16/11/2017 | Yazar: M A

Mektubun politik olarak bu zor zamanlarda bize bir sığınak olabileceğini bilerek ona bir yöntem olarak daha çok başvuralım.

“Özel yaşamın düştüğü durumu, sahnesine bakarak anlayabiliriz. Sözcüğün alışılmış anlamıyla barınak, artık imkânsızdır. İçinde büyüdüğümüz geleneksel evler çekilmezleşmiştir. Orada yaşanan her konforun bedeli bilgiye ihanettir bugün, en küçük sığınma duygusuna bile aile çıkarlarının küflü kokusu karışmaktadır.” (Adorno,Minima Moralia, Evsizlere Sığınak 18)

Yazılanın içeriği bazı çok özel dönemlerde yazma eyleminin kendisinden ahlaki değer açısından bir adım geride kalabilir. Anlaşılması çok zor olan ve kör bir cesaret ile melankoli arasında salınan bu dönemler politik ve elbette kültürel açıdan evin neresi olduğu sorusunun sık sık sorulduğu bir çeşit “tutulma” zamanlarıdır.

Politik, etik ve duygusal “sığınak” arayışlarının hepimizin içini kavurduğu şu süreçte bu yazıyı bizzat kendisinin değeri için yazdığımı söylemek isterim. Yazabildiğimizi hatırlamak için yazmak. Dostlarımızın, arkadaşlarımızın bizi okuyup bize cevap vereceği ihtimali için yazmak. Melankolisini reddetmeyen ama onu umuda doğru sağaltan bir “ev” için yazmak…

Bugün Türkiye’de yaşamakta olan ve devlet tarafından dili, dini, kültürü, politik görüşü, yaşam tarzı, cinsel yönelimi ve cinsiyet kimliği farklı addedilen herkesin ve her kesimin, kelimeleri farklı olsa da konuştuğu tek bir şey var o da evde olup olmamak. Hepimizin yazıp çizdiği, eğip büktüğü, bazen karın ağrısına dönüştürdüğü tek mesele zaten hiçbir zaman olması gerektiği gibi bize ev hissi vermeyen Türkiye’nin artık iyice ev olmaktan çıkması ve bize bir hapishane hissi vermeye başlamasıdır.

Evet, herkes gitmekten bahsediyor lakin ne giden gidebilmiş olabiliyor ne de ardında bıraktıkları kalabilmiş oluyor. Kimisi kendisi için nefes alınacak ve görece daha az göçmen düşmanı bir yer olduğunu düşünerek Almanya’yı tercih ediyor. Kimisi Amerika’nın her şeye rağmen ötekilere daha çok alan açan bir yer olduğunu düşünerek orada uygun bir şehir arıyor. Kimisi Portekiz vatandaşlığı almanın derdindeyken kimisi de Kuzey ülkelerinin huzur tasvirine kendini kaptırıyor. Burada bir ermeni arkadaşımın deneyiminden veya LGBT+ aktivisti bir arkadaşımın fikrinden özel olarak bahsetmeyi lüzumsuz buluyorum. Kültürel ve entelektüel “mozaik” hikâyesinden fazlasıyla sıkıldığım gibi yeni yeni filizlenmekte olan söküp atılmış ve sürgün edilmiş “mozaik” hikâyesine de yol vermek istemiyorum.

Politik açıdan umutlu ama huzursuz bir melankoliyi, umutsuz ama huzurlu bir melankoliye tercih edeceğim için, yani neşemi korumakta ısrar ettiğim için bunu böyle yapmak istemiyorum. Bu açıdan ‘’mektup’’ bir sığınak ve yeni bir ev ihtimali olarak düşünülebilir. Bunca şiddetin ve baskının ortasında ve hayatın her alanına nüfus eden hoyratlık karşısında politik bir direniş yöntemi olarak açık veya kapalı mektuplar biz evsizlere sığınak olabilir.

Peki, mektuba bu sığınaklık hissini veren nedir? Elbette karşıdakini tanıyıp ona bir diyalog imkânı vermesidir. İktidarlar mektup yazmazlar onlar daha çok resmi gazetelerde yeni çıkan yasaları yayınlarlar veya sözcüleri aracılığıyla halka seslenirler. Yani iktidarların iletişim olarak gördüğü şey dinleyicinin edilgenleştirilmesinden başka bir şey değildir. Oysa mektup yazanın öncelikle kendini kendi için politik olarak tanıdığını gösteren bir nişanedir. Daha sonrasında karşısındakini tanıyarak onun da söyleyeceklerine arzusu dâhilinde alan açan bir mekândır.

Son zamanlarda tek tek kişilere gönderdiğim veya kendime saklamak için yazdığım mektupların sayısı hayli artı. Bunun elbette hem olumlu hem de olumsuz tarafları var lakin yazının başında söylediğim yazmanın yazılanın içeriğinden ahlaki değer olarak öne geçtiği dönemlerde mektup yazmanın kendindeki değerini en iyi gösteren politik ifade biçimlerinden biridir.

Söylemek isterim: Buradayız ve gitmedik. Şimdilik gitmeyi düşünmüyoruz ama belki gideriz. Gitmiyoruz diyecek kadar her zaman güçlü olmak zorunda değiliz. Gittiğimizde de tam olarak hiçbir zaman gitmemiş olacağımıza ve yakanızdan düşmeyeceğimize göre asla yenilmiş hissetmeyiz.

Mektubun politik olarak bu zor zamanlarda bize bir sığınak olabileceğini bilerek ona bir yöntem olarak daha çok başvuralım. Okuyalım, yazalım ve totaliter rejimlerin ürettiği ölümcül sessizliğe karşı duralım ve elbette umudumuzu güçlü tutalım. Ne demiş Dumbuldore: “Mutluluk en karanlık zamanlarda bile bulunabilir. Yeter ki birisi ışığı yakmayı hatırlasın.”

Işığı yakmayı hatırlayın ve mektup yazın!

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. Yazının KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.


Etiketler:
İstihdam