11/07/2020 | Yazar: Seyhan Arman

Beni taşlasalar neyse de babamın yüzü yere gelmesin dedim. Gerçi öldü artık nereden bilecek ama olsun, hisseder belki. Yaşarken yeterince nefret etti benden, ölüyken de etmesin.

Keça te kî ye? Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Hep böyle tarif edilirdi ve ben klişe zannederdim. Gerçekten ömrümün en uzun yoluna çıktığımı bilemezdim. Haberi aldığımda saçlarımın daha yarısına maşa yapılmıştı. Daha o saatte iki Efes Ekstra devrilmişti ve gullümün bini bir paraydı. Önce telefonda yazan isme şaşırdım, yanlışlıkla aramıştır kesin diye bakmadım bile. Sonra tekrar arayınca telefonu küçük çocuklarının eline vermişlerdir de o da önüne çıkan ilk numarayı rastgele arıyordur diye düşündüm. Yine de bir heyecan sardı bedenimi. “Biraz dur Akif Abi.” diye kuaförü durdurdum. Yan koltukta fön çektiren Nalan’dan izin isteyip onun fön makinesini de kapattırdım. Telefon ısrarla çalmaya devam edince anladım bir yanlış arama olmadığını.    

Boya sonrası saçımızın yıkandığı bölüme doğru geçtim ve açtım telefonu. Alo demeden bekledim, bir süre konuşmadım. Belki gerçekten yanlışlıkla aranmışımdır, belki telefonun ucundan gelecek çocuk sesi vardır diye dikkat kesildim. Bir süre sonra: “Alo.” dedi birisi. Önce cevap vermedim. "Alo Serkan, benim ben, Serdar." dediğinde emin oldum. Yanlışlıkla değil bilerek aramıştı abim.

Yıllar önce onu ben aradığımda da Serkan demişti bana ve düzeltmiştim hemen: “Benim adım artık Serkan değil abi. Ya Serap de ya da eskisi gibi Sarııı." Tabii ki cevap vermemiş ama bir daha da Serkan dememişti. Zaten ne zaman diyecekti ki? Neredeyse 15 yıl sonra ikinci telefonumuz bu.

Bana artık Serkan diyen hiç kimse yoktu ve herhangi bir şekilde bu ismi duyduğumda dönüp bakmıyordum bile. Bir tek geçen yıl halamın torunu, üstelik beni canlı kanlı karşısında görmesine rağmen “Serkan” demiş ve ağzının payını almıştı. Nedense bu defa abimi düzeltmedim. "Efendim?" dedim sadece. Hiçbir şey olmamış gibi, sanki daha dün konuşmuşuz da beni araması çok normalmiş gibi.

-Sen zaten duyarsın bir şekilde ama ben kendim söyleyeyim dedim: babam dün öldü. Köydeyiz şimdi. Dedemgilin eski evinde. Duyar da gelmeye kalkarsın diye ben söyleyeyim dedim, şimdi çok kalabalık burası. Gelme sakın. Belki sonra."

Ne diyeceğimi bilemedim, itiraz da etmedim. “Niye bana haber vermediniz?” demedim. "Tamam" dedim sadece; tamam. Sonrası sessizlik. Telefonu kapatmadan çantama attım. Zaten abim kapatır diye düşündüm galiba. Geri döndüm koltuğuma oturdum. "Biraz acele bitir Akif Abi." dedim sadece ve birayı kafaya dikip saçımın maşasının bitmesini bekledim.

Gerisi sessizlik.

Ne öncesinde sözleştiğimiz gibi Nalanla çarka çıkmak için konuşuldu, ne de kuafördeki gullüm devam etti. Sanki o telefon konuşmasını herkes duymuş gibiydi. Sanki kuaför, taziye evine dönmüştü ama hayat kendi akışında devam ediyordu. İlk defa saçımı beğenmezlik yapmadım, “Şurasını şöyle yap Akif Abi.” diye bıktırmadım. “Eline sağlık.” dedim, 10 milyon bahşiş verdim ve çıktım kuaförden.

İyi de nereye gidecektim? Çarka çıkamazdım bu durumda. Eve zaten gidemezdim. Ne diyecektim evdekilere? Her andığımızda küfür yağdırdığım babam öldü yastayım mı? En iyisi kulübe gidip arka arkaya votkaları devirip, hiçbir şey olmamış gibi dans edeyim diye düşündüm. Sonrasını hatırlamıyorum. Kulübe gittim mi? Kaç votka içtim? Dans ettim mi? Öpüştüm mü Güngören mantileriyle bilmiyorum.

Sabah 10 gibi salonda çekyatta açtım gözlerimi. Önümde bir kova, biraz peçete. Diğer çekyatta da Yağmur uyumuş geceden üzerinde kalmış kıyafetleriyle. Benimle birlikte hemen o da açtı gözlerini. "İyi misin?" diye sordu. Hiçbir şey demedim. Sarıldı, sarıldım. Gözlerine baktım kan çanağı. Acaba onun mu babası öldü diye düşündüm; benim gözler kupkuru.

Tam 25 gün sonra bu yoldayım işte. En son geldiğimden 20 yıl, babam öldükten 25 gün sonra. Yeni yol yapıldı artık çok kısaldı diyorlardı ama ben 25 gündür yoldaymışım gibi yorgunum. Nihayet eski sağlık ocağını görünce anladım geldiğimi.

Ne çok değişmiş buralar. Kasabadan bizim köye kadar bir tek okulun oradaki öğretmen lojmanı vardı eskiden. Şimdi her yer ev olmuş. Çirkin çirkin binalar yapmışlar. Lojmanın altındaki fırın kapanmış olmalı yada taşınmış. Sağlık ocağının yazısı bile durmuyor. Onun yanına nalbur açmışlar. Eskiden neredeyse bakkal bile yoktu, şimdi nalbur var diye çok garipsedim. Kimse görmesin diye iki kere tembihledi abim. “Şimdi gelen giden azaldı ama 40 mevlidi için yeniden gelirler. O yüzden şimdi gel sen, mezarlıkta et duanı geri git. Nihat amcam da, halamgil de burada, o yüzden buraya gelme. Kırkından sonra biz dönünce istersen bizim eve gelirsin.” Her tembihinde, “tamam” dedim sadece. Kimse görmeden gelir bir yabancı gibi duamı eder, son görevimi yapar dönerim geri. Merak etme sen, tamam abi.

Eski sağlık ocağından sonrası sanki bizim eski köy. Kahve de duruyor, onun yanındaki tüpçü de. Bak bu yeşilli bina bekçi Ali’nin evi biliyorum. Şimdi öldü tabii de önceden onun eviydi. Kapının önünde tütün saran bu kadın ölmemiş mi hala? A, maşallah, ta o zaman bile kırış kırıştı her yeri hala aynı, yaşlanmamış. Belediyenin önünde duran taşı bile hatırlıyorum neredeyse. Çocukken her yaz okul kapanınca gelip üç ay geçirdiğim bu topraklar, benim. Ne çok özlemişim şimdi fark ettim. Hiç aklıma bile gelmemişti buraları gelip görmek ama şimdi toprağı öpesim var, o derece özlemişim.

Susadım, arabadan inip bir su alsam diye düşündüm ama ya tanırlarsa ya hemen bütün köy duyarsa. Hülya Avşar'ın bir filminde vardı; köylüler taşlayarak kovuyorlardı. Beni taşlasalar neyse de babamın yüzü yere gelmesin dedim. Gerçi öldü artık nereden bilecek ama olsun, hisseder belki. Yaşarken yeterince nefret etti benden, ölüyken de etmesin. Hoş, herkes biliyor ne olduğumu ama resmi olarak görmeleri başka. Mezarlık yolunda bir amca el ediyor, beni de bırak o tarafa diye. Önce tereddüt ettim ama yazık bu güneşte yürümesin diye durdum. Hızlı adımlarla geldi öne oturuverdi hemen. “Ne tarafa?” diye sordum, eliyle dümdüz işareti yaptı. Nefes nefese kalmış soluklansın dedim, tekrar soru sormadım.

Mezarlığın oraya gelince "Ben mezarlığa geldim, sen Suludere Köyü’ne gideceksen bırakayım amca.” dedim. Yüzüme baktı "Memleket ku derê yi?" diye sordu. Bir baktım, yanımda oturan amca öz be öz amcam. Yüzüne dikkatli bakmayınca tanımadım ama konuşunca hemen tanıdım. Gözleri aynı babam, burnunun patlıcanlığı aynı ben. Sorduğu soruyu anladım ama "Buralıyım" diye cevaplamadım.

Kalbim hızla çarpmaya başladı, hiçbir şey demeden öylece baktım. "Keça te kî ye?" dedi bu sefer. “Senin kardeşinin kızıyım.” diyemedim, anlamamış gibi yaptım yine. "Teşekkür ederim, ben buraya geldim." dedi ve arabadan inip mezarlığa girdi. Oraya öylece bıraktım arabayı, peşinden ben de girdim mezarlığa. Abim tarif etmişti, dedemin mezarının iki yanında, zaten tahtada adı yazıyor diye; ama bulmam imkansızdı. Uzaktan amcamı takip ettim. Önce bir mezarın başında durdu, ellerini açıp dua etti. Eskiydi bu mezar, babamın olamazdı zaten. Sonra o mezarın iki yanındaki mezara gidip oturdu. Ne yapacağımı bilemedim bir an, herhangi bir mezarın başına geçip ellerimi açtım. Dua etmiyordum aslında, amcamı izliyordum sadece. Bir yandan da mezar başındaki tahtada yazan adı okumaya çalışıyordum. Elindeki poşetten küçük bir fidan çıkardı ayak ucuna ekmeye başladı. Bir ara bana dönüp baktı, başıyla selam verdi ya da rahmet diledi ölmüşüme, anlamadım. Ben de aynısını yaptım. Fidanı diktikten sonra küçük bir şişe su çıkartıp fidanı suladı, şalvarının cebinden tütün tabakasını çıkarttı, sigara sarıp yaktı. Bir süre bana baktı, ne yapıyorum, gidiyor muyum diye. Baktı ki ben de öylece duruyorum, umursamadan Kürtçe bir uzun havaya başladı. Olduğum yere oturup dinlemeye başladım. "Serê çiya di duman e bavê min..." dedemin türküsüydü bu. Hayatta söylediği tek türkü, tek uzun hava buydu, biliyorum. Düğünde de söylerdi, cenazede de. Dedemgilin eski evinde nenem öldüğünde, halam söylemişti bahçede. Herkes yaşıyordu o zaman tabii. Halalarım, amcalarım, babam, yengelerim. Herkes herkes vardı, bir tek dedem çok olmuştu öleli ve o zaman da nenem. Halam söylediğinde bu uzun havayı hepimiz ağlamıştık hatırlıyorum. En çok da babam. Zaten babamı ilk defa ağlarken görmüştüm. Sonrasında bir daha ağladı mı ya da ben gördüm mü bilmiyorum ama o fotoğraf çok net kafamda. Ahırın kapısının orada herkes bir taşa, bir yere çökmüş, halam:"Gelo çima em hawa ne megri megri" dedikçe, ağlıyoruz hepimiz.

Ve babamı görüyorum çok net. Hesaplaşmaya gelmiştim aslında. Mezarının ayak ucunda duracak:

-Pişman mısın?” diye soracaktım, “Bak sen öldün ama ben saçımın maşasını yarım bıraktırmadım, aynı gece kulübe gittim, iyi oldu mu?  Bana lanet okumana değdi mi yaşadığın hayat? Hiç mi özlemedin? Bir kere bile aklına gelmedim mi baba? Bak sen öldün, ben buradayım ve hiç ağlamadım arkandan. İyi mi oldu şimdi?”

diye hesap sormaya gelmiştim. Amcam hiç yoktu hesapta. "Gelo çima em hawa ne megri megri" dediği anda kendimi önünde durduğum mezara kapattım, bağıra bağıra ağladım. Bir amcam söylüyordu, bir halam; bir yanda babam ağlıyordu ahırın kapısının orada oturduğu taşın üstünde, bir yanda ben tanımadığım bu mezarın üstünde. "Keça min bes e" diye elini omuzuma attı amcam. Çoktan susmuş meğerse, kulaklarımda çınlarken o uzun hava. Ayağa kalktım ve sarıldım hasretle. Sanki babam gelmiş de "Keça min bes e" demiş gibi. "Tamam kızım yeter bu kadar" demiş de bütün küslük bitmiş gibi.

Söylediklerini anlamamış gibi yapmaya devam ettim ve hiç cevaplamadan arabaya doğru yürüdüm. Bir ara arkama dönüp mezarına baktım babamın. Hiç dile getirmeden, “Hoşça kal.” der gibi. Benimle birlikte amcam da bindi arabaya.

Hiç konuşmadım, o da hiçbir şey söylemedi.

Doğruca dedemgilin evinin önüne gelip arabanın kapı kilidini açtım, indi.

Eğildim eve baktım, boyası bile değişmemiş aynı şekilde duruyordu.

Hiç bir şey hissetmedim.

Gaza bastım.

Muhtarın evinin oradan sola dönerken dikiz aynasından amcama baktım, öylece duruyordu.

Yine hiç dile getirmeden “Hoşça kal.” amca dedim. Hoşça kal!

Gullüm: Gırgır, şamata.

Çark: Seks işçiliği yapmak amacı ile çıkılan cadde.

Manti: Genç erkek

Memleket ku derê yi?: Memleket neresi?

Keça te kî ye?: Kimin kızısın?

Sere çiya di duman e bavê min: Dağların başı dumanlıdır babam

Gelo çima em hawa ne megri megri: Acep biz neden bu haldeyiz

Keça min bes e: Yeter kızım

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. Yazının KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.


Etiketler: kadın, yaşam
İstihdam