06/12/2014 | Yazar: Neşe Yavuz
Burada rahatsızlık veren durum ise şu, zaten hakkımız olan seçme ve seçilmenin bize bir erkek tarafından verilmesinin, sanki lütfen yapılmış bir şey gibi davranılması.
Burada rahatsızlık veren durum ise şu, zaten hakkımız olan seçme ve seçilmenin bize bir erkek tarafından verilmesinin, sanki lütfen yapılmış bir şey gibi davranılması.
Dün bildiğiniz gibi 5 Aralık Dünya Kadın Hakları Günü ve Türkiye’de kadınların seçme ve seçilme hakkını elde edişinin 80. yıldönümüydü.
Dün bütün gün bulunduğum şehir İzmir’de kadınlar, günün anlam ve önemi hakkında birçok açıklama yaptılar. Bu açıklamalar arasında benim dikkatimi çeken ve oldukça rahatsız olduğum birkaç noktayı anlatacağım. Konuşma yapan kadınların hemen hemen hepsi açıklamalarına Atatürk ile başladılar, noktayı da Atatürk ile koydular. Burada rahatsızlık veren durum ise şu, zaten hakkımız olan seçme ve seçilmenin bize bir erkek tarafından verilmesinin, sanki lütfen yapılmış bir şey gibi davranılması. Zaten zorunda oldukları şeyi yapıyor olmaları onlara minnettar olmamızı asla gerektirmiyor. Kaldı ki bu haklar Osmanlı’dan gelen feminist mücadelelerle elde edilmiş haklardır. Erkek egemen toplumun en büyük problemi bu. Bir eril gücün bize verdiği (!) hakkı, sanki o olmasaydı alamayacakmışız gibi davranılıyor. Kadınlar gününde konuşulması gereken kadınların gücüyken, kadınların yapması gereken şeyler hakkında bilinçsiz toplumumuzu bilinçlendirmekken sadece Atatürk’ten bahsedilmesi, kadının da kendine verdiği değeri maalesef gözler önüne seriyor. Ben böyle bir günde, Atatürk’e olan teşekkürlerin daha kısa tutulup, kadınların gücünün daha iyi yansıtılmasını dilerdim.
Ayrıca Atatürk’ün iktidarı döneminde kadınlara verilen hakları göz ardı edemeyenler var fakat Osmanlı’nın son yıllarında birçok feminist hareket zaten mevcuttu ve bu hareket yavaş yavaş güçlendikçe kadınlar kendi haklarını kendileri alabileceklerdi. Ve kesinlikle hakkımı söke söke almayı, mücadele etmeyi, bir erkek tarafından bahşedilmesine tercih ederim.
Ayrıca ufak bir not olarak belirtmek isterim Kemalist rejim birçok kadın partisine daha kurulmadan müdahale etti ve birçok feminist derneği kapattı. ’Kadınlara haklarını Atatürk verdi’ söylemi bana kalırsa kesinlikle, Kemalist rejimin sürekliliğini koruma amacıyla ortaya atılmış bir laf. Araştırmadan inanılan bir diğer konu ise kadınlara seçme ve seçilme hakkının birçok ülkeden evvel Türkiye’de verildiği söylemi. Yeni Zelanda’da 1893, Avustralya’da 1906, Norveç’te 1913, Moğolistan ve ABD’de 1920 ve Britanya’da 1928 yılında kadınlar bu haklarını elde etti. Dikkatinizi çekiyorum elde etti, kimse hakları bize verdiler demiyor.
Ayrıca yine gündemimizde olan türban konusuna da kısa bir şekilde değineceğim. Türban takıp takmamak kişilerin kendi seçimidir (istisnalardan bahsetmiyorum). Eğer bir kadına türbanı takmayacaksın diye bir dayatma yapıyorsan sen orada o kadının özgürlüğüne müdahale ediyorsun demektir. Dün bütün gün meydanlarda Atatürk’ü anarak seçme ve seçilme hakkına teşekkür eden kadınların büyük bir çoğunluğu türban olgusuna karşı. Kadınlara özgürlüğün verilmesini savunan bu tiplerin, başkasının giyim tarzına, hayat tarzına karışması kesinlikle ikiyüzlülüktür. Bir erkeğin takke takmasına, şalvar giymesine, dini gerekçelerden ötürü sakal bırakmasına kimsenin karıştığı yokken, kadının kafasına taktığı eşarba bir ton laf ediliyor.
Yine sözüm meclisten dışarı, özgürlükleri savunan bu kadınlar, başörtülü bir insanı mecliste görmektense, tankların sokaklarda yürütülmesini, askeri vesayeti tercih ediyor. Hani nerede kaldı bahsettiğiniz özgürlükçülük?
Son olarak sözlerimi hakların bize verilmediğini, hakları elde ettiğimizi söyleyerek bitirmek istiyorum. Türkiye’deki kadın zihniyeti maalesef hala erkek egemen toplumun zihniyeti ile paralel çalışıyor. Fark yaratmak istiyorsak öncelikle gücümüzü fark etmeli, sonra da söylemlerimizi toplumdaki kadınları bilinçlendirmek için kullanmalıyız. Biz olmazsak onlar da olmaz.
Etiketler: