02/04/2014 | Yazar: Kaos GL

Homofobi benim gibi olmayan bana zarar verir korkusuyken homonegativizm ‘benim gibi olmayan benle aynı haklara sahip olmamalı’ düşüncesidir. Heteroseksizm ise ‘ben, doğal, normal ve sağlıklıyım dolayısıyla üstünüm’ der.

Benim Gibi Olmayan Benle Aynı Haklara Sahip Olmamalı! Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı
Homofobi benim gibi olmayan bana zarar verir korkusuyken homonegativzm ‘benim gibi olmayan benle aynı haklara sahip olmamalı’ düşüncesidir. Heteroseksizm ise ‘ben, doğal, normal ve sağlıklıyım dolayısıyla üstünüm’ der.
 
Ege Üniversitesi Felsefe Grubu öğrencileri tarafından düzenlenen “Hastalıktan İdeolojiye Homofobi ve Homofobi ile Mücadele" başlıklı panele Kaos GL Danışma Kurulu Üyeleri Prof. Dr. Melek Göregenli, Prof. Dr. Selçuk Candansayar ve Kaos GL aktivisti Ali Erol konuşmacı olarak katıldı.
 
Hicran Karahan & Akif Ulutaş’ın haber ve fotoğraflarıyla
Homofobi basit olarak benim gibi olmayan bana zarar verir korkusu iken homonegavitizm ‘benim gibi olmayan benle aynı haklara sahip olmamalı’ düşüncesidir. Ana çatı heteroseksizmdir; bu tutum ‘ben, doğal, normal ve sağlıklıyım dolayısıyla üstünüm’ der.
 
“Soluk almak istiyorum”
“Hastalıktan İdeolojiye Homofobi ve Homofobi ile Mücadele” panelinin (24 Mart) moderatörlüğünü yapan Prof. Dr. Melek Göregenli, “Hareketin politik bir özü olmadığı ifade ediliyor ama yirmi yıl sonra gelinen noktada, herkesin kendince bir cümle kurduğu belirtiliyorsa, gelinen nokta soluk almak için verilen bir mücadeledir. Bu sebepten LGBT hareketi Türkiye’de gördüğüm en politik hareketlerden biridir. Biz ne kadar çok soluk alırsak iktidar o kadar soluğumuzu kesemeyecek, yoksa devrimi beklememiz gerekir. Gündelik hayatı değiştirmek soluk almak istiyorum.” dedi.
 
“Homofobi: ifşa etmek”
Prof. Dr. Selçuk Candansayar konuşmasının başında heteroseksüel olanların elini kaldırmasını istedi ve kalkan parmakları görünce, “Sorulduğu anda ayrımcı bir soru, hemen elinizi kaldırıveriyorsunuz çünkü bunu doğal ifşa edilmesi gereken bir hakikat gibi görüyorsunuz da ondan, aramızda heteroseksüel olmayanlar ki inşallah yoktur(!) onlarda da tedirginlik yaratıyor, ‘ben şimdi ne yapacağım, parmak kaldırsam mı, yoksa kendimi ifşa etmiş mi olurum diye düşünüyor. İşte  tam da homofobi denilen şey bu” diye ifade etti.
 
Psikiyatr Candansayar sözlerine; “Cinsellik ve üremeyi tek şey haline getiren iktidardır, bu en baştan itibaren böyledir. İktidar ilişkisinin, ezen ezilen ilişkisi olduğu ilk mülkiyetin doğduğu andan itibaren üreme ve cinsellik eşleştirilmiş, sadece üreme amaçlı bir eylemmiş gibi düşündürülmüştür. Aslında cinsellik sadece karşı cinse duyulan istek değildir, cinsellik ve üreme çok farklı iki kavramdır. Bir üreme için cinsellik, bir de haz için cinsellik vardır. Günlük yaşamda insanın zihninde üreme ve haz için cinsellik ayrıdır. İnsan bedeni de buna göre sistemleşmiş ve evrimleşmiştir. Eğer beden böyle olmasaydı kadınlar sadece yumurtlama döneminde cinsel istek duyardı, hâlbuki kadınlar sürekli haz alıyor. Kadınlar sürekli seks yapabilirler erkekler ise mecburen biyolojik olarak durmak zorundadır.” diyerek devam etti.
 
Suç, Günah ve Hastalık üçgeni
Prof. Candansayar, “ İktidar, üreme dışı cinselliğin tümünü kötü, normal olmayan, günah ve suç gibi kavramlarla eşleştirmiştir. Cinselliği normal kategorisine sokmak için hukuk gerekiyorsa suç, din gerekiyorsa günah, bilim gerekiyorsa hastalık kavramı kullanıldı. İktidar kimi hangisiyle kontrol ediyorsa o argümanı kullandı. İnanç temelli insanları din üzerinden denetler. Hukuk devreye girer suç haline gelir, ikisiyle de baş edemezse bunlar hasta der, psikiyatriye yani bize gönderir. Psikiyatri bir taraftan tedavi eder bir taraftan da ben ne yapıyorum der tıpta antisi(karşıtı) olan tek dal bizimkidir. Siz hiç anti dahiliye bir şey duydunuz mu?” diye sordu.
“Farklı olan tehlikeli olarak görülüyor”
Prof. Candansayar, “Kültürel baskı bizi hakikat diye bir şeyle karşı karşıya bırakır. İnsan türü doğuştan kadın ya da erkek olarak doğar ve erkekse kadından kadınsa erkekten hoşlanır. Bunun dışında her durum günah, suç, hastalık sayılır. Bu üç damgayı yiyen her durumda tehlikelidir. Biz buna kendi dilimizde damgalama diyoruz. Zihinlerde zarar verecek olarak algılanır. Yani o artık tehlikelidir. Ankara’dan bir örnek vereyim, Ankara’nın demografik yapısı farklılık gösterir. Alışveriş yaptığım yerde yanımdaki adama daha çok kimler oturuyor burada dedim, cevabı ‘bizim gibi insanlar çok şükür aramıza hiç Kürt almadık’ dedi. Çok doğal çok içtendi çünkü onun kafasında Kürt olan huzuru, güveni ve düzeni bozan olarak kaydedilmişti. İşte eşcinsellik, Kürtlük, Alevilik, Çingenelik, mini etek giymek, başı açık ya da kapalı olmak, kısaca senden farklı olan tehlikeli ve sana, zarar verebilir kalıbını bunların hepsinde görebilirsiniz. O yüzden bu kalıp en iyi cinsellik üzerinde işler cinsel yönelimde genel tehlike bulaşıcı olabileceğine dair algıdır yani apartmanda eşcinsel biri varsa çocuğunuz eşcinselliğe yönelebilir, kalıbı. Homonegavitizm heteroseksüellerle homoseksüel olerin aynı haklara sahip olmaması demek, homofobi basit olarak benim gibi olmayan bana zarar verir korkusu iken homonegativizm ‘benim gibi olmayan benle aynı haklara sahip olmamalı’ düşüncesidir. Ana çatı heteroseksizmdir; bu tutum ‘ben, doğal, normal ve sağlıklıyım dolayısıyla üstünüm’ der. Bu üç kavramı zihinde oluşturmak gerekiyor. Şimdi bu üç kalıbı Müslüman, Hristiyan, Sünni, Alevi, Türk, Kürt istediğiniz yere oturtun aynı kalıbın işlediğini göreceksiniz. Peki, niçin cinsellik? Çünkü cinsellik doğrudan bedenimizi varlığımızı oluşturan, orada çıkan arızanın tehlikeli olduğu yer. Türklerin ayrımcılığına uğrayan Kürtler de Ermeniler de bu ayrımı yapar hepsinin anlaşarak ayrımcılık yaptığı tek yer cinselliktir. O yüzden orada yapılan mücadele “takkenin düşüp kelin göründüğü” yerdir. Tam da bu yerde iktidar, erkini belirginleştirmek için her zaman cinsellik üzerinden işler. Kenan Evren’in ilk yaptığı işlerden biri Bülent Ersoy’a sahne yasağı koymak oldu.12 Eylül’de darbe yapar, ekimde Ersoy’a sahne yasağı koyar, bu haliyle toplumun ahlakını bozuyor diye. Tamamen cinselliğe göndermedir, gelecek rejimin nasıl bir faşizmle geleceğinin kanıtıdır.” dedi.
 
Aynı dönemde Ankara, İstanbul ve İzmir’den eşcinsellerin şehir dışına atıldığına dikkat çeken Prof. Candansayar, “Bu bir hijyen uygulamasıdır. Arkadaşlar nerede hijyen varsa oraya faşizm uygulaması geliyordur. Biz tıpta bile o kadar çok hijyenin iyi olmadığını söylüyoruz. Doktorlar bilir bir yeri ne kadar çok steril ederseniz hastane mikropları o kadar çoğalır ve ölümcül hastalıklara sebep olur, o yüzden hiçbir doktorun evinde antibakteriyel sabun bulamazsınız çünkü kullanmazlar. Hijyen, steril etmek, temizlemek, arındırmak gibi kavramların tümü sosyal bilimlerde de faşizmle doğrudan bağlantılıdır.  Cinsellik bütün bunların ortak paydası olduğu için bütün mülkiyet biçimleri aileyi, ürümeyi, tek eşliliği ve mülkiyeti kutsadığı için nifak tohumu olarak görülür.” diye belirtti.
 
“Düşman üretmek isteniyor”
Prof. Candansayar sözlerini “Toplumu denetlemek için çabalayan iktidar biçimi, bunu cinsellik üzerinden yapar, zarar verecek olan düşmanı bu yoldan üretmek mümkündür. 1980’lere kadar ABD’de sigaranın sağlığa zararı, içerseniz hasta olursunuz üzerinden yapılıyordu ve hiç etkisi yoktu. Reagan döneminde sigara karşıtı reklamlar birden değişti, yanındaki sigara içerse, sana zarar verir oldu ve çok işe yaradı. ‘Sen kendi eyleminle kendine zarar verebilirsin ama bana zarar veremezsin, yanımda sigara içme’ denmeye başladı. Söylem, ‘sigara içmeyin’den, ‘o sana zarar veriyor’a dönüştü ve kampanya işe yaradı. Eşcinsellik için de bunu düşünün; apartmanda oturan eşcinsel sana zarar verir demek, aslında uygulanan şiddettir. Kapalı erkek egemen toplumda, tek eşli olduğu iddia edilen çekirdek aile kadar faşizmin üretildiği başka bir yer yoktur. Bir eşcinsel çift apartmana taşındığı zaman ergenlerin cinsel yönelimini etkilemez. Rabbim yönlendiriyor, kimin hangi yönelimde olacağına. Fakat bu durum o ailedeki çocuğun yönelimini etkileyebilir, zarar verir, aile içinde faşizme zarar verir, o yüzden istenmez.” diyerek sözlerini sonlandırdı.
“Kaos GL sürecin başlatıcısı değil, devralıcısıdır”
Kaos GL aktivsti Ali Erol homofobi ile mücadele sürecini anlatırken; “Kaos GL sürecin başlatıcısı değil, devralıcısıdır. 90’ların başında Ankara ve İstanbul’da başlayan süreç, kendini LBGT diye tanımlayan insanın neyse o haliyle yaşamak, kendi cinsel kimliklerini kurmak ve geliştirmek istemeleri ile gelişti. Gezi olaylarında toplumun çok farklı kesimleri bir araya geldi. İlk defa LBGT’li insanlarla karşılaşıyorlarmış gibi gösterilmek istendi bu işin kolayına kaçmak için olabilir belki. Heteroseksüellik dışında LBGT bireylerle bir arada olmak ortak paydada buluşmak da onca yakın temasın, yoldaşlığın ardından olumlu pozitif cümle kurmak gerekirse Gezi Türkiye’de LBGT hareketinin bir nevi taçlanması diyebiliriz. Yoksa her şey Gezi ile başladı demek haksızlık olur.” dedi.
 
“Yaptırım gücü el değiştiriyor”
Erol, “Tarihsel sürece baktığımızda bireyin kendi cinsine dönük hali her toplumda vardır. Farklı olan; suç, günah kodlarıyla tanımlama ve denetim altına alma yaklaşımlarında görülüyor. İnkârla şiddet arasında yok etmeye kadar gitmek. Aslında reaksiyonların farklı olduğunu görüyoruz. Cinselliğin ve cinsel kimliğin nasıl ayrıştırıldığı adlandırıldığı toplumdan topluma kültürden kültüre değişiyor veya aynı toplum içinde farklı zaman dilimlerinde farklı uygulamalarla karşılaşılıyor. Acaba nasıl yaşarlar, ne yer ne içerler nasıl dokunurlar nasıl seks yaparlar şimdi ne olacak bundan sonra nasıl birlikte yürüyeceğiz vb. Aslında bu sorular alengirli, muğlâk sorular değil. Yatay ve dikey ilişkilerimizde bu sorunun cevabını vermek çok kolay. Homofobi ile mücadelede tarihsel süreçte tek tanrılı dinlerin yaptırım gücü ve müdahalesi oldu. Zaman içinde sosyal, kültürel ve ekonomik süreçte yaptırım gücü el değiştiriyor. Üçlü yaklaşımın yerini yeni argümanlar alıyor dinde günahın yerini ahlak alıyor, yasak yerine yapmasan iyi olur deniyor, din artık ikinci bir cümleyi kurmuyor, tıp ve bilim üzerinden hastalık yaklaşımı, hukuk üzerinden yeni cezai yaptırımlar ortaya çıkıyor. Doğrusal bir seyir izlemiyor bu üç yaklaşım, ideolojilerin birbirine eklenmesi hâlâ karşımıza çıkmaktadır. Örneğin Birleşik Krallıkta İngiltere’de eşcinsellik bir suç değildir, günah olarak düşünen bir kesim varsa da etkisi kamuda değil sosyal kültürel yaşamda kendini gösterebilir. Psikiyatri ve psikolojinin eşcinselliği hastalık olarak görmediği artı 68 devriminin hemen öncesinde eşcinsel davranışın bir suç olarak görülmemesi durumu yaşanıyor ama aynı İngiltere Koloni döneminde emperyalizmin etkisiyle Afrika ve diğer koloni ülkelerde eşcinselliğin suç olarak kodlandığı dönemde o bölgeye götürdü, kendisi geldi ideolojileri orda kaldı. Bugün hâlâ Karayipler’den Afrika’ya kadar homofobik yaklaşımlar kültürlerle özdeşleşerek kurumsallaşırken resmi ve iktidar ilişkilerine suç olarak kalmıştır. KKTC’de eşcinsellik suç olmaktan daha yeni çıkartıldı. İngiliz sömürge döneminden kalan bir hatıra idi. Bunlar yurtseverlik adına milliyetçilik adına savunulabilmekte. Güney Kıbrıs AB sürecinde eşcinsellikle ilgili suç durumunu kaldırmıştı.” diye belirtti.   
 
“Psikiyatri pes etti”
Erol konuşmasına, “Homofobi ile mücadelemizi hastalıktan hak talebine geçiş süreci olarak görebiliriz. Daha önce tıp terimi ile tanımlandığında davranışı sergileyen kişiyi kontrol etme ve o davranışının nedenini bilme üzerinden homoseksüellik terimi üretildi. Bu süreçte insanlar sırf kendi cinsine dönük olduğu için psikoseksüel patolojiden kodlanıp kategorize edilip suç ve hastalık sarmalına maruz kaldılar. Bedenleri, hormanları tartılıp biçildi ölçüldü. En sonunda Psikiyatri pes etti. Dedi ki ‘bunun tek bir nedeni yok aslında insanları vazgeçiremiyoruz. En fazla korkunç müdahale sonucunda cinsellikten soğutuyoruz.’ Karşımıza eşcinsellik, biseksüellik ve heteroseksüellik çıkıyor. 68 Devriminde Kuzey Amerika’da yeni toplumsal hareketlerin başlamasıyla insanlar şunu demeye başladı sen beni homoseksüel olarak tanımlıyorsun ama ben kendimi kendim tanımlamak istiyorum cinsel yöneliminden dolayı ayrımcılığa uğruyorum sosyal kültürel ve siyasi hayata katılmam engelleniyor. Kendi hak eşitliğini dillendiren, hastalıklı homoseksüel, hak arayan geye dönüştü. Bu hak talebi toplumsal hareket olarak görüldü. Hem tarih sahnesinde hem de sosyoloji ve siyaset sahnesine çıkmış oldu.” diye devam etti
 
Kaos GL yeni bir dönemin başlangıcı oldu
Teknik olarak Türkiye’de eşcinsellik suç değildir, diyen Erol, “Ulus devlet projesiyle cumhuriyetin kuruluşunda eşcinselliğin cezai bir karşılığı kaydedilmedi. Ama bu durum eşcinsellik realitesine yer verilmesini de engelledi. Cezai bir yaptırım uygulanmamakla birlikte kamudan, sosyal yaşamdan, günlük yaşamdan bütünüyle kovuldu. Gerçekler görülmezden gelindi, göz yummalara dönüştü. Bir kısır döngü oluştu ve bu bir şeye sebep oldu. Sosyal hayattan kovulan eşcinselliğin kendini yeniden üretebildiği mekânlarda yaşanan ilişkiler ahlaksızlık, sapkınlık, dejenerasyon olarak yaftalındı. 80’lerin ikinci yarısına geldik, eşcinsellik vardı, telaffuz edilmiyordu, görünenlerde devlet ve polisin şiddetiyle karşılaşıyordu. Sürekli medya da dışardan bu duruma katkı sağlıyordu. 90’larda Kaos GL yeni bir dönemin başlatıcısı oldu. Çok basit cümle şuydu, bizim aslında cinsel yönümüz birilerinin sandığı gibi zevk-ü sefadan ibaret değildi. Heteroseksizm dediğimiz sosyal, kültürel ve siyasal bir dayatma olduğundan heteroseksüel olmayanların özgüveni, özsaygısı eksik farklı statülerde olsa bile eşcinsellik söz konusu olduğunda bireyleri kanatları olup uçamayan ayakları olup koşamayan bir garabete çevirmişti.” dedi.
 
Birlikte özgürleştik
Erol, “Mücadele için yola çıkarken bu bizim hayatımız bir sürü sorunlarımız olabilir, biz kendi hayatımıza sahip çıkarsak bu sorunlarla yavaş yavaş başa çıkabiliriz diye düşündük. Aslında bu iğneyle kuyu kazmak gibiydi, yoktan bir hareket yarattık. Başlangıçta üç beş feminist, üç beş anarşist ve solcu dışında nerden çıktı bu ibneler yaklaşımıyla karşı karşıya kaldık. Ama bizim fethedeceğimiz bir iktidar olmadığı için dedik ki hayatımıza kastetmeyecek her kurum ve kuruluşla diyalog kuracağız, sürekli kendimizi anlatacağız. Mümkün olduğu kadar yatay bir ağ çerçevesinde temas ve diyalogu nasıl geliştirebiliriz? Önümüzde olumlu ya da olumsuz hiçbir örnek yoktu. Haliyle bütün bunları deneye yanıla keşfettik. Yatay ağ, bizim soluk alacağımız alanın genişlemesine yardımcı olacaktı,  yaşama alanımız genişleyecekti. Yani birlikte dönüşmek, birlikte özgürleşmek bize göre böyle mümkün olacaktı. Buradaki kararlılığımız ve samimiyetimiz nedeniyle yirmi yıl önceki denklem tam tersine döndü. Benim de umudumu kestiğim bir iki grup ve siyaset dışında ama şundan ama bundan Türkiye’deki insanlar LBGT bireylerinin maruz kaldığı hareketlere karşı kendi diliyle bir cümle kurmaya başladı. O yekpareymiş gibi görünen muhafazakâr müslüman kesimde bile farklı yaklaşımların ortaya çıktığını gördük. Bir nevi birlikte dönüşme ve özgürleşmeyi görmüş oluyoruz diyebilirim.” diyerek konuşmasını bitirdi.

Etiketler: yaşam
İstihdam