22/05/2018 | Yazar: Tarık Şimşek

Cenazelerde, eylemlerde, sinemada, makalelerde, akademide, bir ismimiz olamadığını bu travmatize edilmiş hal ile anladım.

Biliyorum yeri, zamanı değil, güzide ülkemi seçim arefesinde “derdin ne şimdi?” bir konu ile meşgul etmek biraz egosantrik davranış anlıyorum, (zaten yayınlanacağından emin değilim) ama çok kızıyorum dostlar, çok kırılıyorum, kişisel mutsuzluğumu toplumsal olarak mücadele etme motivasyonuma çevirdiğimde, hep aynı duvar ile karşılaşıyorum ve artık bence benim için zamanı geldi diye düşünüyorum.

Birkaç hafta önce “Dorsay ve Sinema Yazarı olamamanın zorlukları” adlı Atilla Dorsay’ın transfobisi üzerine kendimce karalama yapmıştım, Ali Ercivan adlı bir sinema yazarının (kendisini altyazı dergisinde okuyordum ama özel olarak takip etmiyordum) kendi twitter hesabında paylaşması üzerine, yazım bayağı paylaşıldı ve ses çıkarıldı. Ben açıkçası bu kadar etkileşim beklemiyordum, en fazla Yıldız ya da Gözde ile karşılaşınca, “iyi yazıyorsun canısı” denecek, Kaos ekibinden en çok görüştüğüm Seçin ile filmi izlemesini söyleyecek kadar etki yaratacak sanıyordum. Aynı dönemde SES’in “Sesli Kadınlar” dergisine “LGBTİ’lerin Sağlığa Erişimi” ile ilgili bir yazı da yazmıştım, şimdi gelelim, hem analiz olan hem de bir içdöküm olan yazımın konusuna; her iki tepkilerin ruhumda açan yaralara ve güzide ülkemin cis- sol erkekliği ile hemhal olmasına. İki yazımı numaralandırmak istiyorum:

Filmden...

1 – Dediğim gibi, Dorsay’ın transfobisine tepkiler takdire şayan, birçok sinemasever, sinema yazarı olumlu dönütler verdi. “Oh la la la”. Ama benim derdim aslında, ben alanım ile ilgili olmayan bir yazıyı kaleme cüreti alarak, sinema sadece benim özel alanımı işgal ederek (aslında giderek büyüyor) bu transfobiyi sinema yazarları ifşa etmesi gerek değil miydi?
Evrim Kaya (Hayat TV’deki programını takip ederdim), Ali Ercivan ve Kültigin Akbulut gibi sinema yazarları konuya değindiler, sağolsunlar.
Canımı acıtan – egosantrik olduğum için olabilir emin değilim, konu ile ilgili tartışmalara açığım – severek takip ettiğim, filmleri politik altyapısı ile değerlendiren, İlerihaber’de yazan Kaya Özkaracalar’ın bir yazısında (http://ilerihaber.org/yazar/istanbulun-ardindan-ankara-film-festivali-sette-olen-karga-cinsiyetci-dil-ve-de-transfobi-84445.html ) adım hiç kullanılmayarak, kendisine sitemle twitter hesabımda ilettiğimde, “aşağıda linki verdim” demesi. 

2 –  Buradaki tepkiyi yazmak daha çok sinir bozucu; Çalıştığım hastaneden bir arkadaş yazdığım dergiyi önüme koyup “A kişisi diyor ki, Tarık’ın ne işi var Sesli kadınlar” ile diyor,MUŞ, MUŞ… Bu Armut artık tat vermiyormuşşş. A kişisi halbuki sendikalı, güzide ülkemde kendince direnen sevdiğim bir “abim”.

Umarım gerçekten neye kızdığımı anladınız değil mi? Birinde “isim mi bile gerekmeyen” bir paylaşım, diğeri de “kadınların dergisinde kadınlar yazar”cılık. İkisi de ilerici, sola yatkın, ikisi de erkek, politik kurum ve yayın. Herhangi bir dünya görüşünü eleştirecek kadar bilgi birikimim yok. Kendi cinsel yönelimimden bağımsız olarak; çünkü o bilgi birikimimi elde edeceğimize, “başka” şeyler ile meşgul olmak zorunda bırakıldım. Sosyal hayatta, politik mücadelede, iş hayatında, “hep” daha fazla özveri göstermek gerekti.

2014 yılında Birleşik Haziran Kongresi’ne katılmıştım, basılı ilanda “cinsel tercih” kelimesini “cinsel yönelim” olarak değiştirmek istediğimi ilettim, mikrofonla.  Aslında orada bulunan üniversite öğrencisi erkeĞİN söylediği bir cümle hala geçerliliğini koruyor:

“Bunun da derdine bak; ülkenin eğitimi gericileşiyor, laiklik için götümüzü yırtıyoruz.”

Bir şey demedim.

Demek ki buraya kısmetmiş bir şeyler demek. Bilirler anacım; transların okul hayatlarındaki cehennemi, geylerin tehditlere maruz kaldıklarını, lezbiyenlerin zorunlu heteroseksüellik ile baş ettiklerini, bilirler, istismar, ihmal , taciz –tecavüz üçgeninde sirtaki oynadıklarını, bilirler, görmezden gelirler lakin, görmezden gelmeyecek kadar ilericiler ise, işte böyle ya “isimsiz bırakırlar” ya da “kadınsı işler bunlar” derler.

Birkaç hafta önce babamı kaybettim, çok sevdiğim trans erkek arkadaşım cenazeye gelmek istedi. “Gel” diyemedim. Cenazelerde, eylemlerde, sinemada, makalelerde, akademide, bir ismimiz olamadığını bu travmatize edilmiş hal ile anladım.

Yine de umutluyum, “siz inanmayın bir gün değişir elbet/güneşe ve penise tapan rüzgârın yönü”.

Agresifliğim için özür dilerim, birileri yazıdan sonra “madi”lik ile suçlayacak, abartmışsın diyecek, ama Kaya Özkaracalar’ı artık okuyacağımı sanmıyorum. Sendika mı? Her zaman mücadele canısı. İnadına yazılacak, çizilecek, “ne sandınız?”. Ha bu arada, Kaos iyi ki var, yoksa bu yazıyı yayınlayacak bir yer bulamazdık.
Yazımı isim göstermeden alıntılayabilirsiniz artık. Kızmam.

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. Yazının KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.


Etiketler:
nefret