ne edepli, ne uslu bir gacıyım. Ben ne sağlam bir deliğe sahibim. Büzgülü kaslarımın büzgüleri bir sanat eseri gibi yıllar geçtikçe değeri anlaşılıyor’) dedirten de o, insanı yolda yürürken bir hecin devesi gibi kıvrıla büküle yürütüp de bazı kişilerin ‘nasıl oluyor da oluyor ve homoluklarını fark ettiklerini’ anlamasına engel olan da o. Ne de olsa siz hiçbir kışkırtıcı uyaran göndermezsiniz, kıvırmalarınız da, alıktırma! diye bağırmalarınız da gayet doğal ve masumdur. Ama bazıları nereden anlar, anlamak mümkün değil, o zaman ‘onlar da kadın ayol...’ ya da ‘Abla! gööööt göööt diye inledi’ de vermediniz oluverir (Nearzuedilir olmanın en kolay ve bilinen yolu her halde gösterip de vermemek tabiri ile ifade edilen tutumdur.) Neyse, bu ideal benlik insanı ilerleten, maddi ve manevi alandaki çalışma hevesini arttıran masum bir mekanizmadır doğalında. Ama nevrotiklerin derinliklerindeki o güncel benlik diye tabir edilen özle barışık olmama nedeni ile ideal benlik ilerletici, insanın önüne hedefler koyucu olma fonksiyonun yitirerek daha ziyade saklanmak istenilen özün önüne çekilen bir perde işlevini görmektedir. (Vah vah vah!)

Artık birey, racona göre davranmaya başlamıştır. Gözde olan değer neyse (Dar büzükler, kol gibi similya yemeler, daha bir ‘kıdın’ olmalar, hatta, neredeyse bir şempanzeyi temizlemeye yetecek kadar ağdaya rağmen ‘kılsız’ doğmalar... ), hedefi çevresini o değere zaten sahip olduğunu kanıtlamaya çalışmakla geçmektedir. Doğal olarak içsel dalgalanmalarla paralel seyreden bir dengesizlik hayatın her alanında kendini göstermeye başlamıştır. Bir gün önce hayatî öneme sahip bir arkadaş ertesi gün en büyük kazığı atan bir düşman oluverir. Bir saat önce yerden yere vurulan bir davranış en uzman yollarla icra edilir. Aklanmanın gerektiği anlardaki ırza geçme senaryoları, kız gibi büyüten ebeveynlerle ilgili senaryolar üç saat sonra detayları unutulmak üzere alelacele yazılıverir. ( ‘Genellikle nevrotik birey, kendini temize çıkarmak için, duruma bağlı güçlüklerin ya da şanssızlıkların üstüne atlamaya heveslidir: Yapabileceği her şeyi yapmıştır; uzun bir öyküyü özetlemek gerekirse kısaca o harikadır. Ama onu yıkan başkalarıdır, konumun tamamıdır ya da kazara hatalarıdır.’ K. Horney) Salya sümük ulaşılmaya çalışılan sevgilinin konumunu ise takdirlerinize bırakıyorum. Tam da onsuz asla yaşanmayacağına kararlar verilmişken, hatta dünyaya onunla birleşip başlarının göğe ermesi için gelindiğini fark etmişken aniden bitiveren ilişkinin acısına hiç girmeyeceğim. Yalnız şu tespit yerinde olacaktır. Başlamamış bir ilişkinin bitmesi ile duyulan ayrılık acısı pek de akıl alır gibi değildir. İşte bir türlü tanımını yapmadığım nevrotizm böyle akılalmayan tepki ve algıların bir genel tutum olarak, hayattaki sorunları çözmeye yönelik bir davranış biçimi olarak benimsenmesidir. Tabi buna sorun çözmek mi yoksa yeni problemler mi çıkarmak denir, orası tartışılır.

Alıntılar: ‘Nevrozlar ve İnsanın Gelişimi’, Karen HORNEY


Kaynak: Kaos GL, Haziran 1998, Sayı 46




Etiketler: insan hakları, sağlık
İstihdam