06/08/2012 | Yazar: Umut Güner

Kaos GL’in çağrısıyla 9-10 Martta feministler ve LGBT aktivistler olarak bir araya geldik. Bu bir araya gelmeler devam etsin ve farklı alanlara da taşsın diye hepimiz ortaklaştık. "Aynı yolun yolcusuyuz ve aynı şey için mücadele ediyoruz" demek için söyleşi dizimize ‘Yoldaş söyleşiler’ dedik. Yoldaş söyleşimizin dördüncü konuğu Zeynep Özdal.

Yoldaş Söyleşiler- Zeynep Özdal Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı
Kaos GL’in çağrısıyla 9-10 Martta feministler ve LGBT aktivistler olarak bir araya geldik. Bu bir araya gelmeler devam etsin ve farklı alanlara da taşsın diye hepimiz ortaklaştık. "Aynı yolun yolcusuyuz ve aynı şey için mücadele ediyoruz" demek için söyleşi dizimize “Yoldaş söyleşiler” dedik. Yoldaş söyleşimizin dördüncü konuğu Zeynep Özdal.
 
Söyleşi dizimize yolu feminizm ve LGBT mücadelesiyle kesişen herkes katılabilir. Yanıtlarınızı dergi@kaosgl.orgadresine gönderebilirsiniz.
 
Kısaca kendinizi tanıtır mısınız? Feminizmle ne zamandır haşır-neşirsiniz? 
Ben Zeynep. Feminizmle üniversitenin ilk yıllarında, sol bir partide mücadele yürütürken tanıştım. Tanışır tanışmaz feminizmde kendimi buldum.  O zamana kadar açıklayamadığım pek çok sorunun yanıtına kavuştum. Üniversitede sol mücadeleyle birlikte feminist mücadelenin de içerisinde yer aldım. Üniversiteyi bitirdikten sonra kadın araştırmaları bölümünde master yaptım, o sırada içerisinde bulunduğum sol partiden “liberal” olduğum için atıldım.
Derken feminizm hayatımın merkezine yerleşti. İstanbul’da bir kadın derneğinde çalışmaya başladım ve şu anda da Lizbon’da Portekiz Kadın Hakları Platformunda çalışmaktayım.
Yaklaşık 10 yıldır feminist hareket içerisindeyim. Pek çok kadın eyleminin, etkinliğinin, kampanyasının örgütlenmesinde aktif olarak yer aldım. Ve bu 10 seneyi “büyük” politikalar yapmakla birlikte, kadın arkadaşlarımdan destek alarak, onlarla gündelik hayatımızın da politikasını yapmaya çalışarak, dayanışmayla geçirdim. 

Feminizmin kavramsal sınırlarını çizerken LGBT bireyler bu sınırların neresine düşüyor? 
Bence feminizmin keskin sınırları yok. Zaten olmamalı. Tek bir tane feminizm yok ki, tek bir feminizm tanımı ve sınırı da olsun. Eğer feminizmi en genel anlamıyla cinsiyete dayalı eşitlik mücadelesi ya da “erkeliğe” karşı mücadele olarak tanımlarsak bence bu tanımım en önemli parçalarından birini özel alandaki eşitlik mücadelesi. Özel alan ne sadece ev işini kimin yaptığıyla, çocuğa kimin baktığıyla sınırlı ne sadece aile içi şiddetle sınırlı… Bu alandaki esas belirleyici unsurlardan birisi, hayatımızdaki erkeliğin üretildiği en önemli alanlardan biri olan cinsellik. Yani cinselliğini kiminle, nasıl, ne şekilde yaşadığın, cinselliğini yaşayıp yaşamadığın bizzat feminizmin konusu. Bir zamanlar feminizm yatak siyaseti yapıyor diye tartışmalar vardı. Evet, feminizm bizzat yatağın da siyasetini yapar. Çünkü birçok eşitsizlik o yatakta doğar ve hayatımıza karışır.
Bence LGBT hareketinin de öncelikli mücadele alanlarından biri özel hayat mücadelesi. Yani cinselliği kiminle yaşadığın, nasıl yaşadığın mücadelesi.
Hal böyle olunca özel hayata dair mücadelenin ne kadarı feminist mücadele ne kadarı LGBT mücadelesi olduğunu nasıl ayrıştırabiliriz ki? Mücadelenin ne kadarını feministlerin ne kadarını LGBT bireylerin yürüteceğine kim, kimin adına ,nasıl karar verebilir ki?

Kadın-erkek ikiliğine dayalı egemen feminist söylem içinde LGBT bireyleri konumlandırmanın bir yolu var mıdır? Yoksa bu ikiliği aşmak mı gerekir?
Kadın erkek ikiliğine dayanan feminizmi özcü buluyorum.
Türkiye’deyken Gazi mahallesinde kadınlarla toplumsal cinsiyet rollerine dayalı bir eğitim çalışmasında eğiticilik yapmıştım. Kadınların en çok direnç gösterdikleri konulardan birisi kimin tacizi, tecavüzü hak ettiği meselesiydi. Kadınlardan biri “ ben Karadenizliyim, erkek gibi yetiştim. Kimse de beni taciz etmedi” dedi. Diğer bir kadın da “fingirdek olursanız tabii ki taciz edilirsiniz” dedi. Bütün bu söylemler de açıkça gösteriyor ki kadınlık ve erkelik, buna bağlı olarak ezilme, toplumsal rollerle ilgili. Erkek gibi kadınlar taciz edilmez! Kadın gibi erkekler ise taciz edilirler!
Eğitimin ilerleyen süreçlerinde hepimiz kendi hayatımızdaki toplumsal cinsiyet rolleri yeniden görmeye, keşfetmeye başladık. Karadenizli kadın erkek gibi kadın olmanın kendi hayatındaki ağırlığını fark ettiğinde ve bizimle paylaştığında artık hepimiz bu eşitsizliğin, biyolojik olarak kadın ve erkek olmanın ötesinde bir anlamı olduğunu biliyorduk.
Buradan yola çıkarak ben feminizmi asla kadın-erkek ikiliğine dayalı olarak tanımlamıyorum, tanımlayamıyorum. Sadece “kadın” gibi davrandığı gerekçesiyle tecavüze uğrayan 13 yaşındaki “oğlan” çocuğunun yaşadığı tacizi sadece kadın ve erkek olmakla, toplumsal rollerden bağımsız olarak açıklamak mümkün mü? Tabii ki değil!
Türkiye’deki aktivizm ve egemen söylem ise biraz farklı bir konumda bence. Feminist mücadele 80lerde özellikle sol hareketler içerisindeki kadınlar tarafından yükseldi. Kadınlar en büyük mücadelelerini kendi yoldaşlarıyla yaşadılar. Batıcı/liberal/konformist gibi çeşitli kavramlarla ötekileştirildiler. Feminist mücadeleyi yükseltmek için erkelerle zorlu bir mücadele içerisindeydiler. Bu zorlu mücadeleden başarıyla çıktılar ve bugün Türkiye’de feminist mücadeleden bahsedebiliyoruz. 80’lerde 90’larda Türkiye’de feminizmin varoluş mücadelesi içerisinde sadece kadınlarla mücadele yürütmek önemliydi ancak bugün yetersiz. Son yıllarda yaşanan tartışmalar da bu yetersizliği açıklıyor. Tam da söylediğiniz gibi bu ikiliği aşmak şart.

Feminist hareketin amacı sadece kadınlara yönelik hak temelli siyaset mi üretmektir? Yoksa dönüştürücü bir cinsiyet politikası mı amaçlanır? 
Bence tek bir feminizm yok, farklı feminizmler var. Bir tür feminizmin amacı sadece kadınlar için hak temelli siyaset yürütmek olabilir  ama genel olarak feminizmin en birincil talebi, amacı budur diyemeyiz! Benim inandığım feminizm hepimizin kendi hayatlarımızı da dönüştürdüğümüz, politikalarımızı da sürekli dönüştürdüğümüz bir feminizm.

Bu amaç bağlamında LGBT bireyleri bu hareketin neresinde görebiliriz?
Bence LGBT bireyler öncelikle özcü yaklaşımları aşma konusunda önemli bir işbirlikçiler. Toplumsal rollerin aslında aynı zamanda heteroseksüellikle kodlandığını ve bu kodların eşcinsel olalım olmayalım hepimizin hayatında nasıl da güçlü bir baskı unsuru olduğunu birlikte kafa kafaya verip siyaset yaparak daha net ortaya çıkarabileceğimizi düşünüyorum.
İkinci bir noktaysa, özel alana dair yapılan politikaların LGBT bireylerle birlikte bütünsel olarak yapılabileceğine inanıyorum. “Özel olan politiktir” siyaseti yaparken, bu özel alandaki güç ilişkilerini deşifre edip değiştirmeye yönelik politikalar üretirken heteroseksizmi göz ardı edemeyiz. Edersek eşitsizliği yeniden üretiriz.

Feminist metodoloji yapı eleştirisine mi yoksa kişisel deneyimlere mi dayanmalıdır? Bu bağlamda farklı deneyimlere sahip LGBT bireyler ve kadınlar ortak bir yapı eleştirisinde, mesela ataerkillik ve muhafazakarlık karşıtlığında buluşabilirler mi?
Zaten yapı dediğimiz şey hepimizin bireysel deneyimlerini de belirleyen ve hatta bireysel deneyimlerimizden yola çıkarak tanımladığımız bir şey değil mi? Yani patriyarka dediğimiz sadece erkek patronun kadın işçiye yaptığı “zorbalık” değil ki! Aynı zamanda sevgilimizin bulaşıkları yıkamaması, babamızın geç geldiğimizde bize fırça kayması…
Tabii ki hepimiz farklı deneyimlerden geliyoruz, farklı hayatlarımız var ama siyaset yapabilmek için bir araya gelip ortaklıklar kuruyoruz. LGBT bireyler/örgütler feministlerle/feminist örgütlerle bir araya gelerek ortak politik söylemler geliştirebilir/geliştirmelidir. Bundan daha doğal ne olabilir ki!

Farklı ayrımcılık deneyimlerine sahip gruplar farklı örgütlenmeler mi oluşturmalıdır? Bu farklı deneyimler ortak bir düzlemde mücadele etmeye engel midir? 
Ben farklı ayrımcılık deneyimlerinin farklı örgütlenmesi fikrineinanıyorum. Hepimiz pek çok farklı türde ayrımcılığa maruz kalıyoruz. Bu eşitsizlikleri görünür kılmak ve buna karşı politika üretebilmek için daha spesifik örgütlenmelere ihtiyacımız var. Mesela ben bir kadın derneğinde çalışıyorum. Bu kadın derneğinin Portekiz’deki roman kadınlarla ilgili bir çalışması var. Dünyanın pek çok yerinde olduğu gibi roman olmak görünmez olmak ve büyük bir ayrımcılığa maruz kalmak demek. Roman bir kadın olmak ise roman olmaktan daha zor. Bu durumu görünür kılmak ve bu yönde talepler oluşturabilmek için roman kadınların örgütlenmesi önemli.
Bu örgütlenmeler tabii ki diğer örgütlenmelerle ortak mücadele alanları oluşturmalı. Mesela romanların yaşadığı eşitsizliğe karşı mücadele eden örgütlerle, kadın örgütleriyle, yaşadıkları yerdeki yeler örgütlerle…
Ancak farklı kadınlık deneyimlerine bağlı ”örgütlenmelerin” bir araya geldiği ve patriyarkaya karşı ortak bir mücadele alanı olarak organize ettikleri feminist mücadele, farklı kadınlıkları görünür kılacaktır. Aksi halde feminizm, beyaz, orta sınıf, kurtarılmış kadınların hiyerarşik örgütlenmesinden ileri gidemez.

LGBT hareketi aynı zamanda feminist bir harekettir demek mümkün mü?
Değildir! Ortaklıkları olsa da her iki hareket de kendi başına bağımsız ve farklı hareketlerdir. Ortak mücadele alanları olmalı, ortak örgütlenmeler yaratılmalı ama bir hareketi diğer hareket içerisinde eritmek, yok etmek anlamsız. Ortak mücadele alanları yaratmak daha doğru bence.

Kimlik temelli bir politikanın kendi içine kapanması bir çeşit muhafazakarlık mıdır size göre?
Kimlik politikası yürütürken farklılıklara açık olmakla ilgili bence. Mesela politikalar oluşturulurken o grup içerisindeki, kimlik politikaları dışındaki ayrımcılıklar, eşitsizlikler gözetiliyor mu gözetilmiyor mu? Bence bu kısmı önemli. Farklı ayrımcılıklarla ve eşitsizliklerle ve bu yönde çalışan örgütlenmelerle bağlantı kuruluğu sürece kimlik politikalarının kendi içine kapanıp muhafazakar olmayacağını düşünüyorum.

LGBT hareketinin 2000’lerdeki yükselişi, 20-30 yıllık bir tarihselliğe ve birikime sahip olan feminizm içindeki verili söylemlerde bir sarsıntı yaratmayı başarabildi mi sizce?
Türkiye’de başardı. Şimdiye kadar çok tartışılmamış bir konuyu tartışmaya açtı. Toplumsal cinsiyeti kavramını hepimize hatırlattı ve görünmez olan heteroseksizmi görünür kılmaya çabaladı. Aslında teorik olarak hepimizin bildiği pek çok şeyi pratikte deneyimlemeye başladık.
Sarsıntıyı hep birlikte yaşadık ama artık daha sakin bir şekilde ortak politikalarla yola devam etmek gerek.

Resmi siyasetin sınırlarının dışına taşan bir sivil toplum mücadelesi içinde feministler ve LGBT bireylerin ortak hareket etmesi bir zorunluluk mudur? 
Zorunluluk demek doğru mu bilemedim. Her iki hareketin de hayrınadır demek daha doğru sanırım. Ben de tersinden sormak istiyorum: Neden feminist hareket ve LGBT hareketi ortak mücadele alanı oluşturamasın. Ortak bir politika üretmeme hali bana garip geliyor. Bu kadar birbirine girmiş ezilme ve ayrımcılık hali varken biz nasıl pür ve tek taraflı bir mücadele yürütebiliriz?

LGBT ve feminist hareket Türkiye’deki hızlı muhafazakarlaşma karşısında alternatif bir dayanışma biçimi geliştirilmeli midir? Öyleyse bu nasıl olur?
Geliştirmeli. Bence AKP bir süredir Türkiye’de kadınların bedeni üzerinden “yatak odası” siyaseti yürütüyor. Önce 3 çocuk dediler, sonra 5 oldu, kürtajı yasaklamak istediler, sezaryen yasasını değiştirdiler. Bence öncelikli olarak bu konuda ortak siyaset yürütülebilir. Bu siyasete dair net bir talep önerisinde bulunamıyorum ama beyin fırtınasıyla ortak bir yol bulunacaktır mutlaka.

LGBT ve feminist hareketin ortak bir mücadele yürütebileceği alanlar nelerdir? Biraraya gelip konuşma ve tartışmanın ötesinde ne gibi kanallar açılabilir?
Daha çok ortak eylem, ortak kampanya birlikte örgütlenebilir.
 

Etiketler: kadın
İstihdam