26/06/2013 | Yazar: Koray Doğan Urbarlı

Gezi Protestoları’ndan sonra artık herkes biliyor ki anaakım medya yalancı, gerçekleri patronunun cebine göre eğip bükebilecek bir mecra

27 Mayıs’tan önce eğer Gezi Parkı ve Taksim’e çok özel bir ilginiz yoksa, orada yapılmak istenenler hakkında ya da orada olanlar hakkında bilginiz de pek olamıyordu. Belki bir 10 saniyelik basın açıklaması görüntüsü, belki bir gazetenin 16. sayfasında yer alan siyah-beyaz fotoğraflı bir haber… Fakat daha fazlası değil. Lafa geldiğinde Türkiye’nin kalbi olan bir İstanbul ile ve İstanbul’un kalbi olan bir Taksim ile karşı karşıyaydık. Orada bir şeyler yapılmak isteniyordu, yapılmaya başlanmıştı. Buna karşı çıkanlar vardı. Fakat sonuç olarak Taksim’de yaşanan bir protesto hareketinin ne zaman başladığı, ne yönde ilerlediği konusunda bir bilgi yoktu medyada. Çünkü onlara göre haber değeri yoktu yaşananların. Haber değeri olmamaya devam etti. Ta ki, dozerler gelene, Sırrı Süreyya Önder dozerleri durdurana, çadırlar kurulana ve devlet çadırları sabaha karşı yakana kadar. Sonrası zaten önce gruplara, sonra bir topluma yapılan işkenceye kadar vardı.

Medya, o noktadan sonra bir şeyler olduğunu vermek zorunda kaldı. Fakat ne olduğunu yine veremedi ve kendi kendisini çökertti, bitirdi, itibarsızlaştırdı. Bu çöküş neredeyse her gün kendisini tekrar etti. Penguenlerle başladı, 7 gazetenin bir emir, tek başlık çıkmasıyla devam etti, Başbakan’ın her konuşmasını saniye kaçırmadan yayınlamayla sürdü. Oğuz (H)aksever’de cisimleşti, Fatih Altaylı’da cisimleşti, Takvim Gazetesi’nde, Beyaz TV’de katlanılmaz bir boyuta geldi. Öyle bir an geldi ki, ekran grafiklerinden kamera açısına kadar her şeyi aynı olan biri ulusal, biri uluslararası televizyon kanalının aynı görüntüyü tam ters şekilde yayınladığına bile şahit olduk. Dünya polisin göstericilere uyguladığı şiddeti izler ve okurken, Türkiye polisin göstericilere uyguladığı şiddeti izledi fakat ekranı kaplayan yazı tam tersiydi. Medya açısından  öyle bir dönemden geldik ve geçtik ki, bir muhabir Başbakan’a soru sorduğu için kahraman olabildi. (Aslında sokaklar tam da bunun için dolmadı mı?)

Bu şaşırtıcı olmayan duruma halkın tepkisi tabii ki gecikmedi. Penguen artık simgesel bir protesto figürü halini aldı. Basın emekçileri kurumlarından istifa ediyorlar ve halka katılıyorlar. Sahiplik ilişkisi ile hükümete sarmalanmış olan medya patronları neredeyse her yatırım noktasında protesto ediliyorlar.

Fakat bu işin tepkisel yönü. Bir de haber akışı ve doğru haberin yolunu bulması sorunu vardı. Orada da çözüm internet üzerinden geldi. Hükümet, patronlar üzerinden medyayı sarmışsa, zincirlerini eline almışsa başka bir yerden insanlar gerçeği aramaya çalıştılar. Bu çabayı bir kaç rakamla görmek mümkün aslında.

Örneğin; 29 Mayıs’ta 1 milyon 800 binlerdeki aktif  Türkiyeli kullanıcı sayısı 10 Haziran’da 9 buçuk milyon kişiyi geçmiş. Bunun yanında 1 Haziran’da 18 milyon 935 bin 909 adet twit atılmış. (Tabii ki bunların hepsinin Gezi ile alakalı olduğunu söylemek mümkün değil.) Yine protestoların başladığı günden 10 Haziran’a kadar milyonlarca içinde “diren” geçen twit atılmış.

Rakamlar aslında durumu açıklıyor. Bir kere Twitter’ın kendisinde inanılmaz bir yükseliş yaşanmış. Paylaşımlarda yükseliş çok büyük. Bu paylaşımların belli konular üzerinde toplanması da çok net. Bu tamamen sosyal medyanın haberciliği ele geçirmesine işaret ediyor. Televizyonda yandaş yorumcular, bir merkezden üretildiği belli olan yalanları size tekrarlarken siz telefonunuzda hangi sokakta ne yaşandığını, kaç kişinin gözünün çıktığını görebiliyordunuz. Aptal televizyonlar kırılan seramiklerin hesabını verirken, akıllı telefonlar yanan canların hesabını döküyordu.

“Haber alabilmek için Twitter hesabı açtım, TV’lerde, gazetelerde hiçbir şey yok” cümlesi belki de haberciliğin geldiği nokta açısından bir slogan halini aldı. İnternetle, sosyal paylaşım ağlarıyla ilgisi olmayan insanlar bile “haber almak” için Twitter’a koştular bu dönemde.

Tabii ki burada da bazı problemler yaşanmadı değil. Sosyal medya ile çok sıcak bir dönemde, bir anda tanışan insanlar bazı kirletilmiş bilgileri de gerçek gibi paylaştılar, bazı hatalar yapıldı. Fakat bunlar gerçeği gizlemeye çalışan anaakımın yanında lafı edilmeye bile değmeyecek şeyler. Zaten bu yüzden de yöneticileri korkuttu ve hemen okları sosyal medyaya çevirdiler. Ekonomik olarak zincirlenmiş anaakımdan sonra sosyal medyayı da zincirlemeye çalışacaklarının sinyallerini verdiler.

Sonuç olarak, Gezi Protestoları’ndan sonra artık herkes biliyor ki anaakım medya yalancı, gerçekleri patronunun cebine göre eğip bükebilecek bir mecra. Sokakta, gözlerimizin önünde yaşananları bize bilerek yanlış aktaran bir mecra. O zaman tek çare kalıyor insanlara. Sokakta, gözümüzün önünde olanları aracısız duyurmak. Zaten Gezi Parkı çerçevesinde yaşadığımız tam da bu. İşte bu yüzden sosyal medya yükseldi, anaakım çöktü. Alınacak ders çok açık: Eğer bir ülkede sosyal medyaya ve sosyal paylaşım siteleri üzerinden haber almaya talep artıyorsa, anaakım medya çökmüş demektir!


Etiketler:
nefret