17/04/2017 | Yazar: Yıldız Tar

Asgari demokrasi ve insan hakları bile lüks görülürken sistem değişikliği hangi sorunu çözecek?

Son yıllarımızı belirleyen debdebeli seçimlerin sonuncusunu dün gerçekleştirdik. Teknik olarak bir anayasa değişikliği referandumu olsa da gerek propaganda süreci gerek ruh hali açısından oylama, sistem değişikliğinin yanı sıra başkanlık oylaması havasındaydı. 18 maddelik değişiklik en özet haliyle cumhurbaşkanlığı hükümet sistemini öngörüyor, başbakanlık kurumu kalkıyor.

Tarihin cilvesi olsa gerek, resmî olmayan sonuçlara göre evet’in kazanması evet kampanyasını yürütenlerden Başbakan Binali Yıldırım’ın Türkiye Cumhuriyeti’nin son başbakanı olması anlamına geliyor. Tabi 2019’da yapılacak cumhurbaşkanı seçimi öncesinde bir başbakan değişikliği daha yaşamazsak.

Oylamayı üç ayrı kanaldan takip etmeye çalıştım. CNN Türk, NTV ve Fox TV. Hepinizin bildiği üzere referanduma YSK’nın son dakikada aldığı mühürsüz oy pusulalarını geçerli sayma kararı damgasını vurdu. Seçimi şaibeli ve güvenilmez hale getiren bu karar en çok Fox TV ekranlarında tartışıldı. Hem spikerler İsmail Küçükkaya ve Fatih Portakal, hem stüdyo konukları hem de telefonla bağlanan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) yöneticileri YSK’nın kararını politik, hukuki ve etik bağlamda tartıştı. Ama sonuç değişmedi. YSK, bir gün önce dediğinin tersini uyguladı. Bu kararın gerekçesini kamuoyu ile paylaşmak yerine “Öyle gerekti” gibi bir iki cümle ile konuyu kapatmaya çalıştı. CHP ve Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) itirazları umuyoruz ki değerlendirilecek…

YSK, kanun çıkartma yetkisine sahip bir kurum değil. Görevi, seçime ilişkin kanunların uygulanmasını sağlamak. Pozisyon gereği tarafsız olması, kamuoyunu aydınlatması, hiçbir şüpheye yer vermeyecek şekilde seçim sürecini yürütmesi gerekiyor. Ancak dün yaşananların başrol oyuncusu olan YSK, sahneye çıkıp dramatik bir iki laf edip çekilmeyi tercih etti. Tirat ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’a nasip oldu…

Seçimler üzerindeki şaibenin kalkması için acilen yapılması gereken iki şey var. Birincisi, YSK’nın lütfedip neden böyle bir karar aldıklarını, “dışarıdan geldiği ispatlanmadığı sürece” mühürsüz pusula ve zarfları kabul ederken dışarıdan geldiğinin nasıl ispatlanabileceğini açıklaması gerekiyor. İkincisi, bu ülkenin en büyük dört partisinden ikisi olan CHP ve HDP’nin itirazlarını geciktirmeden değerlendirmesi… Şu haliyle, evet 51,18; hayır ise 48,82. Oylar birbirine bu kadar yakınken kimsenin şaibe iddialarını hasıraltı etme lüksü yok.

Referandumun ortaya çıkardığı bir diğer gerçek ise bu toplumun neredeyse yarısı (belki yarıdan fazlası, şaibe ortadan kalkmadıkça bilemiyoruz) anayasa değişikliğine onay vermiyor. Böylesi kapsamlı bir sistem değişikliği açısından yüzde 50+1 yeter çoğunluk sayılabilir mi? Ilımlı balkon konuşmaları ile tekne yürütülebilir mi? OHAL’in kalıcılaşmaya başlaması, estirilen korku fırtınaları, KHK’lar, ihraçlar, hak ihlalleri ile nereye kadar gidilecek? Asgari demokrasi ve insan hakları bile lüks görülürken sistem değişikliği hangi sorunu çözecek?

18 maddelik anayasa değişiklik paketinin büyük çoğunluğu genel seçim ve cumhurbaşkanlığı seçiminin aynı anda yapılacağı 3 Kasım 2019'da hayata geçecek. O vakte kadar Cumhurbaşkanı siyasi parti üyesi olabilecek. HSYK değişikliği yapılacak. Disiplin dışında askeri mahkeme kurulamayacak. Peki bu ne anlama geliyor? Önümüzdeki bir buçuk yıllık süreçte partili bir cumhurbaşkanı ve başbakana sahip olacağız. Geçiş dönemi nasıl olacak?

2019 sonrasında neler olacağı da meçhul. Gücün tek elde toplanmasının faturasını hep beraber ödemek zorunda kalacağız. Bu hep beraberlik meselesine geçmeden şu değişikliğin LGBTİ’lere olası etkilerine bakalım.

Türkiye’de yeni bir anayasa yapılması gerektiğine ve bu anayasanın nasıl olacağına ilişkin tartışmalar yıllardır sürüyor. LGBTİ hareketi de 2000’lerin başından beri anayasa tartışmalarında görüşlerini sunuyor, tartışmaların parçası olmaya çalışıyordu. Temel görüş açıktı: Anayasanın eşitlik ilkesine cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ibarelerinin eklenmesi ve ayrımcılığa karşı korunma. 10 yılı aşkın bir süredir yasalar önünde eşitlik talebi odadaki fil misali. Esasında herkes görüyor, biliyor. Ancak özellikle iktidar partisi ve anayasa kampanyasında müttefiki olan Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) bu talebi ya görmezden geliyor, ya da reddediyor. Hatta öyle ki bu tartışmalar bir dönem anayasa tartışmalarının bloke olmasına sebep oldu ve bu homofobik ve transfobik tutumlarını çok açıktan, meclis kürsüsünden ifade ettiler.

LGBTİ hakları ancak, asgari demokrasinin geliştiği insan haklarının sağlandığı bir ülkede karşılık bulabilir. Haliyle LGBTİ’lerin talepleri esasında asgari demokrasi talebi. Ne bir eksik ne bir fazla. (Maalesef!)

Kasım 2019’la birlikte doğrudan yürütmenin, dolaylı olarak da yargı ve yasamanın başına geçecek yeni cumhurbaşkanının kim olacağını bilemiyoruz. İki yıllık süreçte yaşananlar gösterecek bunu. Ancak şu haliyle devam ederse, en iyi ihtimalle “Biz eşcinsel aday göstermeyiz” diyen; en kötü ihtimalle ise ağızlarda sakıza dönmüş Lut kavmi benzetmelerini fütursuzca kullanabilen cumhurbaşkanlarımız olacak. Çoğulcu bir demokraside kendisine öyle ya da böyle patika yollar açabilen LGBTİ’ler için, yeni sistemde yasalar önünde eşitlik bağlamında hayat daha da zorlaşacak.

Peki bütün bu karamsar atmosfer aynı zamanda bir imkan da yaratabilir mi? Bütün mutsuzluğumla cevabım: Evet!

Sir Ian Mckellen ve Lord Michael Cashman’la röportajımda söz referanduma geldiğinde Mckellen şöyle demişti:

“Türkiye ile ilgili düşündüğümde önümüzdeki Pazar günü yaşanabilecekler konusunda endişeliyim. Ama bir yandan bunu buradaki herkes yaşayacak. Sadece eşcinselleri hedef alan bir mesele yok. Önümüzdeki Pazar gününden sonra Türkiye’deki eşcinsellerin hayatları daha kötüye gidebilir ama kendi kabuğuna çekilmeye gerek yok. Hayatı kötüye giden diğerlerini bulmak lazım belki de. Olası müttefikleri… Müttefiklere ihtiyacımız var.”

Dünden beri hayatı daha kötüye gidenler meselesi aklımda. Bu değişiklik ile birlikte hayatı daha kötüye gidenler sadece Hayır oyu verenler olmayacak. Demokrasi denen içi boşaltılmış kavrama yeniden mana kazandırmak ise sadece Hayır oyu verenlerin hayatlarını daha iyi hale getirmeyecek. Belki naif bir temenni benimki ama, hayatı daha kötüye gidenler bir araya geldiğinde devir bir kez daha dönecek. Dönmeli…


Etiketler:
İstihdam