18/01/2011 | Yazar: Ömer Akpınar

Topluluğumuzun varlığından rahatsız olan gözler üzerimizde; fakat Bilkent’te her şeye rağmen daha özgür bir ortam yaratılmak istendiğini biliyoruz.

Bilkent Artık
Topluluğumuzun varlığından rahatsız olan gözler üzerimizde; fakat Bilkent’te her şeye rağmen daha özgür bir ortam yaratılmak istendiğini biliyoruz. Bundan sonraki süreçte kendimize güvenimiz daha fazla. Verilen mücadelelerin boşa gitmediğini ve yeni alanlar açtığını düşünüyorum.
 
2005’te Ankara’daki Legato toplantılarından internet üzerinden haberdar oldum. Bilkent’ten olduğunu öğrendiğim bir arkadaşla MSN üzerinden konuşmaya başladık ve resimlerimizi görünce tanıdık birbirimizi: birkaç gün önce bana Kızılay’a nasıl gidebileceğini soran kızla, Kırmızı’yla, konuşuyordum.
 
Legato’nun birkaç toplantısına katıldık beraber; fakat Bilkent’ten ikimizden başka kimseye ulaşamıyorduk. Zaman içinde tanışma sitelerinden ve daha nadir olsa da okuldan tanıştığımız insanlar oldu. Kırmızı’yla kafamızda hep bir LGBT topluluğu hayali vardı; fakat o günlerimizi düşününce aslında hiçbir şey bilmediğimizi görüyorum ki hâlâ fikirsel düzeyde önemli eksiklerimiz var. Zaman zaman arkadaşlar arasında topluluk kurma lafları olsa da sistemli bir çalışma ve grup içi sıkı bağlar oluşmamıştı.
 
2009 sonbaharında Kaos GL’de ODTÜ’lü arkadaşlarla buluştuk. Orada bizim daha önceden hiç düşünmediğimiz bir fikir atıldı ortaya: Politik olmayan, sadece arkadaşlıklarımızı kuvvetlendirmek için buluşmalar yapacaktık. Dışa açılmak yerine sayımızı artırmak ve ne istediğimizi daha iyi anlamak açısından çok önemli oldu bu fikir. Speed Cafe’de haftada bir yemek yiyip sohbet ediyorduk, Google grubumuzda deliler gibi mesajlaşıyorduk; çünkü hiçbir kısıtlama yoktu ve oldukça eğlenceli yazışmalar dönüyordu. Beraber güzel vakit geçirmek bizi yakınlaştırdı ve aramıza yeni insanlar katıldıkça heyecanlanıyorduk.
 
Topluluk fikri 2010 başlarında 2010-2011 döneminde yapmayı kararlaştırdığımız bir şey haline gelmişti. Yine de emin değildik başvurumuzun kabul edilip edilmeyeceğinden, bazı arkadaşlardan rektörlüğün buna izin vermeyeceğiyle ilgili yorumlar alıyorduk. O yüzden Toplum Gönüllüleri’nden arkadaşların yardımıyla Toplumsal Duyarlılık Projeleri altında “Renkli Düşün!” adı altında bir proje yapmaya karar verdik. Bu süreçte 16 Nisan 2010’daki Radyo Bilkent’in Kırmızı Alarm Partisi’nin etkisi çok büyük oldu. Zira parti dönüşü arkadaşım Mevlüt ve ben 4-5 kişilik bir grubun saldırısına uğradık. Saldırının eşcinsel oluşumuzdan kaynaklandığını düşünüyoruz. Partide ve sonrasında aldığımız tepkiler de bu görüşümüzü destekliyor. Ne yazık ki saldırganlar bulunamadı, daha da kötüsü ise saldırganları tanıdığını söyleyen kişilerin bile bu kişilerin kim olduğunu söylememesi.
 
Atatürk Hastanesi’nden aldığımız darp raporunun arından olayı olabildiğince duyurmaya çalıştık ve Facebook üzerinden saldırıyı kınayan bir grup kurduk. Sandığımızın ötesinde etki uyandırdı bu grup ve kısa sürede 3000’in üzerinde üyesi oldu. Saldırı ve eşcinsellik kampüste en çok konuşulan konulardan haline geldi. Okul gazetesi için olayı anlatan bir yazı hazırladım; fakat okulun prestijini olumsuz etkileyeceği gerekçesiyle ilk başta yayınlamak istemediler. Ardından Hürriyet gazetesi ile sürmanşetten verilen bir röportaj yaptım. Bunun ardından okul gazetesi yazımı yayınlamayı kabul etti. Tüm bu süre içinde okuldaki hocalarımızla konuşup destek topladık. Saldırı sonrası öğrencilerden de büyük destek aldık. Oldukça büyük bir kamuoyu oluştu ve Renkli Düşün! projemiz için çok heyecanlanıyorduk. Proje sunumunu yaptığımda amaçlarımızın çok önemli ve gerekli olduğu belirtildi; fakat LGBT meseleleri Toplumsal Duyarlılık Projeleri için fazla politik bulundu. Bunun ardında Kürtler, Aleviler ya da Ermeniler de isteklerde bulunabilir dendi; fakat bir öğrenci topluluğu kurmamızın daha mantıklı olduğu ve bize destek verecekleri söylendi. Bilkent’te topluluk başvuruları güz döneminin belli bir aralığında yapılabildiği için bir sonraki dönemi beklememiz gerekiyordu.
 
Özgürlükçü Düşünce Topluluğu’nun desteğiyle “homofobi” başlıklı bir açık oturum düzenledik ve güzel bir tartışma yaşandı. Sıra başvuru hazırlığına geldiğinde herhangi bir topluluktan daha dikkatli ve titiz bir çalışma içine girdik. Sudan bir sebepten reddedilmek istemiyorduk. Topluluk işlerinden anlayan kişilerle görüşerek neyi nasıl yapmamız gerektiğini danıştık, ayrıca Öğrenci Dekanı’na derdimizi anlatarak destek arayışı içine girdik. Topluğumuz 4 Kasım’da resmen kurulana kadar paranoyaklaşmıştık ve başvurumuzun reddedilmesi halinden ne yapacağımızı düşünüyorduk. Kabulün çıkması ardından ise en doğru ve başarılı yolu nasıl bulabiliriz diye kafa patlatmaya başladık. Hâlâ bulabilmiş değiliz.
 
Sadece LGBT’lerin değil, herkesin katılıp kendinden bir şeyler bulabileceği etkinlikler yapmayı düşündük. Farklı ayrımcılıklara karşı ortaklaşmak istediğimizi duyurduk. 25 Kasım’daki tanışma toplantımıza 70’e yakın kişi katıldı ve bu Bilkent’teki bir öğrenci topluluğu için, üstelik yeni açılan bir topluluk için inanılmaz bir rakam. İnsanlar bu topluluğa ayrı bir önem atfediyorlar ve bu topluluğun özgürce faaliyet yürütebilmesini önemsiyorlardı. Şimdiye kadar FIT ve Prayers for Bobby film gösterimleri, Avukat Günal Kurşun’la nefret suçları konferansı ve dünya AIDS günü için stand hazırladık. Ayrıca yurtlar müdürlüğüne homofobi ve transfobi konusunda eğitimler vermek üzere Bilkent yurtları müdürü Zeki Samatyalı ile anlaştık. Toplulukta hiçbirimizin aktivizm geçmişi olmadığı için çoğu şeyi tecrübe ederek öğreniyoruz. İnsanların çekinceleri ve/veya önyargıları katılımı etkiliyor tabi ki; fakat zaman içinde işleri oturtacağımızı düşünüyorum.
 
Okul yönetiminin bizleri desteklediğini biliyoruz. Öğrenci Dekanı Jale Gürzumar’la görüşmemiz ardından kafamız netleşti. Topluluğumuzun varlığından rahatsız olan gözler üzerimizde; fakat Bilkent’te her şeye rağmen daha özgür bir ortam yaratılmak istendiğini biliyoruz. Bundan sonraki süreçte kendimize güvenimiz daha fazla. Diğer üniversitelerle ve derneklerle işbirliği içine girerek daha büyük etkiler yaratmak istiyoruz. Legato süreci sonlanmış olabilir; fakat verilen mücadelelerin boşa gitmediğini ve yeni alanlar açtığını düşünüyorum.
 


Etiketler: yaşam
nefret