03/05/2021 | Yazar: Kaos GL

2020 yılında “Geleceği Hatırla” temasıyla gerçekleşen Kadın Kadına Öykü Yarışması’nın Umuduna Sarınmak Özel Ödülü’nün sahibi Gülizar Aytekin’in “Yün Yorgan” isimli öyküsü… İyi okumalar!

Yün yorgan Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

İş: Harriet Powers

Kaos GL Derneği’nin 2006’dan bu yana her yıl farklı temalarla düzenlediği “kadınlardan kadınlara, kadınlardan kadınlar için” ilk öykü yarışması olan ve 2020 yılında “Geleceği Hatırla” temasıyla gerçekleşen Kadın Kadına Öykü Yarışması’nın Umuduna Sarınmak Özel Ödülü’nün sahibi Gülizar Aytekin’in “Yün Yorgan” isimli öyküsü… İyi okumalar!

Yazın köyde, teyzemin ak koyunlarından kırpıp iki çuval içinde bize verdiği yünleri yıkadık. Annem bunu yaparken yumuşatıcı kullandı. Islak yünleri yan yana serdik. Fazla kurumadan uzun bir sopayla dövdük. Sağ avuç içim dayanamadı, su topladı. İşten gelir gelmez evin damına çıkıp anneme yardım ediyordum. Sopayı her vuruşumda acıya dayanamıyor ona bir şeyler söylemek istiyor sonra vazgeçiyordum. Her sonbahar bir yorgan dikme telaşı oluyordu. Bir gün dayanamayıp anneme, “Yorgancı var mahallede, makinesi var, koyuyor içine yünleri ince ince çıkıyor,” demiş bulundum. Ters bakışlarında işten kaçmanın yollarını aradığım iması belirdi. Vazgeçtim sonra, kendimi zamana bıraktım. Karşımdaki kadın onca çocuğu için tek ve çift kişilik yorgan yapmış yanına da yastıklarını iliştirmiş biriydi, ben de kim oluyordum! Başka şehirlerde yaşayanlara yine ayrı eve çıkmanın evlenip barklanmak manasına geldiğini hissettirmiş, yapıp vermişti. Yorgan yapmadığı bir tek bendim. Umudunu kesmişti.

İyi dövülen yün kolayca birbirinden ayrılıyordu. Dittikçe yünler çoğalıyor, günler kısalıyordu.

Bizim mahalle kentsel dönüşüm yüzünden ilçesinde doğalgaz olmayan üç mahalleden biridir. Kadınlar kış gelmeden yorgan ve yastıkların yünlerini havalandırıp döver, tekrar diker. Damlara çıkıp bu işleri yapanlarla, tarhana serenlerle ve salça karıştıranlarla karşılaşıp sohbet ediyorduk. Bazen çayın yanında pişi ya da niyazla (Dersim yöresine ait bir lokma) yanımıza ilişip yardım ediyorlardı.

Leyla teyze geldi bir gün. Oturduğu sandalyede bize doğru eğilmiş, yere bakarak avuç içlerini kaşıyıp duruyordu. Kızı yün yorganları İstanbul’dan geri göndermiş. Soru sormadı kadınlar ama yine de o, sormuşlar gibi konuşmasına devam etti. “Ne bilem anam, kullanmıyorlarmış, doğalgaz olunca hazır kaz tüyü yorganlar yetiyormuş,” dedi. Kimseden çıt çıkmadı. Kadınlar onun durumuna yüzüne bakmadan üzülerek kafa salladılar. Hiçbiri almazdı o yorganları. “Şimdi ben ne yapayım? Evde yer yok! Zaten olsa da görmek istemiyorum onları,” dedi. Kızı sanki evinin salonunda asılı Leyla teyzenin fotoğrafını geri göndermişti.

Bir pazar günü ditme işi bitti. Annem “Git Waye’yi (Zazaca “kız kardeş”) çağır, gelsin diksin,” dedi. Evin ziline bastım, oğlu çıktı. “Annen yok mu?” dedim. Waye diyemezdim.

“Yürüyüşe çıktı,” dedi. Yıllardır mahalleliye yorgan diken, kendi hesabına göre fiyat artıran, öğlenleri sadece çorba içen, iki saat sonra da kahveyle akşamı eden kadının adını bilmiyordum.

Eve döndüğümde annem “O gelir birazdan,” diyerek Kemeraltı’nda arayıp bulduğumuz, üç tarafı dikilmiş Amerikan bezini ters çevirip salonun tam ortasına serdi. Yünleri getirdim, bezin üstüne döktük. Eşit bir şekilde yaydık. Waye geldi. Üzerlerine eğildi, uzun ve narin vücuduyla uyumlu, piyano çalabilecek parmaklarıyla yünlere tek tek hafifçe bastırdı. Fesleğenin kokusunu almak için incitmeden çiçeğe dokunuyor gibiydi. O zaman bazılarının arasında boşluklar oluştu. Oralara da yün koyduk. Sonra kıvırarak sona kadar geldik ve çevirdik.

Waye döne döne yorganı dikmeye başladığında bizde kutsal bir ziyaretteymişçesine, al ve yeşillerden semaha duran kadınların menevişli dönüşlerini izliyorduk. Annemle yerde oturmuş, nefesimizi tutmuştuk.

Sonunda Waye, “Yünün çok güzel, tertemiz olmuş, iğne hiç zorlanmadan giriyor,” dedi. Annem güneş görüp açmaya başlayan çiçek yaprakları oldu. “Makine nasıl böyle temiz, ince ince ditsin Waye! Tam kurumadan döveceksin. Diterken keçeleşmiş kısımları keseceksin. Beyazlığını bozan hiçbir şey içinde kalmayacak,” dedi, bana bakarak. Kadınların bu makine çağına kafa tutmaları bir yandan hoşuma gidiyordu.

Üç saat sonra her bir baklavası neredeyse aynı boyutta olan yün yorgan bitmişti. Annem kenara ayırdığı parayı verdi, teşekkür etti. Waye gözlerime bakarak, “Güzel günlere örtün,” dedi. Bana yapmıştık, çift kişilik bir yün yorganım olmuştu.

Yazın başında, “Anne, Deniz beraat ederse birlikte eve çıkacağız,” demiştim, bir şey dememişti. Başka şehre taşınmayacaktım. Bir erkekle de evlenmeyecektim. Annem, tahmin etse bile konuşmaya hazır olmadığı konularda soru sormazdı.

Waye gidince koltuğun üzerinde açıp yere değdirmeden uzun uzun baktı yorgana. Yüzünü geçirip katladık, büyük bir torbanın içine yerleştirdik. Görevim bitmişti, Zeynep’i görmeye gidebilirdim. Telefonda cezasının kesinleştiğini söylemişti.

***

Bulaşacağımız börekçide onu beklerken önümdeki masaya bir kadın oturdu. Çantasını yanındaki boş sandalyeye koyarken sol bacağını diğerinin üstüne attı. Tam o anda kadının siyah külotlu çorabında bir çıtırtı duyuldu.

Deniz, renkli külotlu çorapları severdi.

Kayan bacak uyumlu bir güzellikle diğerinin üstüne yerleşirken tüy gibi hafif bir olay gerçekleşti. Kadının önüne gelen yeni ısıtılmış dolama börekle sıcak çayın buharı havada birbirine karıştı.

Deniz, sadece sokaktaki hayatın renginden değil sesinden ve kokusundan da mahrumdu.

Ben Deniz’i düşlerken Zeynep çıkageldi, saçlarını toplayabileceği kadar kısaltmıştı. Değişmiş miydi?

“Nasılsın?”

“Cezaevine girmeden dişlerimin tedavisini yaptırmaya çalışıyorum. Az bir süre için ülkeyi terk etmek istemiyorum,” dedi.

İki yıl az mıydı? “Haklısın,” dedim yine de “gitmeni istemem, konuşacak kimse kalmıyor zaman geçtikçe.”

“Deniz nasıl?” 

“İyi, mahkeme geç başladı sürüyor,” dedim.

Canı sıkkın değildi. Başka bir şey vardı. Konuşurken etrafı izliyor, beni dinlemek istiyor ama elinde olmadan başka düşüncelere dalıyordu. Ben buradaydım, peki geçmişim neredeydi? İnsanlar birer birer ortadan yittikçe ben de yavaş yavaş belleğimi yitiriyordum. Her eksilmede biraz daha siliniyordu geçmiş. Kimsesiz ve hatırasız kalıyordum bu şehirde. Ortak geçmişimizin bir anlamı kalmıyordu. Benim de bunca yıl biriktirdiğim kendime ait hatıralarım ve beni ben yapan düşler silinip gidiyordu.

Gençliğim olmadan, yetişkinliğimin tadı yoktu.

Ayrılırken sımsıkı sarıldık. Geçirmeye geleceğimi söyledim.

Dönüş yolunda otoyolun dibindeki apartmanların arasından geçiyordu otobüs. Yolu ikiye ayıran az ağaçlı çimenli çatalda bir kadın gördüm. Kadın bacaklarını ayırarak oturmuş, üzerine serdiği bezin üstündeki yünleri dövüyordu. Bir eliyle sopayla vuruyor sonra sopanın üzerinde kalan yünleri diğer eliyle sıyırıyordu. Etli parmakları sopayı güçle kavramış, kalın kolu inip kalkıyordu. O, gayretle yün döverken iki yanından arabalar vızır vızır geçiyordu.

Eve gelip dama çıktım. Annemin keçeleşen yünlerde kullandığı makasını aldım, saçlarımı bağlayıp kestim.

Gece annem uyuduktan sonra gizlice yorganı torbasından çıkardım. Soyundum, Deniz diye yorganı örtündüm. Her bir küçük karesine değdim. Çevirdim, altını üstüne getirdim. Uyuyan insan çıplaktır illaki örtmek gerekir üstünü. Yeni yorgana sarılmıştım ama uyku kısa bir an bile bana misafir olmuyordu.

Bazen birini gördüğümüzde hatırlarız. Adını, onunla nerede, nasıl tanıştığımızı, neler paylaştığımızı. Bizde iz bırakanların haricinde, geçmiş bu şekilde de kendini anımsatır. Bunlar da vardı yitip giden. Bir daha asla göremeyeceğimiz insanlar, hatırlayamayacağımız, bilmediğimiz daha neler. Ya benim belleğimi uyaran tekrar zorlayan bu insanları, onları nasıl bilecek ve hatırlayacaktım?

Yani sadece aklımın erdiğini düşünebilir ve hafızamı zorlayarak ya da geçmişteki mekânları tek tek gezerek, görerek düşünebilir, hatırlayabilirdim. Sınırların ötesine göçen, duvarların arasında adaleti bekleyen, ömrüme tanıklık etmiş insanları geri istiyordum.

Elbette yeni arkadaşlıklar, dostluklar kurabilecek yetenekten yoksun olduğumu düşünmüyordum. Ama umut, buna dair bir şey değildi ki! Umut, bunca toplamın, benimle büyümüş insanların üstünde yükselen bir kavramdı.

Yine de Deniz’le yaşayacağımız bu şehirde bir ev kuracağım. İçinde yün yorganlara sarınıp uyuyacağız. Arkadaşlarımız gelecek ve bizim fazladan yorganlarımız hazır olacak. Tembel pazarlara günaydın diyeceğimiz günler göreceğiz. Saçlarımızı uzatacağız ve ben yastıkta gördüğüm telin renginden ayıracağım onunkini. Deniz, hiçbir şey yemeden kahvesini yudumlarken ben çayın demlenmesini bekleyeceğim. Sonra bir gün annemin yanına gidip şu cümleleri kuracağız:

“Yün yorgan en sağlıklısı. Diğerleri insanı hasta ediyor. Halbuki yün yorgan terletmiyor, üşütmüyor da. Çok güzel bir yorgan, zahmet etmişsin. Ne çok uzun ne de kısa. Tam boyumuza göre. Üstelik ağır da değil, sıcacık.”

“Aşkın L* Hali” kitap seti

Kaos GL Derneği’nin 2006’dan bu yana her yıl farklı temalarla düzenlediği “kadınlardan kadınlara, kadınlardan kadınlar için” ilk öykü yarışması olan Kadın Kadına Öykü Yarışması’nın derece alan öykülerinin yer aldığı Aşkın L* Hali kitap seti NotaBene Yayınları’ndan çıktı.

Yarışmadan 2006-2008 ve 2009-2011 yıllarını kapsayan ilk iki cildin editörlüğünü Burcu Ersoy, 2012-2014 ve 2015-2017 yıllarını kapsayan üçüncü ve dördüncü cildin editörlüğünü Karin Karakaşlı, 2018-2020 yıllarını kapsayan cildin editörlüğünü ise Pelin Buzluk yaptı. Seri editörlüğünü ise Aylime Aslı Demir üstlendi.

İlk cildin kapak işi Elif Tekneci’nin, ikinci cildin kapak işi Ugemfo’nun, üçüncü cildin kapak işi Gözde İlkin’in, dördüncü cildin kapak işi Meltem Elmas’ın ve son cildin kapak işi Şafak Şule Kemancı’nın elinden çıktı.

“‘Yok-muş’ gibi yaşanan dünyaya önce ‘bal gibi var’ diye haykırmak gerekiyor” sloganıyla yayınlanan seti buradan satın alabilirsiniz.

Kaos GL dergisine ulaşın

Bu öykü ilk olarak Kaos GL dergisinin Normativite dosya konulu 174. Sayısında yayınlanmıştır. Dergiye kitapçılardan veya Notebene Yayınları’nın sitesinden ulaşabilirsiniz. Online aboneler dergi sitesinden dergiyi okuyabilir.


Etiketler: kadın, kültür sanat
İstihdam