08/01/2015 | Yazar: Yıldız Tar

Ama tüm bu muğlaklık içinde istisnasız her birimizin bildiği bir şey var ki; devlet cezaevi açıyorsa içini çok kısa sürede doldurur!

Her şeyin üzerinde esrarlı bir perde örtülmüş gibi adeta. Ama tüm bu muğlaklık içinde istisnasız her birimizin bildiği bir şey var ki; devlet cezaevi açıyorsa içini çok kısa sürede doldurur! Pembe cezaevlerinin de yeni tutuklamalar anlamına gelmesi mümkün.
 
AKP Hükümeti bir süredir LGBTİ’lere ilişkin yeni bir açılımda bulunacağını müjdeliyor. Hükümet olmanın doğası gereği, uygulamalarını da bir güzel ambalaja sarıyor ki sormayın! Alicenap hükümetimizin, nefret suçları yasalarında, Anayasa’da görmeyi tercih etmediği; bırakınız ayrımcılıkla mücadeleyi ayrımcılığı körüklediği ortadayken yeni paketlerinin de cezaevleri üzerine olması şaşırtmadı.
 
Adalet Bakanlığı, cezaevlerinde yaşanan cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ayrımcılığına ilişkin adım attığı iddiasıyla İzmir’de LGBTİ’lere özel bir cezaevi inşa etmeye başladı. Tahminen 2 yıl içerisinde kamuoyunda “pembe cezaevi” olarak da bilinen yeni bir cezaevimiz olacak. Mimaride büyüklük saplantısını bir türlü aşamayan, içinde bir dirhem dahi olsa adalet bulunmayan kocaman adalet sarayları inşa etmekle övünen hükümetin; pembe cezaevini de küçük yapması beklenemezdi. Halihazırda var olan LGBTİ tutsakların sayısından çok daha fazla kapasiteli bir cezaevi inşası birtakım soruları da düşünmek zorunda bırakıyor.
 
İlk olarak bakmamız gereken hükümetin iddiaları. Son zamanlarda cezaevlerinde özellikle trans tutsaklara dönük baskı, cinsel taciz ve tecavüz inanılmaz artmış durumda. Trans tutsak Avşa’nın birçok cezaevinde tecavüze uğradıktan, şikayetçi olduğu zaman ise sürgün uygulaması ile karşılaştıktan sonra başlattığı açlık grevi ile kamuoyu da cezaevlerindeki trans tutsaklar meselesine ilgi göstermeye başladı. Nihayetinde Avşa koşulların iyileştirileceği sözünün ardından açlık grevini bitirdi.
 
Avşa’nın hikayesinde ve diğer birçok trans kadının durumunda yaşananlar tahmin edilemez değil. Trans kadınlara genel yaklaşımın ne olduğunu düşündüğümüzde; cezaevinde de gerek transfobi ve nefret saldırılarının gerekse de cinsel saldırıların yoğun olması beklenebilir bir durum. Ancak bu saldırıların faillerinin kim olduğu sorusunu cevaplamak gerekiyor. Prosedür gereği trans kadınlar cinsiyet geçiş sürecini tamamlayıp pembe kimliklerini edinmedikleri durumda cezaevlerinde tecrit uygulamasına maruz kalıyor. Erkek ya da kadın koğuşlarında kalmayıp, tek kişilik hücrelere hapsediliyorlar. Bu uygulama bir yanıyla koğuşlarda yaşanabilecek olası tecavüz ve saldırıların önüne geçse de; diğer yanıyla trans kadınları devlet kaynaklı şiddete açık hale getiriyor. Öyle ki, cezaevlerinde şu ana kadar yaşanan bütün saldırılar ve tecavüzler cezaevi personeli tarafından gerçekleştirildi. Çoğu zaman tek kişilik hücrede sesini herhangi birine duyurması mümkün olmayan trans kadınlar cinsel saldırıya çok açık bir hale geliyor.
 
Pembe cezaevi uygulaması da işte bu koşullar altında ortaya atılan dahiyane (!) bir fikir! Madem tecavüzler oluyor, o zaman bütün LGBT’leri bir cezaevine toplayalım! Birçok trans kadının kendi güvenliklerinden dolayı koğuşlarda kalamadığı bir gerçek. Ancak bunun karşılığı Türkiye’nin her yerinden tutsakları bir şehirde toplamak olamaz. Şiddetin kaynağı olan cezaevi personellerine dönük bir çalışma yapılmadığı sürece de bu şiddet durmaz. Pembe cezaevi projesi şiddetin kaynağında duran devletin, kendi şiddetiyle mücadele ettiği iddiasıyla ayrımcılığı kurumsallaştırmasından başka bir anlam taşımıyor. Devlet kaynaklı şiddete karşı mücadelede yapılması gereken halihazırda var olan trans tutsaklar ile LGBTİ örgütlerinin ve insan hakları kuruluşlarının görüşmesinin önündeki engellerin kaldırılması ve cezaevleri yönetimlerinin homofobi ve transfobi konusunda eğitim alması için adım atılması olmalıdır. Tabi amaç şiddete ve cinsel saldırılara karşı mücadele etmekse…
 
Bu coğrafyanın çocukları olarak çoğu zaman kaygan zeminlerde yaşamaya ve muğlak ruh hallerine mahkum ediliyoruz. Her şeyin üzerinde esrarlı bir perde örtülmüş gibi adeta. Ama tüm bu muğlaklık içinde istisnasız her birimizin bildiği bir şey var ki; devlet cezaevi açıyorsa içini çok kısa sürede doldurur! Pembe cezaevlerinin de yeni tutuklamalar anlamına gelmesi mümkün.
 
Cezaevlerindeki birçok eşcinsel tutsağın cinsel yönelimini onlar açıklamadığı sürece bilemiyoruz. Bu açılmama kararına saygı duymak dışında da bir yorum yapamayız. O sebepten cezaevlerine dair bilgilerimizin çoğu trans tutsaklara ilişkin. Trans kadınların küçümsenmeyecek bir çoğunluğu ise Kabahatler Kanunu bahane edilerek kesilen para cezaları ile başlayan ve polise mukavemet ile sonuçlanan bir dizi uygulama neticesinde hapsedilmiş durumda. Haliyle pembe cezaevlerini sokaklarda estirilen devlet terörünün artacağı şeklinde yorumlamamak elde değil. Hele bir de yeni güvenlik paketleri ile polisin yetkilerinin inanılmaz arttığını, bilye ve sapan gibi nesnelerin ateşli silahlarla eşit muamele gördüğü, sokağın güvenlik konseptiyle yeniden dizayn edildiği gerçeğini düşünürsek; sokaklarda trans kadınlara dönük yeni bir şiddet dalgası ile karşılaşma ihtimali daha da çok artıyor.
 
Bir diğer ihtimal ise bugüne kadar örgütlenme özgürlüğü sürekli tehdit altında olan, çeşitli kapatılma davaları ile boğuşan, maliyenin özel muameleleri sonucu diğer derneklerin aksine senede 4-5 kere denetimlerle uğraşan LGBTİ derneklerine dönük doğrudan bir saldırı ihtimali. AKP’nin gittikçe otoriterleşen ve mutlak iktidar peşinde koşan tarzını düşünürsek bu ihtimal de çok gerçekdışı değil. Henüz kesin bir şey söylemek için erkense de; bu pembe cezaevi projesini Gezi’nin altın çocukları LGBTİ’lere dönük bir intikam konsepti içerisinde de değerlendirmek mümkün.
 

Pembe cezaevleri denildiğinde akla ilk gelen uygulamalardan birisi ise Nazi Almanyası’nın pembe üçgenleri. Hitler rejiminin soykırım uygulamalarının kurbanlarından olan eşcinseller o dönem diğer tutsaklardan ayrı tutmak için pembe üçgenlerle damgalandı. Yahudiler ve Romanlar gibi eşcinseller de toplu şekilde katledildi, işkenceden geçirildi. Pembe üçgenler ise LGBTİ topluluğunun hafızasına ayrımcılığın en katı hali ve katliamlarla birlikte kazındı. Sene 2015’e gelindiğinde ise bu sefer pembe cezaevleri ile bu tarih dolaylı yoldan da olsa geri çağrılıyor. Deyim yerindeyse devlet sopasını gösteriyor. Cezaevlerinin fiili sonuçları ne olursa olsun, LGBTİ’ler ehlileştirilmeye, sistemle uyumlu davranmaya çağrılıyor. Bu noktada ise LGBTİ’lerin direnişinde yalnız kalmaması ayrı bir önem taşıyor.

*Bu yazı ilk olarak Atılım Gazetesi ve Etkin Haber Ajansı websitesinde yayınlanmıştır.


Etiketler:
nefret