15/04/2014 | Yazar: Yıldız Tar

Yıldız Tar Trans X galasını yazdı: Magazin muhabirliğine soyundum ve tüm dedikoduları sizler için derledim!

Efen’im malumunuz olduğu üzere dün trans aktivist Ebru Kırancı’nın hayatını anlatan Trans X filminin dünya prömiyerindeydik. Kırmızı halısı eksik, ama halının şaşaası ziyadesiyle yoğun bir gala geçirdik.
 
Nasıl yapsam, ne yazsam filme ilişkin derken magazin muhabiri kimliğimi içimde daha fazla tutmamaya karar verdim. Herkeslerin kıyafetlerini inceledim, ortamdaki dedikoduları topladım, kim kiminle nerede ne yapmış hepsini siz değerli kaosGL.org okurları için derledim anacım.
 
Her ne kadar üstad diyebileceğim Tuğrul Eryılmaz bir önceki gün düzenlediğimiz “Medyada LGBTİ’lere Dönük Nefret Söylemi” atölyesinde; ana akım medyada eşcinsellerin (bildiğimiz kadarıyla ana akımda trans gazeteci yok) magazin haberciliğine yönlendirildiğini söylese ve eleştirse de ben hiç ana akımda çalışmadığımdan alnımın akıyla magazin de yaparım ayol!
 
Obsesif birisi olarak 20.00’de başlayacak galaya 19.30’da gittiğimden başlarda epeyi bir sıkıldım. Yolda bir de ayağımı burkunca, karanlıklar kraliçesi enerjimle bir girişim vardı ki Atlas Sineması’na sormayın. Birden ışıklar kapandı, fonda Umay Umay çalmaya başladı: Dar sokak vurgunları, kaldırın düşenleri ağır ağır, düşmedim daha!
 
Neyse ki Avcılar Meis Sitesi’nden gacılar da benim gibi erkenciydi de sıkılmadık. Oya ve Hatıra’yla ayak üstü gullümümüzü çevirdik, laçoları kestik, son dedikoduları paylaştık. Biz konuşaduralım galaya lubunyalar akmaya başladı. Bir görseniz herkesler bir süslenmiş, bir süslenmiş… Biz biraz paçoz kaldık, paçozluğumuzdan olsa gerek birbirimizin yanından hiç ayrılmadık. Taze avukatımız Levent Pişkin ve karanlıklar kraliçeliğimin aynadaki aksi Karin Karakaşlı da gelince tam olduk. Oh değmeyin paçozluğumuza.
 
Gecenin assolisti Ebru; siyah, yarasa kollu elbisesi; bülbül yuvası saçıyla “Bülent Ersoy mu geldi ayol” dedirtti genç lubunyalara. Tabi ablam, “Travestiyiz, buradayız, alışın alışın gitmiyoruz” sloganları atınca körpe lubunyalar “Ne Bülent’i ayol, Ebru’ymuş” diye meseleyi çaktı. Anlık heyecan yatıştı. Çîrûsk da sarı saçlarıyla Seda Sayan etkisi yaratsa da, fiziğiyle Seda’ya taş çıkartıyordu.
 
Kürt ulusal kıyafetleriyle galaya giriş yapan Asya ise alkışlarla, zılgıtlarla karşılandı bittabi. Hêvî LGBTİ, ekip halinde galaya geldi; zılgıtlar İstiklal’i doldurdu. Ortama Newroz havası sindi. Ben de azıcık nasiplendim, iyi geldi. Hêvîcilerin bombası ise cumartesi günü Rojava eyleminde gözaltına alınan Rosi Da ve Malatya’dan kısa bir süreliğine İstanbul’a transfer Emir oldu. Rosi ve Emir belli ki Fındıkzade trans ekolünden geçmiş, perukları takıp çark niyetine sinemaya gelmişlerdi.
 
Ortalık Cannes festivalini aratmayacak tuvaletlerle kaplıyken sahneden minçom minçom geri çekildik Avcılar’dan gacılarla. Kalabalık arttıkça esnaf huzursuzlandı. “Halk plaja indi, vatandaş sahile inemiyor” deyü madileşmeye çalıştılar ki, kalabalığın madilik potansiyelinden ürktüler zaar mevzu uzamadı.
 
Saatlerce süren bekleyişin ardından salona akın etmeye başladık. (Film biraz geç başladı da, diyip madiliğimi yapayım) Tabi biz köylü lubunyalar ne bilelim davetiyelerde numara yazdığını. Oya, Hatıra, Levent, ben oturduk önümüze ilk çıkan yere. Ayrılmak da istemiyoruz haliyle. Derken Cihangir havası solumuş, 40’larında bir lubunya bütün edebiyle beni uyardı:
 
-Orası benim yerim, kalkar mısınız?
-Bir yanı boş ayol oturuver.
-Ne münasebet, sinema burası, böyle iş mi olur?
 
Sinirlerime hakim oldum, salonda olmamızdan mütevellit salon kadını çizgimi korudum. Elimdeki patlamış mısırları yere dökme pahasına kıçımı döndüm. Oya’yla sohbet ettim. Cihangir gey’i dostumuz da napsın, oturuverdi…
 
Derken film başladı. Tabi sloganlarla. Film Ebru’ya odaklanarak Avcılar’ı, Tarlabaşı’nı, Gezi’yi anlatıyor. Tabi biz filmden ziyade acaba nasıl çıktık derdindeyiz. Hatıra ve Oya her çıktığında bizdeki gullümü sormayın. Ayol beni de hep arkadan çekmişler, güzelliğim arkamda olduğundan zaar…
 
Filmin içeriğine dair çok yorum yapmayacağım, ister istemez ciddileşirim. Ama belge-filmlerde dış ses çok sevmediğimden bazı yerlerde “acaba şu dış-ses olmasaydı daha mı iyi olurdu” diye düşünmeden edemedim.
 
Ebru’nun Kastamonu’ya aile evine dönüşü ise tüm salonu duygulandırdı. İstemsiz empatilerle kendimizden geçtik, vecd halinde madi abiye küfürler savurduk. Tabi bir de cinayetler, saldırılar filan vardı ki sormayın…
 
İçeriğe girmeyeceğim diyorum ama demezsem çatlarım. Avcılar, Tarlabaşı, Gezi, Kastamonu, nefret saldırısı, cenaze sahnelerinin her biri ayrı birer film olabilirmiş ard arda eklemek yerine…

Neyse anacım bu kadar magazin yeter. Ben ciddiyetimi kuşanıp işime döneyim. Film ekibini emeklerinden ötürü kutlar, başarılar dilerim. Filmin kritiğini ise en kısa sürede yazarım siz kıymetli kaosGL.org okurlarına. Gullümünüz ve koliniz eksik olmasın, Yıldız kaçar!

Fotoğraflar: Ömer Tevfik Erten


Etiketler:
nefret