09/01/2017 | Yazar: M A

Türkiye LGBT+ hareketinin geleceği Türkiye’deki bütün özgürlük mücadelelerinin geleceğidir.

“Özgürlük her zaman farklı düşünenin özgürlüğüdür”

Rosa Luxemburg

Türkiye LGBT+ hareketi, en azından son 10 yıllık süreci düşünüldüğünde sürekli ivme kazanan ve politik muhalefet alanında kendine yer edinen bir toplumsal mücadele olarak değerlendirilebilir. Sosyalistler, anarşistler ve parlamenter sistem içinde mücadele veren CHP’li ve HDP’li partililer bu harekete ne oranda destek vermiş olurlarsa olsunlar bu hareketin kendini bir irade olarak ortaya koyması “heteroseksüel kapital” gücünün biriktiği bahsedilen örgütlenmeler tarafından değil bizzat LGBT+ aktivistlerinin ve LGBT+ “sınıfının” mücadelesinin birincil sonucudur. Söylemeye bile gerek yoktur ki benim için LGBT+ aktivisti sınıf bilincini kendinde inşa edebilmiş tarihin şimdiki öznesidir.

Aslında tam da burada Lucaks’ın burjuva toplumunda burjuvazinin ve işçinin katıksız sınıflar olduğunu tezine katılarak hareket ediyorum. (Lukács, 1971)  Evet kesinlikle sadece iki katıksız sınıf vardır ve naqueer olan şey burjuvaziye ait olan ve kapital ilişkisini yeniden üreten libidinal metalaşma sürecidir. LGBT+ hareketinin güçlenmesi ve kendini “politik” bir varlık olarak ortaya koyabilmesi bu açıdan diğer bütün politik hareketler için hayati bir önem taşımaktadır.

Arendt’in politik’i tanımlarken insanların çeşitliliğine hem bir arada hem de birbirleriyle olma haline yaptığı vurgu (Arendt & Ludz, 1993) bu açıdan düşünmeye değerdir. Çeşitlilik liberal bir çağrı olarak değil de insan olma halinin temel sorunsalı olarak ele alındığında LGBT+ hareketinin kendini renklerden biri olarak değil de bizzat sınıfın kendisi olan renk olarak ortaya koyabilmesi özgürleşme sorunsalı açısından kıymetlidir.

2016 Haziran ayında Onur Yürüyüşü’nün yasaklanmasıyla birlikte uzun zamandır güçlenmekte olan bir hareketin diğer tüm toplumsal hareketler gibi zayıfladığını ve temel taleplerini söyleyemez hale geldiğini görmekteyiz. Bu sadece LGBT+ hareketini değil diğer bütün “politik” hareketleri tedirgin etmelidir çünkü bu yüzyılda LGBT+ hareketinin gerilediği bir toplumun yine Arendt’in tanımladığı anlamda totaliter rejimlere dönüşmesinin önüne geçilmesi neredeyse imkânsızdır.

LGBT+ aktivistlerinin söz üretemediği bir toplumda cinsiyetçilik, ırkçılık, antisemitizm, türcülük gibi baskı biçimleriyle mücadele etmenin imkânları daralır ve muhafazakârlaşma daha güçlü olarak kendini hissettirmeye başlar.

En kaba anlamıyla diğer bütün hareketler üreme ve aile kurma fenomeni konusunda bir çekince taşımadıkları için ki bu benim heteroseksüel kapital olarak adlandırmayı tercih ettiğim şey, herhangi bir bastırılma ve yok edilme durumunda bir şekilde kendilerini sürdürebilme gücünü bulabilirler oysa LGBT+ hareketi için böylesi bir ivme gerilemesi diğer hareketlere oranla çok büyük bir yıkım ile sonuçlanabilir.

“Sizden sonra gelecek kuşak” söylemi Ortodoks Marksist anlamıyla sınıf mücadelesine veya ezilen ulus mücadelelerine son derece kolay eklemlenme şansına sahiptir ancak LGBT+ hareketinin böyle bir politik söylemi yoktur ve yapısı, ’doğası’’, gereği olamaz hatta LGBT+ aktivistler kendi politik mücadelelerini sadece 1-2 yıllık süreçler içerisinde bile genç LGBT+’lara aktarmak için çaba göstermezlerse sanki hiç var olmamışçasına unutulacaklar veya en fazla yıllar sonra öteki çalışmayı çok seven sosyal bilimcilerin bir nostaljik tarih çalışması olarak hatırlanabileceklerdir.

Bu sürecin böyle işleyebilecek olması hem ekonomik hem de kültürel kapitalin heteroseksüel bireyler için “yeni nesillere” uzun süreli politik sessizliklerden sonra bile aktarımının sürdürülebilir olmasından kaynaklanmaktadır.

Türkiye’deki LGBT+ bireyler öteki olma deneyimlerini çoğu zaman,  üniversite yıllarına kadar herhangi bir kişi, kurum veya oluşum ile paylaşma şansına sahip olamamaktadır. Burada bahsedilen LGBT+’lar belli bir sosyo ekonomik güce görece sahip olabilenlerdir. Genç yaşta trans geçiş sürecine başlaması gereken transların çok büyük bir kısmının bu sosyo ekonomik destekten mahrum kaldığı unutulmamalıdır.

Ezilen bir ulusun veya bir işçi ailenin çocuğunun ilk şiddet anında yine çoğu zaman sığınabileceği bir ailesi, aile üyesi, bir yakını vardır oysa LGBT+ gençler böylesi güçlü bir kapital desteğinden yani aileden yoksundurlar. LGBT+ gençler ya bütün yaşam alanlarında sosyal tanınma ve kabul edilme açısından kendilerini inkâr edecekler veya açılarak hiçbir şekilde kendisine ekonomik, maddi destek vermeyen aile ve toplum ile karşı karşıya kalacaktır.

Christine Delphy gibi radikal feministlerin kapitalizmden çok erkekliğe vurgu yapmaları boşuna değildir ancak radikal feminist teoriyi bir adım daha queer söyleme yaklaştırırsak göreceğimiz şey heteroseksüelliğin erkek ve kadın halleri olarak kapitalizmden daha çok işlediği ve güç ilişkisi ürettiği olacaktır. En büyük sermaye bu açıdan heteroseksüelliktir.

Huzurlu bir şekilde ailesine açılan ve ekonomik, manevi desteğini kaybetmeyen LGBT+ gençlerin durumu çok nadir pozitif hikayeler olmakla birlikte toplumun bu kadar homofobi ve transfobi ile yüklendiği bir dönemde sıfır aile şiddeti gerçekçi olamayacak bir beklentidir.

Modern devlete atfedilen görevler açısından duruma göz attığımız zaman Türkiye’de LGBT+’ların iş hayatında uğrayabilecekleri ayrımcılığa karşı Türkiye’de herhangi bir yasa yoktur. Genç transların kolaylıkla ulaşabileceği transları destekleyecek merkezler ve gerekli düzeyde sağlık hakkına ulaşım yoktur. Yine evlilik hakkı ve evlat edinme gibi kişilerin hayatlarını kolaylaştıran ve güvende hissetmelerini sağlayan haklar yoktur.

Yukarıda saydığımız bütün yoksunluklar Bourdieu’nün tanımladığı anlamıyla sınıfın ete ve kemiğe adeta yapıştığı gerçeğini bizlere hatırlatır gibidir. Ortodoks Marksist anlamıyla heteroseksüel işçinin devlet veya sermaye ile karşı karşıya gelmesi LGBT+’ların aile ile karşı karşıya gelmesinden görece çok daha kolay gerçekleştirilebilir bir mücadeledir çünkü hem tarihsel hem de güncel olarak devlet ve kapitalizm aile kurumunun “çocuklarıdırlar” ve onlara karşı durmak görece daha güvenlidir.

Sonuç olarak Türkiye’de LGBT+ bireylerin ailelerine ve topluma açılabilmeleri zorlaştıkça ve hukuk düzeyinde temel hakların kazanılması için çabalanmadıkça totaliter bir rejimin nefesini ensemizde çok daha fazla hissedeceğiz.

Türkiye LGBT+ hareketinin geleceği Türkiye’deki bütün özgürlük mücadelelerinin geleceğidir ve onun ivme kaybetmesi ön görülemez libidinal şiddetlerin daha fazla yükselmesi ve mutlak heteroseksüel olan heteroseksüel rejimin güçlenmesi anlamına gelecektir.

Referanslar:

Arendt, H., & Ludz, U. (1993). Was ist Politik?: Fragmente aus dem Nachlass. München: Piper.

Lukács, G. (1971). History and class consciousness: studies in Marxist dialectics. Cambridge, MA: MIT Press.


Etiketler:
nefret