30/12/2011 | Yazar: Kaos GL

Evlilik eşitliğinden sorma söyleme politikasının sonuna, eşcinseller olağanüstü bir yıl geçirdi.

ABD’li Eşcinseller İçin 2011 Güzel Bir Yıl Oldu Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Evlilik eşitliğinden sorma söyleme politikasının sonuna, eşcinseller olağanüstü bir yıl geçirdi.

 
Out dergisinin yazı işleri müdürü Aaron Hicklin gey kültürünün sonunun gelmesini iple çekiyor.
 
“O 6 yaşındaki çocuk eşcinsel ya da heteroseksüel olabilir. Ne olursa olsun, umalım ki hiçbir zaman aradaki farkı vurgulamaya gerek duymayacak bir şekilde büyür. O zaman gerçekten post-gey hakkında konuşabiliriz.”
 
kaosgl.org için Ömer Akpınar çevirdi
 
2011’de Amerika’da ilginç bir şey oldu. ABD’nin politik kurumları çıkmaza girmişken ve Cumhuriyetçiler göçten sendikalara ilişkin kısıtlamalara pek çok konuda Çay Partisi mandarinlerine boyun eğerken, Amerika’da insan haklarının bir kısmı dönüm noktası yaşadı. ABD’de eşcinsel haklarının kamuoyunu kutuplaştırmasının üzerinden geçen onlarca yılın ardından, eşcinsel olduklarını saklamayan erkek ve kadınların orduda hizmet vermesini yasaklayan 20 yıllık yasanın Eylül ayında kaldırılmasına insanlar pek de ses etmedi. Açılma sonrası eşcinsel askerlerin YouTube’da binlerce videosu dolaşıma girdi, bu da internetin eşcinsel görünürlüğünü nasıl değiştirdiğini gösteren örneklerden bir tanesi. 2 aydan az bir süre önce, New York hemcinsler arası evliliğe izin veren altıncı ve en büyük eyalet oldu. New York’ta, 2001’de eşcinsel evliliği yasallaştıran ilk ülke olan Hollanda’dan daha fazla kişinin yaşadığı düşünülürse meselenin boyutu daha iyi anlaşılabilir.
 
Evlilik eşitliği mücadelesi Amerika’da insanları ayıran en sert meselelerden biri olageldi. Ne var ki eşcinsel hakları savunucularının çeşitli yenilgilerinin ardından, akıntı eşcinsellerin yönünde geri döndürülemez biçimde değişiyor sanki. Ulusal çapta yürütülen çeşitli anketler gösterdi ki eşcinsel birlikteliklere olan destek karşı çıkanlara oranla konuya ilişkin anketlerin başladığı 1980’lerden bu yana ilk kez ağır bastı. 3 yıl öncesine kadar Kaliforniya’da halk oylamasında eşcinsel evliliğe karşı bir kararın çıkmasından sonra dramatik bir değişim bu. 2004 seçiminde, Karl Rove’un yoğun desteğiyle birlikte en az 11 eyalet eşcinsel evliliği yasaklayan halk oylamalarına gitti. Oy sandıklarında Cumhuriyetçilere yardım eden sinik bir “oylamadan çıkın” hilesiydi bu. 
Evlilik eşitliğinin zehirli bir pembe kadeh olduğuna dair algı 2008 seçimlerine kadar devam etti. Süreçte Obama da Bill Clinton’dan gelen konudan uzak durması gerektiği uyarılarına riayet ederek eşcinsel evliliği desteklemediğini açıklama konusunda dikkatli davranmıştı. Ne var ki Cumhuriyetçilerin başkanlık adaylarının ayaktakımı arasında bu yılki tartışmalar her zamanki eşcinsel evliliği kınayan retorikten görünür biçimde uzaktı. İkinci dönemde de başkanlık koltuğunda kalıp kalmayacağı belirsiz olan Obama bile eşcinsel evliliğin yasal olduğu eyaletlerde bile eşcinsel evliliklerin federal düzeyde tanınmasını engelleyen Evliliğin Korunması Yasası’nın kaldırılmasını olumlu bulduğunu açıkladı.
 
Bu kısacık zaman diliminde ne değişti peki? Büyük kısmı AIDS’in etkileriyle hızlanan davranışların dönüşümü pek çok biçimde devam ediyordu, bu da eşcinsel kimliği topluluk ve ilişkiler etrafında şekillendirdi. Glee ve Modern Family gibi TV şovlarında, eşcinseller artık espri malzemesi ya da vurucu nokta değil, onların ilişkileri de heteroseksüel akranlarınınki gibi eşit saygıyla karşılanıyor. Eşcinseller de el ele tutuşuyor, öpüşüyorlar, hatta aynı yatağı paylaşıyorlar. Ölüm ilanı yazanların modası geçmiş örtmecesini kullanarak eşcinsel karakterlerin müzmin bekar kokusu taşıdığı, yürüyen ilişkilerde nadiren gösterildiği, daha da az biçimde aşık olduğu 90’ların Will & Grace gibi şovlarından sonra bir kuantum sıçraması bu!
 
Günümüzde genç eşcinsel ve kadınlara evlenip çocuk yetiştirebilecekleri fikri artık tuhaf ya da tartışmalı gelmiyor. Bu bir aksiyom gibi onlar için, zaten her şey apaçık. New York ve Massachusetts gibi eyaletlerde eşcinsel çiftlerin evlendiklerini görüyorlar. Popüler bir televizyon aktörü Neil Patrick Harris’i kırmızı halıda partneri David Burtka ve iki çocuklarıyla birlikte görüyorlar. Heteroseksüel arkadaşlarıyla birlikte Lady Gaga’nın eşcinsel marşlarını dinliyorlar ve True Blood gibi eşcinselleri de içeren şovları izliyorlar. Hepsinden öte, Twitter ve Facebook’ta oldukça çeşitli bir arkadaş grubuyla iletişim halindeler, eşcinsel ve heteroseksüel gençler ortak ilgi alanları üzerinden birlikte eğleniyorlar.
 
Saklandığım yerden çıkıp diğer eşcinsellerle sosyalleşmeyi ilk kez öğrendiğim Edinburgh’daki penceresiz ve kapısında bir gözetleme deliği olan gey bardan yana büyük bir değişim. 1993 yılıydı ve Chapps adındaki bu karanlık ve dumanlı bar, etrafta yapılacak başka pek bir şey olmasa bile demode olmaya başlamıştı. Gözetleme deliği ve müşterilerin kabul edilmeden önce çaldığı zil gitti. Yerine yazın katlanıp açılan yerden tavana kadar pencereler, kapuçino ve yeni bir isim aldı: Café Kudos.
Geriye dönüp baktığınızda metamorfozun ne kadar dramatik olduğu oldukça açık, poppers’tan panini ekmeğine eşcinsel kültüründe daha geniş bir geçiş yaşandı. Yorumcu Andrew Sullivan’a inanmak isterseniz bu durum eşcinsel kültürünün sonuna giden “insafsız bir evrim”. 2005’te The New Republic’te eşcinsel ve heteroseksüel erkekler arasındaki farkların giderek azalmasını heyecanla karşılarken Sullivan çok aşırı iyimser olmuş olabilir; ama kendisi eşcinsel kimliğinin anaakımlaşarak asimile olduğunu ilk dile getirendi. Bir yıl sonra Out’un editörü olduğumda, henüz post-gey olmasa da o yolda ilerleyen bir dünyada bir gey dergisinin ne işe yarayacağını sormak uygun gelmişti.
 
Avrupa’da birbirleri ardına eşcinsellere eşit haklar tanıyan ülkelerle birlikte eski önyargıların pek çoğu hızla yok oluyor. 2001’de Berlin ve Paris’te eşcinsel valiler yemin etti, 1997’de Chris Smith Kültür, Medya ve Spor Bakanı olarak atanmasının ardından Britanya’nın ilk açık eşcinsel kabine bakanı oldu. Alan Hollinghurst BBC tarafından televizyona da uyarlanan özür dilemeyen bir eşcinsel varoluş romanı olan The Line of Beauty ile 2004 Booker Ödülü’nü kazandı. Aynı zamanda milyonlarda insan her hafta eşcinsel sterotiplerini onları bir şekilde kuvvetlendirmeden kullanan Little Britain ve The Catherine Tate Show’u izliyordu. Yine de bu Avrupa. Amerika ayrı bir mesele. Birkaç ay sonra New York’a geldiğimde ülke Wyoming’deki tüyler ürperten cinayetle sarsılmıştı. 21 yaşındaki öğrenci Matthew Shepard iki erkek tarafından kuytu bir alana çekilerek silahlarla dövülmüş ve işkence görmüştü. Hayatı için yalvarırken, bir çite bağlanıp ölüme terk edilmişti. Bu 1998’de oldu ve tıpkı bir yüzyıl öncesinde Oscar Wilde’a İngiltere’de dava açılması gibi bu da maruz kalabileceğimiz nefretin akıl ermez derinliklerinin sembolü olarak eşcinsel bilincinde yerini kazıdı. Bu aynı zamanda post-gey kültürü tartışmalarının hassasiyetten uzak ve kaba görülmesine neden oldu.
O zamandan beri hedef seçilmekten ve zorbalıktan ötürü pek çok eşcinsel gencin intiharı New York ve San Francisco gibi kozmopolitan köpüklerde yaşayan pek çoğumuza eşcinsel bir genç olmanın hâlâ anlaşılamayacak ölçüde yalnız olabileceğini hatırlattı. İnsanların artık daha erken yaşlarda açılmakta özgür olduğuna dair yaygın kanı geçen yıl yapılan büyük bir çalışmayla tartışılır hale geldi. LGBT Bireyler için Yüksek Eğitim 2010 Raporu gösteriyor ki bazı öğrenciler, eşcinsel olmalarından ötürü misillemeye uğrayacakları korkusuyla oldukça bilinçli bir biçimde gizli kalmayı seçiyor. Rapora görüş bildiren öğrencilerden biri kendi kampüsünde yapılan öğrenci seçimlerinde bir öğrencinin yalnızca coşkulu bir “Yakalım!” cevabını almak için “Ya homoseksüelleri kabul edeceğiz ya da onları yakacağız – benimle misiniz?” dediğinde nasıl afalladığını anımsıyor. 
 
Tüm bu şiddet içeren retorikle beraber Uganda’da eşcinsel karşıtı politikalarıyla cadı avına soyunan yöneticilerin Amerika’daki gizli kapaklı Evangelik örgüt The Family’yle bağlantılı olduklarını bilmek aslında pek de şaşırtıcı değil. Neticede Amerika diğer batı demokrasileri gibi değil. Bazı yerleri oldukça dindar ve ülke öylesine büyük ki liberal görüşler Londra, Paris ya da Berlin’in aksine New York ve Los Angeles’tan çevresine yayılamıyor. Aksine, doğu ve batı kıyılarının zayıf karakterli liberalizmine duyulan antipati homofobinin alevini körüklüyor. 1960’lardaki vatandaşlık hakları mücadelesinde olduğu gibi, eyaletler eşcinsel vatandaşlarına daha fazla eşitlik tanıdıkça karşı çıkanların tepkileri de daha agresif oluyor. Hala pek çok şehirde basit bir el ele tutuşma bile dayak yemeye ya da daha fazlasına bir davetiye çıkarmak anlamına geliyor. Her ne kadar internet genç eşcinsel erkek ve kadınlara daha önceden hiç olmadığı kadar birbirini bulma şansı tanıyıp tek bir tıkla onay ve destek bulma imkanı sağlasa da, aynı internet taciz ve zorbalığın farklı türlerinin geliştiği yer oldu.
Yine de daha fazla eşcinsel açıldıkça onların arkadaşları, aileleri ve tanıdıklarının eşcinsellerin temel haklarının önünde durması zorlaştı. Evlilik eşitliği için yürütülen kampanyanın Eylül ayında alışık olmadığımız bir kanattan gelen bir destekçisi vardı. Kızı bir lezbiyen olan eski başkan yardımcısı Dick Cheney gündüz saatinde yayınlanan popüler bir şova çıkarak eşcinsel birlikteliklere olan desteğini açıkladı ve finali şu sözlerle yaptı: “Özgürlük herkes için özgürlük demektir.”
Görünürlük değişime yol açıyor. Reality şovlar, tüm sorgulanabilir etik anlayışlarına karşı, gerçek eşcinsel insanları Amerikalıların oturma odalarına taşıdı; 2009’de bu şovlardan en popüleri Simon Cowell’in American Idol’ında genç eşcinsel yarışmacı Adam Lambert’ın göz kalemi ve parlatıcıyla finale çıkması bu davranış değişikliğine önderlik etti denebilir. Lambert’ın ihtişamı şovun açık eşcinsel yarışmacılara bir alan açma konusundaki adı çıkmış gönülsüzlüğüyle çatıştı: Lambert, (finalden sonrasına kadar) hiçbir şekilde dile getirmeden bize eşcinsel olduğunu anlatıyor gibiydi ve akabinde medya ve internette paylaşılan yorumlar ne kadar yol kat ettiğimizi gösteriyordu. Bu aynı zamanda popüler eğlencenin normları sarsmak konusunda ne kadar eleştirel olduğunu hatırlatıyor ve bu da hayatlarını açıkça ve uzlaşmadan yaşayan 100 eşcinsel erkek, kadın ve trans bireyi konu alan fotoğraf portofolyosu yıllık Out 100 albümünün tek ve en ikna edici argümanı. Çok azı ünlü kişiler; ama esas mesele de bu zaten. Ekim ayında vintage bir Versace boru etek giyerek Kraliçeyle buluşan Avustralyalı androjen model Andrej Pejic de Beyaz Saray’ın sosyal sekreteri kadar (bu konuma gelmiş ilk eşcinsel erkek) eşcinsel hikâyesini gözler önüne seren bir parça, ya da Gareth Thomas, tarihte en çok şapka giymiş Galler ragbi oyuncusu... Hep birlikte eşcinsel topluluğunun canlılığını ve çeşitliliğini gösteriyorlar. 
 
Bu yılın Out 100 albümünü hazırlarken virüs gibi yayılan küçük internet anekdotlarından birini fark ettim. Bir anne ve 6 yaşındaki oğlu arasında TV şovu Glee üzerinden geçen bir konuşma annenin Tumblr hesabında şöyle anlatılmıştı:
 
““Anne, Kurt ve Blaine sevgiliymişler.”
“Evet, öyleler,” diyerek doğruladım.
“Kızları öpmekten hoşlanmıyorlarmış. Sadece erkekleri öpüyorlarmış.”
“Bu doğru.”
“Anne, onlar da tıpkı benim gibi.”
“Bu harika, tatlım. Seni ne olursa olsun sevdiğimi biliyorsun değil mi?”
“Biliyorum...” Gözlerini devirdiğinde görebiliyorum.”
Bu konuşma üzerine ve hayattan bekleyebileceklerime dair örnek sunabilecek rol modelleriyle büyümenin benim için ne kadar önemli olacağını çok fazla düşündüm durdum. Aynı zamanda heteroseksüel çocukların da eşcinselliği garip, anlaşılmaz bir şey olarak değil de alışıldık ve eşit bir şey olarak görmelerinin nasıl olacağını düşündüm. O 6 yaşındaki çocuk eşcinsel ya da heteroseksüel olabilir. Ne olursa olsun, umalım ki hiçbir zaman aradaki farkı vurgulamaya gerek duymayacak bir şekilde büyür. O zaman gerçekten post-gey hakkında konuşabiliriz.(theGuardian)
 

Etiketler: yaşam
İstihdam