31/08/2020 | Yazar: Ali Erol
Muhafazakâr köşe yazarları LGBTİ+ toplumuna karşı manipülasyon, dezenformasyon ve provokasyonda yaz molası vermedi
Homofobik nefret söylemiyle bendini aşıp “köşe”lerine sığmayan gazete yazılarını okumaya devam ediyoruz…
Ağustos ayının cinsiyetçi ve homofobik nefret “köşe”lerini Akit, Yeni Şafak, Star, Haber7, Milat, Türkiye ve Millî Gazete yazarlarından seçtik.
Akit’in nefret “köşe”leri: “Maksadımız, eşcinselliğin meşrulaştırılmasına fırsat vermemektir”
Nefret söylemi üretme, yayma ve teşvik etmede iktidarın “yaygın medya organı” halini almış olan Yeni Akit’in cinsiyetçi, transfobik ve homofobik nefret “köşe”lerinde haftanın gündemi, konusu Akit yazarları için fark etmiyor. Manipülasyon, dezenformasyon ve provokasyonla “tartışma” diye içine çekecekleri ırkçı, cinsiyetçi, homofobik nefret çukuru değişmiyor!
“Düşünsenize 5 kişilik ailede en az bir kişi homoseksüel, lezbiyen, biseksüel, ensest ilişki içinde” diye sıraladığı “batıda 5 kişilik aile” tekerlemesini pek seven Akit köşe yazarı Abdurrahman Dilipak, İstanbul Sözleşmesini destekleyenlerin oranını %70 veren kamuoyu araştırmalarına katılanlara “Haksızlıklar karşısında susarsanız!..” başlıklı yazısında sitem ediyor. Sonucu beğenmeyen Dilipak, “batıda 5 kişilik aile” tekerlemesine yaraşır bir soru formu öneriyor: “Peki aynı soru şöyle sorulsaydı: Ailenizde bir lezbiyen gelin, homoseksüel bir damat ya da gayrimeşru bir çocuk ister misiniz? Kendi hayatında ahlaki açıdan en kötü durumda olanımızın bile böyle bir soruya vereceği cevap belli.”
“Bakın bu sözleşmenin 4. madde ve 3. fıkrasında; “Temel haklar, eşitlik ve ayrımcılık yapmaması” başlığı altında, “cinsel tercih ve cinsel yönelim”den söz ediliyor. Temel haklara, eşitliğe ve ayrımcılık yapmamaya kimse itiraz etmez. Bala katılan ağu 4 kelimede saklı: “cinsel tercih ve cinsel yönelim”. Sözleşmenin 16. maddesi, “Bu cinsel yönelimlere ve tercihlere yönelenlere karşı oluşacak şiddet eylemlerinin önlenmesi ve şiddete başvuranların eğitimiyle” ilgili tedbirlerin alınmasını emrediyor.”
Dilipak, İstanbul Sözleşmesi’nden alıntıladığı “cinsel yönelim” ifadesini bir “tehdit” olarak aktarıyor ve “bu ifadelerin şifresi” için Türkçesini Kaos GL Derneğinin yayımladığı, Birleşmiş Milletler’in “Uluslararası İnsan Hakları Hukukunda Cinsel Yönelim ve Cinsiyet Kimliği” konulu “Herkes Özgür ve Eşit Doğar” kitapçığını işaret ediyor.
Kaos GL Derneği’nin çevirip yayımladığı BM kitapçığının “içindekiler” başlıklarını köşesinde paylaşan Dilipak, Kaos GL’yi ve çeviri ve yayında Kaos GL’yi destekleyen kurumları “derin yapı” olarak kodluyor. Dilipak daha da ileri gidiyor ve İstanbul Sözleşmesi’ni “okumadan, görmeden, tartışmadan” imzalamakla itham ettiği AKP’lilere, savunmaya devam ettikleri Sözleşme’nin, Kaos GL’yi de dahil ettiği “derin yapı” tarafından hazırlandığını söylüyor!
Dilipak, manipülasyon, dezenformasyon ve provokasyonun ardından, “AK Parti içindeki AKP’liler” olarak yaftaladığı başta AKP’li kadınlara, pek orijinal “soru”sunu yöneltiyor: “Böyle yapmanız, Soros’un sözcülüğü olmaz mı?”
Dilipak, aşı karşıtlığı yaparken de, “Saldırmaya devam ediyorlar”, “LGBT+”yı unutmuyor: “Minareyi çalacaksanız kılıfını hazırlayacaksınız. LGBT+’ı meşrulaştıracaksanız, ağuya katacağınız zehirden önce balı hazırlayacaksınız. Kadına şiddeti kim görmezden gelebilir!?.”
Akit yazarı Dilipak, “İnanmamanız gerekmez mi idi?” başlıklı yazısında, AKP’li kadınlar kendisi hakkında 81 ilde suç duyurusunda bulununca memleketin milli sporlarından LGBTİ+'ye sövmeye sığınıyor.
Dilipak, daha önce, iktidar siyasetine ve muhafazakâr sivil topluma seslenmiş, “LGBT”leri dönmeye ikna edene kadar homofobik nefret söylemi ile ayrımcı dilin ayarını kaçırmayın demeye getirmiş, “…onaylamak anlamında değil, onları kazanmak anlamında… Bizim vazifemiz tebliğ ve uyarmak” uyarısında bulunmuştu. “AK Parti Genel Merkezi”, “kadınlarına yönelik hakaret, çirkin yakıştırma ve yazıları ile yapmış olduğu saldırılardan dolayı Yeni Akit gazetesi köşe yazarı Abdurrahman Dilipak aleyhine yargıya” başvurup, “hukuki takip için dava” açınca, kendi yapmış olduğu “uyarı”yı, nasılsa yaptırımı yok, cinsiyetçi ve homofobik nefret suçu bedava diye kendi unutmayı tercih etti: “Peki, 40 kere söyledim, fahişe derken ki kastım bırakın AK Parti’yi veya sözleşmeyi destekleyenleri, hiçbir kadın grubu değil! LGBT yerine söylediğim bir ikame kelimedir “fahişe ve türevleri”. “Papatyalar veya Ak Parti içindeki AKP’liler” derken ise, Ak Partililerin tamamını kastetmediğim ortadadır. Böyle bir iddiadan Allah’a sığınırım.
O yazımdaki “bu fahişe ve türevleri” tanımı yerine LGBT+’yı koyup okuyun bakalım. O zaman sesiniz çıkmayacak. Bu tanımı yaparken, belli bir sermaye grubunun sponsor olduğu, AK Parti içindeki AKP’liler diye tanımlamaya çalıştığım bu grubun nasıl olup da bu LGBT’lilere sahip çıktığı ve bunlara sponsorluk yaptığını anlatmaya çalışıyorum."
“AK Parti Genel Merkezi”nin kendisine açtığı dava üzerine “Sayın Recep Tayyib Erdoğan”’a hitaben bir “Açık mektup” yazan Akit köşe yazarı Dilipak, “üzgün olduğunu ifade etmek” istediği halde, “50 yıllık mücadele ve dava arkadaşlığının hatırına en azından bir geri dönüş” beklediğini ama “Hiçbir geri dönüş olmadı”ğından dert yanıyor.
Akit yazarı, “yazımdaki, “Fahişe ve onların türevleri” ifadesini LGBT yerine kullandım” açıklamasını, “tekrar ediyorum” diye tekrar tekrar vurgularken, cinsiyetçi ve homofobik nefret söyleminde beis görmediğini de belli ediyor: “Yazımda yoğun eleştiri ve saldırılara uğramama sebeb olan ifade 3 kelimeden oluşuyor. Kastım çok açık ve net: LGBT+. Bu ifade yerine “Fahişe ve onların türevleri” ifadesini kullandım.”
“Siz LGBT’liler hakkında benden daha ağır ithamlarda bulundunuz, ben LGBT yerine o kelimeyi kullandığım için sizin teşkilatınızdaki bazı kimseler tarafından hakaret ve iftiraya uğradım ve alnıma bir kez daha, gazetemize açılan 312 General davasını hatırlatan biçimde 81 kez “Sanık” etiketi yapıştırıldı.”
Akit köşe yazarı Abdurrahman Dilipak, bekleneceği üzere, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmekle de tatmin olmayacağını, “CEDAW kalkmadan tek başına İstanbul sözleşmesinden çekilmenin fazla bir anlamı olmayacak.” talebiyle açık ediyor.
“LGBT’ye karşı lobi oluşturuyorlar güya, tek satır LGBT’den söz etmiyorlar” dediği oluşumları da “FETÖ taktiği”ne bağlayan Dilipak, “CEDAW, İst. sözleşmesi, Lanzarote” başlıklı köşe yazısında beğenmediği kavramları sayıyor: “Konu kadına şiddet değil. Sözleşmenin dayandığı felsefi bakış açısı sakat. GREVIO başlı başına bir sorun. Sözleşmenin dayandığı kavramlar bir sorun. “BİREY” sorun, “GENDER” sorun, “Toplumsal Cinsiyet” sorun, “CİNSEL TERCİH” ve “CİNSEL YÖNELİM” sorun.”
Sabri Balaban, “Nerede Hata Yaptık Reis!” başlıklı yazısıyla Dilipak’a desteğe geliyor, “alayınız bir Dilipak edemezsiniz” diyor ve İstanbul Sözleşmesi’ne dair homofobik nakarata geçiyor: “Aile içi şiddetin önlenmesi işin bahanesiydi. İstanbul Sözleşmesi’nin hemen ardından eşcinsellerin önünü açan LGBTİ Derneği’nin kurulmasına izin verildi. Hatta erkek erkeğe iki kişinin yaptığı evlilik bile doğal algılandı.”
“Dava dilekçesinde görürüz; Kim AK Partili, kim AKP’li!” başlıklı yazısıyla Halil Kışlacık da Dilipak’a desteğe gelen bir diğer Akit yazarı: “Niye ısrarla “toplumsal cinsiyet” ve benzeri kavramları mevzuata sokmaya çalışıyorsunuz? Açık sorayım, “Oğlun; ‘Gelinin’ diye elini öptürmeye bilmeden bir transseksüel getirse ne yapacaksın” ablacım? Başkası der, mantığında yeri de var ama, sen buna “Olabilir, insanın başına gelebilir” dedikten sonra, arkasından nasıl “Ben muhafazakarım” diyeceksin?”
Akit’ten bir başka köşe yazarı, aynı zamanda Yeni Akit Gazetesi Yazı İşleri Müdürü Ali Karahasanoğlu, “Kötü niyetli biz miyiz, KADEM mi?” başlıklı yazısı ile Temmuz ayından Ağustos’a, ““Cinsel yönelim” ile ilgili, yani eşcinsellik ile ilgili meşrulaştırıcı maddeleri sebebiyle..” İstanbul Sözleşmesi’ne karşı çıkmaya devam ediyor. Sözleşme’ye sahip çıkan KADEM’e yüklenen Akit müdürü ve köşe yazarı Karahasanoğlu’nu, KADEM’in, “Sözleşme, üçüncü bir tür oluşturmaya ya da LGBT eğilimlerini hukuk normu olarak belirlemeye veya teşvik etmeye yönelik herhangi bir hüküm taşımamaktadır. Aynı cinsiyetten olan çiftlerin yasal olarak tanınması da dâhil olmak üzere cinsel yönelimle ilgili olarak ortaya yeni standartlar koymamaktadır.” savunması da kesmiyor.
“AK Parti bunu da çözerse, karada artık ölüm (haşa) yok, denizi de bilmem!” başlıklı yazısında, Akit yazarı, “İstanbul Sözleşmesi’ne; ya çekidüzen verilmesi veyahut da geri çekilmemiz söz konusu..” yoklaması çekmeyi sürdürüyor: “…zinhar, “cinsel yönelim” veya “cinsel tercih” gibi, eşcinselliği meşrulaştıracak hiçbir kavrama o sözleşmede yer verilmemelidir.. İstanbul Sözleşmesi’nin, “cinsel yönelim/tercih” gibi içeriklerine çekince koyarak, planlanan tezgahı gördüğümüzü, tüm dünyaya haykırabiliriz.. Maksadımız, eşcinselliğin meşrulaştırılmasına fırsat vermemektir..”
Akit Yazı İşleri Müdürü Ali Karahasanoğlu, İstanbul Sözleşmesi ile ilgili “Türkiye’nin tartışmalı maddeler için değişiklik teklifinde bulunabileceği” önerisiyle yetinmiyor, “LGBTİ’ler tepinse de sözleşmede değişiklik geliyor!” başlığıyla seviyede sıçrama yapıyor: “Üç tane eşcinselin peşine takılıp, “İstanbul Sözleşmesi kadına şiddeti önlüyor. Sözleşmeye karşı çıkanlar, kadına şiddeti onaylayanlardır” aldatmacasına kapılmayalım.. Şiddet ile ilgili düzenlemeler kalsa da “cinsel yönelim” ve benzeri ifadelerle eşcinselliğin meşrulaştırıldığı içeriklerin sözleşmeden çıkarılması için gerekli adımları atalım..”
Akit’in Ağustos köşeleri, İstanbul Sözleşmesi’ne yönelik manipülasyon, dezenformasyon ve provokasyonlarına cinsiyetçi ve homofobik nefret nakaratları ile devam ediyor.
Yaşar Değirmenci, “Fikrin namusundan rahatsız olunmaz!” başlıklı yazısı: “Asıl dert ‘toplumsal cinsiyet eşitliği’ ve ‘cinsel yönelim tercihi’ gibi kavramlarla sapkın eşcinsel ilişki biçimlerini yasayla meşrulaştırmak ve yasa yoluyla topluma dayatmak! Buna asla göz yumulamaz ve izin verilemez! Kadem, yerini bilmeli.”
İbrahim Karataş, “İstanbul Sözleşmesi’ne dair”: “Sözleşmede cinsel yönelimden dolayı ayrımcılığının önüne geçilmesi istenmektedir. Bu durumda LGBT faaliyetleri meşru hale geliyor ve karşı çıkmak suç teşkil ediyor. Sözleşme toplumsal cinsiyet, kabul ettirmeye çalışılıyor ki bu terim aslında cinsiyetsizliği ifade ediyor. Bu terim sözleşmede 20 defa geçiyor. Eğer sözleşme bir şey dayatıyorsa dayattığı şeyin toplumsal cinsiyet(sizlik) olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Bu terim cinsel yönelimden bile daha sorunludur.”
Sefa Saygılı, “İstanbul Sözleşmesi, feminist ideolojinin manifestosudur!”: “İstanbul Sözleşmesi, 3. dalga feminist hareketin/ideolojinin manifestosudur. Feministler, LGBTİQ+ bireyleri ile işbirliği içerisindedirler. Ayrıca marjinal gruplar, komünistler, bölücüler ve din karşıtları tarafından hararetle desteklenmektedirler. İstanbul Sözleşmesi’ni ve 6284 sayılı yasayı anlama kılavuzuna ihtiyaç bulunmaktadır. Öncelikle feminist önderlerin söylemlerine, Mor Çatı Derneği’nin sosyal medya hesaplarına, LGBTİQ+ dernekleri ile KAOS GL internet sitesine ve kullandıkları slogan ve taşıdıkları dövizlere (yazamayacağız) bakılarak anlamak mümkün olabilir.”
Yeni Şafak köşeleri: “Yani eşcinseller, lezbiyenler, pedofililer, zoofililer. vs”
Akit’le yarışan Yeni Şafak köşe yazarları, Temmuz’dan Ağustos’a cinsiyetçi ve homofobik nefret söylemiyle manipülasyon, dezenformasyon ve provokasyona devam ediyorlar.
Geçen ay, “Ahlak polisi de değilim, namus bekçisi de…” diyerek “yanlış anlaşılmanın önüne geçmek” isteyen ama sıra LGBTİ+ toplumuna gelince homofobik nefret söyleminden geri kalmayan Yeni Şafak köşe yazarı İsmail Kılıçarslan, “Denge, birazcık denge” başlıklı Ağustos’un ilk yazısına, güya “Hem kimseyi kırıp dökmeden meramımı anlatmak hem de sadra şifa bir şey söylemek niyetindeyim çünkü.” diye başlasa da, “sulh” ve “denge” için önerdiği kırk yıllık geleneksel cinsiyetçi ve homofobik inkârdan ibaret: “İçeriğinde gelecekte bütün toplumsal yapımızı zehirleme riski bulunan “toplumsal cinsiyet”, “partnerlik”, “ev içi”, “cinsel yönelim” ve benzeri yavelerin olmadığı bir sözleşme ile sulh olunabilir.”
Yeni Şafak köşe yazarı Kılıçarslan, gene geçen ay, LGBTİ+ hareketine yönelik karalama ve homofobik nefret nakaratlarıyla LGBTİ+ hareketini “pedofili” ile ilişkilendirerek kriminalize etmeye çalıştığı gibi “İslamofobi mi verelim pedofili mi?” başlıklı yazısında da, “pedofili”den “LGBT”ye geçmekte sakınca görmüyor.
LGBTİ+’ları “namussuz” ve “sapkın” ilan etmeyi sosyolojik analiz sanan, hakareti kendine hak gören Yeni Şafak köşe yazarı Ergün Yıldırım da, İsmail Kılıçarslan gibi, “pedofili”, “zoofili”, “ensest” diye sıralarken, “Pazarlanan cinselliğin utanmazlıkları” başlıklı yazısı ile gene LGBTİ+ hareketin eşit evlilik talebinin üstüne boca etmekten vazgeçmiyor: “Bir yandan evliliği ret ederler, hayatımı yaşamak istiyorum derler. Bunun için kadim evliliği ret ederler. Öte yandan sapkın cinsel tutumlarla beraber yaşamaya evlilik denmesi için hırçınlıkla kabul isterler. Sosyolojinin “insanın karşı cinsle yaşamak için sözleşmesidir” diye tanımladığı evliliği ret ederler. Oğlancılık davranışlarına evlilik denmesini isterler. Kadın hakları, insan hakları, kadın şiddetine karşı çıkma gibi en tabii hakların perdesi altında pazarlanıyor. Perdeyi biraz araladığımızda pedofili, zoofili, oğlancılık, lezbiyenlik ile karşılaşıyoruz.”
Yeni Şafak yazarı Yıldırım, “Cinsiyet azınlığı inşa teşebbüsleri” başlıklı yazısıyla çarpıtmalara doyamıyor, “yani eşcinseller, lezbiyenler, pedofililer, zoofililer. vs” tekerlemesiyle cinsiyetçi ve homofobik nefret nakaratına devam ediyor: “Şimdi yeni bir azınlık olgusundan bahsediliyor: Cinsiyet azınlığı. Cinsiyet azınlıkları kavramı, “cinsel yönelimleri” eril ve dişil olmanın sınırlarında kalmayanların oluşturduğu gruptur. Yani eşcinseller, lezbiyenler, pedofililer, zoofililer. vs bir azınlık haline getiriliyor. LGBT, bu azınlığın şemsiye yapısı. BM ve AB kurumlarının insan hakları, kadın hakları ve hatta çocuk hakları artık buna göre dönüşüyor.”
Hasan Öztürk, “Biz kadına karşı şiddeti önlesin diye imza attık, LGBT lobisi kalkan yaptı”: “İstanbul Sözleşmesi bazı kesimler tarafından da adeta bir cephe unsuru olarak kullanılıyor. Yani LGBT lobisi başta olmak üzere birtakım marjinal gruplar sözleşmenin bazı maddelerini sonuna kadar istismar ediyor, lobi faaliyetlerine dayanak yapıyorlar.
İstanbul Sözleşmesi’ni kalkan yaparak LGBT ideolojisinin dayatılması ise asla kabul edilemez. Son iki yıldır özellikle bazı CHP’li belediyelerin LGBT lobiciliğine soyunması da dikkate değer doğrusu. Kadına karşı şiddeti önlemenin birinci yolu sanırım insan olmaktır.”
Yusuf Kaplan, “Erdoğan, İstanbul Sözleşmesi’ni çöpe atmalı!” başlıklı yazısı ile Temmuz’dan Ağustos’a cinsiyetçi ve homofobik nefret söylemiyle manipülasyon, dezenformasyon ve provokasyona devam eden Yeni Şafak yazarlarından: “Bütün feminist hareketlerin, eşcinsel oluşumların kalkış noktası burası: “İnsan, yaratılışta verilen cinsel kimliği kabul etmeyebilir ve cinsiyetini istediği şekilde değiştirebilir.” İstanbul Sözleşmesi’nde defalarca tekrarlanan “toplumsal cinsiyet”, “cinsel yönelim” gibi kavramların dayandığı ideoloji, işte bu cinsiyetsizleştirme ideolojisi; bendeniz bunu “toplumsal cinsiyet mühendisliği” projesi olarak adlandırıyorum. Ne demek bu? Tanrı’ya meydan okumak, demek. Yaratıcı’ya “Ben senin verdiğin cinsiyeti kabul etmiyorum, reddediyorum!” demek.”
“Kadem, Feminizm İÇİNDEN konuşuyor, bu toplumun kozmolojik ve evrensel İslâmî değerleri ve ilkeleri içinden DEĞİL. Feminizm ideolojisi de, cinsiyetsizleştirme ideolojisi de, sorunu cinsiyet sorunu, erkek-egemen cinsiyet sorunu olarak görüyorlar. Çözümü de, cinsiyetleri yok etmekte buluyorlar! İfrattan tefrite yuvarlanıyorlar... Tam bir kaos! Çıkmaz sokak! Anarşi! Bu tür ideolojik fraksiyonlar var bu örgütler arasında “KaosGel” gibi!”
Muhafazakâr “köşe”lerin homofobik nefreti
Cinsiyetçi, transfobik, homofobik nefret söylemi üretme, yayma ve teşvik etmede birbirleriyle yarışan muhafazakâr yayın organları köşelerinden Ağustos ayı boyunca da İstanbul Sözleşmesi ve LGBTİ+ toplumuna karşı nefret nakaratları devam etti…
Star yazarı Resul Tosun, “İstanbul Sözleşmesi tüm kötülüklerin anası mı?” başlıklı köşe yazısında, eşit yurttaşlık kriterine din şartı getiriyor ve “Bu ilişkileri tecviz eden bir din var mıdır?” diye, cevabından emin soruyor: “Eşler anlaşılıyor nikâhlı karıkoca, peki birlikte yaşayan bireylerden maksat nedir? Hem nikâhsız ilişki hem de eşcinsellik gibi diğer sapkın ilişkileri içermektedir.”
Yeni Şafak köşe yazarı Ergün Yıldırım ve Akit’ten Abdurrahman Dilipak gibi Star yazarı Resul Tosun da, İstanbul Sözleşmesi’nde geçen “cinsel yönelim” ve “cinsiyet kimliği” kavramlarının kaynağı olarak Türkçesini Kaos GL Derneğinin yayımladığı, Birleşmiş Milletler’in “Uluslararası İnsan Hakları Hukukunda Cinsel Yönelim ve Cinsiyet Kimliği” konulu “Herkes Özgür ve Eşit Doğar” kitapçığını gösteriyor: “4. maddenin 3. fıkrasında bir de cinsel yönelim ve cinsel kimlikten bahsedilmektedir. BM’nin ‘Herkes Eşit ve Özgür Doğar’ adlı metninin alt başlığı ‘Uluslararası İnsan Hakları Hukukunda Cinsel Yönelim ve Cinsiyet Kimliği’ şeklindedir. Burada İstanbul Sözleşmesi’nde geçen cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ile lezbiyen, gey, biseksüel ve trans kişiler kastedildiği anlatılıyor. Hatta interseks bireylerden bahsediliyor.(E. Yıldırım, Yeni Şafak,29.7.2020) Bunun anlamı eşcinsellik, homoseksüellik ve lezbiyenliği de cinsel hürriyet adı altında kabullendirmenin yasal alt yapısını oluşturmaktır.”
Star, Sibel Eraslan, “İstanbul Sözleşmesi'nin hangi maddelerine niçin itiraz ediliyor?”: “Keza cinsel yönelim veya cinsel tercih de insanları kaosa sürükleyen önerilerdir.”
Haber7 yazarı Taha Dağlı, “LGBT lobisi sevinçten bayram ediyor” başlıklı yazısında, “Bir Müslüman, eşcinselliği meşrulaştırır mı, LGBT’yi savunur mu, asla yapmaz.” buyuruyor. Dış mihrakların oyunundan iç mihrakların terör tezgahına, oradan haliyle “LGBT lobisi”ne bağlayan haber7 yazarı, memleketin son beş yılını “LGBT lobisi”nin sinsi faaliyetleri ile açıklıyor: “Bu ülkenin lideri, yedi düvele korku salmışken; üç beş LGBT’liye kendimizi güldürmeyelim.” Köşe yazarının analizini pek beğenmiş olmalı ki haber7 sitesi, “Taha Dağlı yazdı: LGBT lobisi sevinçten bayram ediyor” başlığıyla bir de “haber” niyetine paylaştı.
Milat, Serdar Arseven, “Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a arz”: “Şeytani bir akıl, İstanbul Sözleşmesi’ni herkesin ne anlama geldiğini kolayca anlayamayacağı “toplumsal cinsiyet eşitliği” ve “cinsel tercih/yönelim” gibi yaldızlı kelimelerle süsleyip bir ifsad metni haline dönüştürmüştür. Bu kelimelerin örtüsünü açtığınızda ailemiz ve neslimiz adına kurulan ifsat tuzağını fark etmek zor olmayacaktır. Az bir güruh istisna edilecek olursa, bu asil toplumda hiçbir kimse: Oğlunun bir başka erkekle birlikte yaşamasına (gay), Kızının lezbiyen olmasına, Pedofili, zoofili, nekrofili, ensest gibi sapıklıklara asla rıza göstermeyecek; aksine bunlara karşı büyük bir nefret duyacak ve tepki gösterecektir.”
Türkiye, Süleyman Özışık, “İstanbul Sözleşmesi…”: “İstanbul Sözleşmesi'nden sonra başlayan "Onur Yürüyüşleri"nin âdeta resmigeçit törenine dönüşmesi bir tesadüf mü? LGBT'lilerin üçüncü cinsiyet olarak tanınması bir tesadüf mü? Böyle giderse Türkiye yakında kendi kıyametini yaşayacak. Çünkü LGBT'liler sadece kendi içlerinde bir sapkınlık yaşamıyor. Bu iş böyle giderse yakın zamanda mahalle kafelerine kadar gelecek bu sapkınlık. Bunun sonu erkek erkeğe, kadın kadına resmî nikâh istemeye kadar varacak. Bunun sonu evli iki erkeğin kimsesizler yurdundan evlat edinme isteğine kadar gidecek. Çünkü bugün sapkın dediğimiz kesimler cesaretini İstanbul Sözleşmesi'nden alıyor.”
Millî Gazete, Şakir Tarım, “AK Parti nasıl anılmak ister?”: “Avrupa Konseyi’nin dayattığı sözleşmenin arkasında, dünyayı “tek devlet” halinde yönetmek isteyen güçler var. LGBTİ bünyesinde faaliyet gösteren Kaos GL’nin hazırladığı fon kataloğunda, Soros’un himayesindeki Açık Toplum Vakfı’nın, LGBTİ eylemlerinin arkasında olduğu anlatılıyor.”
Etiketler: medya