21/12/2012 | Yazar: Koray Doğan Urbarlı

Sonucun ‘öyle ya da böyle’ istediği gibi olduğunu, olacağını biliyor aslında Erdoğan. ‘Muhalefet diye bir şey var, bağırıyorlar, çağırıyorlar ama 3 değil, 6 saatte de olsa istediğimizi çıkartıyoruz.’ o zaman muhalefet olmasın, yargıyı falan da boşverin demeye getiriyor.

İki yılı biraz aşan bir süredir Adalet ve Kalkınma Partisi’nin yargıya olan güveninin daha yüksek olduğu açık bir şekilde görülebiliyor. Bu en merkezi düzeyde kendini belli ettiği gibi, yerel düzeydeki AKP temsilcilerinin beyanatlarında ve davranışlarında da  çeşitli şekillerde ortaya çıkıyor. 

Fakat yine de görülüyor ki, bu yetmiyor. Yasama, yürütme ve yargı süreçleri her ne kadar iktidar partisinin doğrudan ve dolaylı kontrolü altında olsa da, artık bu süreçler içerisinde ortaya çıkabilecek pürüzleri, gecikmeleri de kabul etmek istemiyor iktidar partisi. Aslında burada bir kısa not düşmek gerekir. Ortada bir iktidar partisi yok. Ortada tek bir kişi ve o kişinin buyruklarına itiraz edemeyen bir kitle var. Ne zaman itiraz edecek gibi oluyorlar, bir toplantıda kulaklar çekiliyor, gerekli uyarılar yapılıyor. Sonra da ortadan kayboluveriyorlar. (Dokunulmazlıklar ve Diyarbakır Emniyet Müdürü’nün açıklamalarından sonra yaşananlara bakınız.)
 
Ne diyor yasama ve yürütmenin doğrudan, yargının ise dolaylı hakimi? “Sistem düzgün kurulmadığı için umulmadık yerde umulmadık şekilde bürokratik oligarşi karşınıza dikiliyor. Umulmadık yerde yargı ile karşı karşıya kalıyorsunuz. Yasama-yürütme-yargı bu ülkede öncelikle bu milletin menfaatini düşünmemiz lazım ardından da devletin menfaatini düşünmesi lazım.” 10 yıllık bir tek parti iktidarı sonunda hâlâ bürokrasiye tepki gösteriliyorsa burada bir durmak gerekmez mi? Tabii ki, bir de burada kastedilen milletin menfaati, Recep Tayyip Erdoğan’ın herkesten daha çok ve daha iyi düşünebildiği bir menfaat. Yoksa, birilerinin de aynı kavram adına, yani milletin menfaati adına bazı şeyleri durdurması, engellemesi, protesto edebilmesi mümkün ve ihtimal dahilinde. Fakat, Erdoğan’a göre bu mümkün değil. Yani düşünelim, yıllık 500 milyon dolar gelir elde eden yolları, 11.5 yıllık geliri karşılığında 25 yıl kiralamak milletin menfaatine değil diyemeyiz. Çünkü Erdoğan’a göre bu böyledir ve konu kapanmıştır. Erdoğan’ın “ol” dediğini, denetleyebilecek, engelleyebilecek bir kuvvet kalmadığı gibi, anında olmasının önündeki engeller de kalksın istiyor Başbakan.
 
Erdoğan aynı konuşmasında devam ediyor: “Dışarıdan bakanlarda zannediyor ki, ‘326 milletvekiliniz var yine bahane’ diyor. Ama kuvvetler ayrılığı denilen olay var ya o geliyor sizin önünüze bir engel olarak dikiliyor. Diyor ki ‘senin de bir oynama sahan var’ diyor. Şimdi Ana Muhalefet Partisi Genel Başkanı’nın tek sığındığı şey bu zaten. ‘yapın’ diyor, ‘Yaptınız da biz mi engel olduk’ diyor. Zaten yasama noktasında engel olabileceğin kadar engel oluyorsun, bağırıyorlar, çağırıyorlar, işte 3 saatte bitecekse, 6 saatte bitiyor ama er veya geç bitiyor.” Kuvvetler ayrılığı çıkıp Recep Tayyip Erdoğan ve 326 vekiline çıkıp “senin bir oynama sahan var” diyormuş. Dememeliymiş. Bütün sahalarda Erdoğan at koşturmalı, TBMM’de zaman harcamamalıymış! Erdoğan dokunulmazlıklar konusunda yargıyı göreve çağırdığında mesela, öyle yazışmadır, fezlekedir, elleri kaldır, indir falan uğraştırmamalı bürokratik oligarşi. O saat içinde hedef gösterilen milletvekilleri tutuklanmalı ve hapse atılmalı.
 
Sonucun “öyle ya da böyle” istediği gibi olduğunu, olacağını biliyor aslında Erdoğan. “Muhalefet diye bir şey var, bağırıyorlar, çağırıyorlar ama 3 değil, 6 saatte de olsa istediğimizi çıkartıyoruz.” o zaman muhalefet olmasın, yargıyı falan da boşverin demeye getiriyor. Aslında demeye falan da getirmeden apaçık şekilde ifade ediyor Başbakan. Nasıl olsa benim dediğim oluyor, şu pürüzleri de kaldırıverin bari önümden diyor.
 
Aslında dün ODTÜ’de yaşananları, şiddetin boyutunu da böyle yorumlamak mümkün. Nasıl ki, neredeyse tam hakim olduğu Yasama-Yürütme-Yargı üçlüsündeki pürüzler bile Başbakan’ın sinirlerini bozabiliyor ve mutlaklık istiyorsa, neredeyse tam hakim olduğu üniversitelerde protesto edilmek de sinirlerini bozuyor ve ellerinde kar topu olan öğrencilerin üzerine hemen hemen üç alay edecek kadar polis sürebiliyor. Geldiğimiz noktada Türkiye’de otoriterlik pürüz dahi kaldıramıyor.

Etiketler:
nefret