30/05/2014 | Yazar: Yıldız Tar

"Bu dayanışma öyle polis gazı, toması, kurşunuyla yok edilebilir değil. Zira, mahremlerini paylaşanlar birbirini öyle kolay unutmazlar…"

Gezi direnişinin üzerinden 1 yıl geçti. Gezi Parkı’ndaki ağaçların katledilmesine karşı başlayan isyan milyonlarca kişinin; baskıya karşı onur ve haysiyetini savunmasına dönüştü. LGBTİ’ler (lezbiyen, gey, biseksüel, trans ve interseks) de bu isyanın görünen simalarından biri oldu. Herkes çok konuştu; kimisi “Ne kadar da sevimliler” dedi, kimisi yadırgadı; kimisi “Delikanlı ibneler ne de güzel çatışıyorlar” dedi…
 
Ana akım medya tarafından LGBTİ hareketi Gezi’yle başlamış gibi gösterilmeye çalışılsa da; hareketin izleri 1980 darbesine kadar götürülebilir. Askerî cunta yönetimi toplumun her kesimini olduğu gibi eşcinsel ve transları da işkenceden geçirmekte beis görmedi. Çeşitli sahne yasakları ile translar işsiz bırakıldı. Sansaryan Han’ın bir odası translara ayrıldı. İşkencenin her türlüsünden geçirilen translar nihayetinde trenlere doldurulup şehir dışına atıldı. Mutena, şık, şaşaalı şehirlerde “paçoz” translara yer yoktu!
 
Ancak, bu tarz sürgün ve linç politikaları LGBTİ’lerin var olma mücadelesinin önüne geçemedi. 1990’lı yıllarda Ankara’da Kaos GL; İstanbul’da ise Lambdaistanbul ile birlikte LGBTİ’ler “onurları” için örgütlenmeye başladı. Ankara sokaklarında bir dergi dolaşıyordu ve “Eşcinsellerin kurtuluşu, heteroseksülleri de özgürleştirecektir” diyordu. İstanbul’dan yükselen ses ise ileride on binlerin çığlığına dönüşecek bir sloganı haykırıyordu: “Ne yalnızsınız ne de yanlış!”
 
Gezi direnişin LGBTİ hareketine çok şey kattığı söyleniyor. Ama şairin de dediği gibi “O iş öyle değil ağbiler.” Gezi’nin belki de en başka, en güzel yanlarından biri de alışveriş ekonomisinin tam orta yerine “dayanışma ve birlikte eyleme” isimli bombayı yerleştirmiş olmasıydı. Haliyle, LGBTİ’ler Gezi’ye ne koydu ne aldı gibi bir mantıkla ne Gezi anlaşılabilir ne de LGBTİ hareketi.
 
Gezi’yi hatırlarken bütün duvarları yıkılan kocaman bir binayı anımsıyorum. Bu bina devlet filan değil. Tam olarak bizlerin; varlığıyla, kimliğiyle, eylemiyle sistemin karşısında duranların oturduğu bir bina. Her birimizin kendine ait bir evinin olduğu, komşuculuk oynadığımız bir bina. Kimimiz bodrum katının rutubetinde, kimimiz deniz manzaralı dairesinde de olsa her birimizin başını sokacağı bir evi vardı. Arada da birbirimize misafirliğe giderdik. Bazen taziye ziyaretine, bazen sadece bir çay içmeye… Rahattık da sanki evlerimizde. Ancak rahatlık mutluluğu getirmiyordu. Rahatlık; eşitlik, özgürlük ve adaleti getirmiyordu. Başımızı soktuğumuz yuvalarımız; gardiyanı kendilerimizin olduğu hapishanelere dönüşüyordu yavaş yavaş. Mahremlerimiz paylaşılmıyor; yüzeysel çay ziyaretlerimiz yokluğumuzun nişanesi haline geliyordu.
 
Derken bir gün her şey değişti. Biz Gezi’de en çok kendi evlerimizi yıktık. Duvarlarla başladık önce. İlk taşı kendi duvarlarımıza attık. Ve o ilk taşla birlikte “komşularımızı” tanıdık. Mahallenin bıçkın delikanlıları, taraftarlarla tanıştık. Mütedeyyin komşularımızın namazında ateistler nöbet tuttuk. Ve daha nicesi…
 
Gezi ile birlikte mahremlerimizi paylaşmayı öğrendik. Ve Gezi ile birlikte kentten itilen trans ve eşcinsellerin mahrem buluşma yerlerinden olan Gezi Parkı bütün topluma açıldı. Mahremin en derinliklerine hapsedilen eşcinsel ve translar ile “normaller” el birliğiyle yıktığımız koca apartmanın yıkıntılarında buluştuk. LGBTİ’lerin normalliğini değil; her birimizin anormalliğini tanıdık. Bir güzel yıktığımız o korunaklı, başkalarıyla temas etmeyen, steril evlerimizin molozlarından kocaman bir amfi inşa ettik. Ve o amfiye düşlerimizi, hayal kırıklıklarımızı, acılarımızı, sevinçlerimizi ve en önemlisi de mahremlerimizi taşıdık.
 
Onuru için ayağa kalkan milyonlar; eşcinsel ve trans olma onuru için mücadele edenlerle haysiyetleri için buluştu. Ve LGBTİ’lerin onuruna sahip çıkma çabası, Onur Yürüyüşü artık herkesin yürüyüşü oldu. Son yıllarda ülke genelinde örgütlenmesi hızlanan LGBTİ hareketi; Eurovision birincisi “sakallı kadın” Conchita Wurst’un deyimiyle “durdurulamadı.”
 
Ne aldık, ne verdik bilemem. Ama kaldırım taşlarının altındaki sahil gibi; yıktığımız evlerin altındaki dayanışmayı el birliğiyle inşa ettik. Ve bu dayanışma öyle polis gazı, toması, kurşunuyla yok edilebilir değil. Zira, mahremlerini paylaşanlar birbirini öyle kolay unutmazlar… (ETHA)

Etiketler:
İstihdam