10/03/2020 | Yazar: Aslı Alpar
Kaos GL’nin toplumsal cinsiyet eşitliği ve çeşitliliğini sağlamak adına yürüttüğü çalışmaları görünür kılmak için başladığımız söyleşi dizisi “Bıraktığımız yerden”in altıncı konuğu derneğin finans çalışanı Selma Koçak.
Fotoğraf: Engin Gelibolu
Kaos GL Derneği toplumsal cinsiyet eşitliği ve çeşitliliğini sağlamak için kurumsal işleyişinde ‘neler yapabiliriz’ sorusuna yanıtlar aramaya devam ediyor.
Bu sorudan hareketle yeni söyleşi dizimiz derneğin kadın çalışanlarının toplumsal cinsiyet eşitliğine yaklaşımı ile birlikte çalıştıkları alanlarda eşitliği ve çeşitliliği sağlamak amaçlı müdahalelerine yer veriyor.
Bu söyleşi dizisinde Kaos GL kadınları anlatıyor; onların toplumsal cinsiyet eşitliği ve çeşitliliğine dair süren çalışmalarının, planlarının ve hayallerinin tanığı oluyoruz.
Bizden önce bu mücadeleye katkı sunan ve bizden sonra sürdürecek olanların emeğini de görünür kılmak adına herkesin bıraktığı yeri işaretleyen bu söyleşi dizimizin adı da “Bıraktığımız yerden” oldu.
Söyleşi dizisinin bugün konuğu Kaos GL’nin finans çalışanı Selma Koçak.
Kaos GL’nin toplumsal cinsiyet eşitliği ve çeşitliliği bağlamındaki politikalarını nasıl değerlendiriyorsun?
Aslında çok yeniyim ben Kaos GL’de, birkaç aydır buralardayım. Elbette Kaos GL’yi ve buradaki pek çok insanı uzun zamandır tanıyorum, biliyorum. Kaos GL’ye gelmeden önce toplumsal cinsiyet eşitliği politikaları konusunda elbette çok şey duymuştum. Mesela regl izni. Gerçekten muhteşem bir uygulama olduğunu düşündüğüm için çok da imrenmiştim buradaki arkadaşlara. Bir diğeri 8 Mart’ın kadınlara tatil olması… Bu da gerçekten çok cezbetmişti beni. Kaos GL’yi ben daha çok dayanışmacı yönüyle tanıyordum ama buraya geldikten sonra, insanlar arasında kurulan yatay ilişkileri, birbirlerine gösterdikleri saygıyı, yaptıkları iş ne olursa olsun o işin çok önemli ve değerli olduğunun hissettirildiğini gördüm. Bunlar benim için çok önemliydi. Burada kendimi iyi ve rahat hissetmemi sağladı.
Toplumsal cinsiyet eşitliği ve LGBTİ+’ların hakları için yıllardır mücadele eden bir örgütün politikaları konusunda daha çok bana hissettirdiği duygular üzerine konuşmak istiyorum. Burada durmayı seviyorum, burada kendimi ifade edebileceğimi düşünüyorum, burada kimse tarafından yargılanmayacağımı biliyorum. İşte bunlar hep toplumsal cinsiyet eşitliği, hep toplumsal cinsiyet çeşitliliği.
Mutlaka eksik yanları vardır, tartışarak, üzerinde düşünerek değiştirilecek, güncellenecek tartışmalar her zaman olacaktır. Bunları da diğer arkadaşlar anlatırlar belki.
Bir sivil toplum örgütünün toplumsal cinsiyet eşitliği ve çeşitliliğini sağlaması için neler yapması gerektiğini düşünüyorsun?
Türkiye’de bir sivil toplum örgütünün toplumsal cinsiyet eşitliğini ve çeşitliliğini sağlayabilmek için epey yol kat etmesi gerektiğini söyleyebilirim sanırım ilk olarak.
Doğrudan LGBTİ+ ya da kadın haklarıyla ilgili çalışmadığı sürece sivil toplum örgütlerinin bu konuyu çok da öncelemiyorlar. Toplumsal cinsiyet ve LGBTİ+ konularıyla ilgili araştırmalar daha fazla teşvik edildiği ve fonlandığı için cazip bir konu olarak herkesin ilgisini çekse de sivil toplum örgütlerinin bu eşitliği ve çeşitliliği sağlama konusunda aynı ölçüde hevesli olduklarını gözlemlemiyorum ne yazık ki. Öncelikle bu konunun bir etiket gibi kullanımından vazgeçmekle başlamak gerekir belki de. Bu konularla ilgili araştırmalarda da bu işin öznelerine daha fazla alan açılırsa önemli bir adım atılmış olur sanki.
Yine Kaos GL’de gördüğüm kadarıyla, bu konularda politika belgeleri oluşturmak işleri büyük ölçüde kolaylaştırıyor ve kafa karışıklıklarını engelliyor. Dolayısıyla belki de sivil toplum örgütleri kendi içlerinde yapacakları çalışmalar sonucunda bir araya gelerek bu belgelerin yaygınlaşması ve toplumsal cinsiyet eşitliğine ilişkin politikaların ortaklaştırılması için birlikte düşünebilirler.
Türkiye’nin son 10 yılını toplumsal cinsiyet eşitliği bağlamında nasıl değerlendiriyorsun?
Türkiye’nin son 10 yılını benim hayatımın dörtte birine tekabül ediyor, Gezi dışında, iyi hatırlamadığım bir dönem bu. Üst üste çok şey yaşandı. Çok insan öldü, işsiz kaldı, yerinden edildi, sindirildi, korkutuldu…
Toplumsal cinsiyet eşitliği politikaları da elbette bu baskı ortamında saldırılardan payını fazlasıyla aldı. Pek çok mücadeleyle kazanılmış haklar geriletilmeye çalışıldı, feminist akademisyenlerin üniversitelerden ihraç edilmesiyle kadın çalışmaları bölümlerinin içleri boşaltıldı. Yüksek Öğrenim Kurumu, 2015 yılında başlattığı Toplumsal Cinsiyet Araştırmaları projesini durdurdu ve buna ilişkin Tutum Belgesi’ni uygulamadan kaldırdı. LGBTİ+’ların pek çok etkinliği OHAL döneminde ve sonrasında keyfi bir şekilde iptal edildi. Dolayısıyla toplumsal cinsiyet eşitliği hem akademik hem de aktivizm düzeyinde önemli darbeler aldı. Ama elbette aynı zamanda, tüm bunlara rağmen bir şeyler yapmaya devam eden insanların ve örgütlerin varlığını sürdürdüğünü görmenin de güçlendiren, sağlamlaştıran bir yanı olduğunu da görmezden gelemeyiz.
Geleceği nasıl düşünüyorsun?
Ben biraz karamsarım bu konuda sanırım. Bundan 4-5 yıl önce haberlerde izlemiştim. Ülkesindeki savaş nedeniyle Türkiye’ye gelen Suriyeli bir çocuğa “Hayalin var mı?” diye sormuşlardı, o da “Hayalim yok!” diye cevap vermişti. Bu cevaba saatlerce ağladığımı hatırlıyorum. Bu aralar o çocukların sayısının giderek arttığını görüyorum maalesef. Oldukça sıkıntılı bir dönem yaşıyoruz ve benim umut etme potansiyelim de giderek düşüyor. “Bitse de gitsek!” diye hissediyorum çoğu zaman. Öte yandan genç, güzel, alımlı ve bakımlı bir kadın olduğum aklıma geliyor, daha yolun çok başında olduğumu idrak ediyor ve “Saçmalama!” diyorum. Derhal kendime geliyorum ve hiçbir ayrımcılığa maruz kalmadığımız, toplumsal cinsiyet eşitliğinin tavan yaptığı, hayali olmayan hiçbir çocuğun kalmadığı, rengârenk ve herkesin birbiriyle barıştığı bir dünyanın çok uzak olmadığını umuyorum.
Etiketler: kadın, yaşam