08/05/2020 | Yazar: Ali Erol
Ramazan’ın ilk haftasında Diyanet eliyle geliştirilen homofobik söyleme rağmen nefrete karşı gökkuşağına yer açan gazete “köşe”leri de oldu…
Gökkuşağının hakkını veren, LGBTİ+’lara selamı esirgemeyen, en azından homofobik nefret söyleminden medet ummayan pozitif “köşe”leri okumaya devam ediyoruz.
Nisan ayının ilk yarısında, korona günlerinde komplo teorilerini yeniden üretmektense, cinsiyetçi ve homofobik nefrete karşı eşitliğe ve sosyal devlet gereklerine dikkat çeken köşelere göz atmıştık.
Nisan ayının ikinci yarısında ise Diyanet’in eşcinselleri hedef göstermesi hem ulusal hem yerel basın “köşe”lerinde cinsiyetçi ve homofobik nefret söylemlerine yol açtı.
Ramazan’ın ilk haftasında Diyanet aracılığı ile geliştirilen ve yayılan cinsiyetçi ve homofobik nefret söylemlerine rağmen, “köşe”lerinde cinsel çeşitliliğe, cinsel yönelimlere, cinsiyet kimliklerine, LGBTİ+’lara (Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans, İnterseks) kısacası nefrete karşı “gökkuşağı”na yer açan gazete yazıları da oldu.
Nisan ayının ikinci yarısından işte bu “köşe”leri Karar, Yurt, Sözcü, Cumhuriyet, T24 yazarlarından seçtik.
Karar, Yıldıray Oğur: “Tabii ki din değişmedi ama güç ilişkileri, siyasi tercihler değişti”
Karar gazetesinden Yıldıray Oğur, “Ülkeyi paylaşmak zorundayım... Ülkeyi paylaşmak zorundasın...” başlıklı köşe yazısında, Diyanet’in daha önce de yayınladığı çeşitli fetvalarda “eşcinselliğin sapkınlık olduğunu” söylediğini hatırlatıyor ve ekliyor: “Ama herhalde ilk kez doğrudan bir Diyanet işleri Başkanı’nın ağzından ve bir Cuma hutbesinde eşcinselliğin lanetlendiğini, hastalıklara neden olup nesli çürüttüğünü duyduk.”
Salgın ortasında, “bugüne kadar hiç tecrübe edilmemiş bir Ramazan’ın başlangıcında Cuma namazı için boş bir camide minbere çıkan Diyanet İşleri Başkanı,” diyor, Karar köşe yazarı, eleştirel bir yaklaşımlar, “Ramazan havasına uygun, herkesi kucaklayan bir hutbe yerine, virüsü eşcinselliğe, hastalıklara, AIDS’e bağlayan belli ki polemik yaratacak bir hutbeyi tercih etti.” diye tamamlıyor.
Diyanet’i, “iktidarların ihtiyaçlarına göre pozisyon almış resmi bir devlet kurumu” olarak anan Yıldıray Oğur, devam ediyor: “O yüzden Diyanet’e içinde eşcinsellerin de olduğu vatandaşların vergileriyle çalıştığını hatırlatmanın da “Eee dinin hükümlerini söylemesin mi” demenin de pek bir anlamı yok. Diyanet, vatandaşlara ya da dine göre değil her zaman en başta devlete göre hizalanmış bir kurum.”
Karar köşe yazarı Oğur, Diyanet’in söylemsel işleyişine yönelik eleştirel yaklaşımını sürdürüyor: “Şimdi de öyle yapıyor. Muhafazakar bir iktidara güvenerek dinin kendisi için risksiz bir hükmünü hatırlıyor, lanetli deyince başının ağrımayacağı zayıf bir kesimi hedef alıyor. İslam’ın bugün hatırlatılması riskli başka hükümlerini ise hatırlamıyor.”
Diyanet’in şikayetiyle hakkında soruşturma açılan Ankara Barosu’nun söylemini de eleştiren Karar köşe yazarı, Diyanet’i savunan hükümet yetkililerini anarak, “eşcinsellik meselesinde devleti yönetenlerin dini referanslarla konuşması”nı “dikkat çekici” buluyor. 18 senelik AKP iktidarının uygulama dilinin “bu kadar katı” olmadığını söyleyen Oğur, 2004 yılında TCK’dan zina suçunun çıkarıldığında, 2005 yılında Ankara’da Kaos GL Derneği’nin kurulduğunda da, AKP’nin iktidarda olduğunu hatırlatıyor.
İstanbul Sözleşmesi olarak bilinen Kadına Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’ni ilk imzalayan ve Meclis’inde ilk kabul edenin de yine “AK Parti’nin yönettiği Türkiye” olduğunu belirten Karar köşe yazarı, Yani bu sözleşmeye imza atarak iktidar “cinsel yönelim” i tanımış, yani bunun bir hastalık ya da sapkınlık olmadığını kabul etmiş oldu.” diyor ve ekliyor: “Tabii ki din değişmedi ama güç ilişkileri, siyasi tercihler değişti.”
Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın eşcinselleri ve HIV’le yaşayanları hedef gösteren Cuma hutbesi, gazetelerin cinsiyetçi ve homofobik nefret “köşe”lerini beslerken, Karar gazetesinin köşe yazarlarından Yıldıray Oğur, eleştirel yaklaşımını net ortaya koyan tek Karar yazarı oldu.
Karar gazetesinin diğer “köşe” yazarlarının yazılarını ise Yıldıray Oğur’un yazısı gibi gökkuşağı köşelerini hak etmeseler de, homofobik nefret söylemiyle bendini aşıp “köşe”lerine sığmayan gazete yazılarının “tipik” örnekleri olarak görmemeyi tercih ettik.
Karar gazetesinin köşe yazarlarından İbrahim Kiras’ı, güya, “Üstelik bu sözlerin içinde şiddet çağrısı falan yok; “dövelim, öldürelim, yok edelim” demiyor.” dese de, Diyanet’i eleştirmektense Ankara Barosu’nu dövmenin kolaycılığına kapıldığı için hemen geçelim.
Karar gazetesinin diğer köşe yazarları Taha Akyol, Ahmet Taşgetiren ve Akif Beki ise ortayoldan, sağdan sağdan söz söylemeyi tercih ediyor…
Karar “köşe” yazarı Taha Akyol, “Diyanet ve Ankara Barosu” başlıklı yazısında, Ankara Barosu’nun açıklamasını “sorumsuzluk” olarak adlandırmakla birlikte, “Ak Parti iktidarı tarafından imzalanmış olan İstanbul Sözleşmesi adlı metinde “cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği temelli tüm ayrımcılık biçimleri” reddediliyor. Esasen kadına karşı şiddeti önlemeyi hedef alan bu uluslararası sözleşmedeki “cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği” kavramları, LGBT tarafından referans olarak alınmaktadır.” hatırlatması yapıyor.
Karar’dan Ahmet Taşgetiren, “Fırtınanın analizi” başlıklı köşe yazısında, “Ne diyelim, kimilerine çok naif gelebilir ama, ben biraz daha akl-ı selim uyarısı yapmayı tercih ederim.” diyor. Bir “Karar Okuru”nun düştüğü “yorum”da, Taşgetiren’i, “Sende mi sola savruldun” diye eleştirdiği görülüyor!
Karar’dan Akif Beki, hem nalına hem mıhına vuran iki “köşe” yazısı kaleme aldı. “Diyanet Reisi Baroya müteşekkirdir” başlıklı ilk yazısında, “Çok eleştiri alıyordu, koltuğu sallantıdaydı, siyasetin fazla etkisinde olduğu tartışılıyordu.” dediği Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın, “son hutbesine karşı, LGBTİ hakları üzerinden geliştirilen atak sağ olsun! Koltuğu artık her zamankinden daha sağlam.” olduğunu yazdı.
“Eşcinsellere, evlilik dışı ilişki yaşayanlara hukuk güvencesini savunuyorsanız, haklı bir noktadasınız. Nefret söylemi, şiddet ve ayrımcılığa karşı hak ve özgürlüklerin korunmasına çağırıyorsanız, yine öyle...” derken, “Nefret saldırısına maruz kaldığınız iddiası, size nefretle saldırma hakkı vermiyor.” diyerek de Ankara Barosu’nu eleştirdi.
Karar köşe yazarı Beki, “Haksız yakalananların tazminatı hesaplanıyor mu?” başlıklı ikinci yazısında ise “En son, Ankara Barosu ‘homofobik’ bulduğu Diyanet’e, Diyanet de ‘İslamofobik’ dediği Ankara Barosuna karşı kullandı” dediği ve “iki suç duyurusunun dayanağı da aynı madde” diye andığı, “Eski TCK’nın 312. maddesindeydi, bugün 216. Madde”ye değiniyor: “Herkesin beğenmediği fikri koşup savcılığa ihbar etmesini sağlayan ayrımcılık suçlaması.”
Yurt, Süleyman Karan: “İnsanları kışkırtmanın yolu, nefreti körüklemek. LGBTİ ise hedef seçilmesi en uygun kesim”
Yurt gazetesinden Süleyman Karan, “Her şeyi bir kenara bırakın, laiklik için tek vücut olalım” başlıklı “köşe” yazısında, Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş'ın eşcinsellik ve evlilik dışı ilişkiyle ilgili açıklamalarına ilişkin “Cinayete azmettiriyor” diye yazdı. Gazete, “Erbaş’a bir tepki de Yurt Gazetesi yazarı Süleyman Karan'dan geldi” anonsuyla, yazarının köşe yazısının ilgili bölümünü ayrıca bir kez daha yayımladı.
“Diyanet İşleri Başkanlığı, kuruluşundan bu yana, iktidarların borozanı olmuş bir kurum. Emir komuta zincirinde hareket eden, fetvalarını iktidarın taleplerine göre veren bir hükümet yan kuruluşu.” diye yazan Yurt köşe yazarı Karan, “inançlıları sömürmeyi, provokatif çıkışlar yapmayı marifet sayan bir kurum” diye devam etti.
“İnsanları kışkırtmanın yolu, nefreti körüklemek. LGBTİ ise hedef seçilmesi en uygun kesim. Zira cehaletten kaynaklanan önyargıların nefrete, saldırıya, hatta cinayete yönlendirilmesi çok kolay. İşte Diyanet İşleri Başkanlığı aldığı emirle tam da bunu yaptı. Bundan böyle, cinayete kurban giden her LGBTİ yurttaşın ölümünden, bu kurum ve bunun arkasında duranlar sorumludur. Suçları çok sabittir, cinayete azmettirmek!”
Yurt köşe yazarı Süleyman Karan, yazısını şöyle tamamladı: “Bugün, LGBTİ yurttaşlara sahip çıkmak, bugün barolara sahip çıkmak, cumhuriyete ve laikliğe sahip çıkmak, mezhepçi şoven faşizan rejime karşı net tavır almak demektir.”
Sözcü, Deniz Zeyrek: “Yetinmiyor, kendisi gibi düşünenlerin, etiketlediklerinden nefret etmesini, onlara kin duymasını bekliyor”
Sözcü köşe yazarı Deniz Zeyrek, “Başkan çık aradan!” başlıklı yazısında, “Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, cinsellikle ilgili mevzulara takmış görünüyor. Baksanıza; Dünyada, ülkemizde, İslam aleminde bunca sorun varken, O kendisini Ramazan ayının ilk Cuma hutbesini insanların cinsel tercihlerine ayırmak zorunda hissediyor.” diye yazdı.
Diyanet İşleri Başkanı’nı, “yetinmiyor, kendisi gibi düşünenlerin, etiketlediklerinden nefret etmesini, onlara kin duymasını bekliyor” diye devam eden Sözcü köşe yazarı Zeyrek, “Bu tartışmada unutmamamız gereken şudur” diyor ve ekliyor: “Başka insanların yaşamını kendi inançları doğrultusunda şekillendirmek isteyen bir kişiye ya da zümreye karşı çıkıp, laik cumhuriyeti savunmak suç değil, bilakis haktır.”
Cumhuriyet, Mine Söğüt: “Yaşanan hukuki ve dini gerilim sadece LGBTİ’leri değil, çağdaş hukuk devletinde yaşamayı tercih eden herkesi ilgilendiriyor”
Cumhuriyet gazetesinden Mine Söğüt, “‘Durma haykır, eşcinsellik günahtır’” başlıklı köşe yazısında, “anayasasında hâlâ hukuk devleti yazan bir ülkede… Referanslarını İslamdan alan bir iktidarın... Eşcinsel haklarını, kadın haklarını ya da insan haklarını dinen sorgulamasına tepki göstermek herkesin haddi. Çağdaş hukukun da bir numaralı görevi.” diye yazdı.
“Herkesin iki gündür üstüne basa basa tekrarladığı gibi, eşcinsellik bir hastalık değildir, tedavi edilmez ama homofobi psikolojik bir hastalıktır ve tedavi edilebilir” diyen Mine Söğüt, şöyle devam etti: “Şu anda Ankara Barosu ve Türkiye Devleti arasındaki, tam yetkili ve partili bir cumhurbaşkanının da iştahla taraf olduğu “zina ve eşcinsellik” meselesine dair yaşanan hukuki ve dini gerilim sadece LGBTİ bireyleri ya da “zina” yapanları değil, çağdaş hukuk devletinde yaşamayı tercih eden herkesi ilgilendiriyor.”
Cumhuriyet gazetesinden Ergin Yıldızoğlu ise “Korona günlerinde kültür savaşları” başlıklı köşe yazısında, “Toplumun en kolay “ötekileştirilebilecek” kesimi, LGBTİ+ bireyler, siyasal İslamın “hakikat rejimini” (kültürel egemenliğini) kabul etmeyenleri temsil edecek “simgesel şey” konumuna yükseltilmek üzere “hedefe” kondular.” diye yazdı ve devam etti: “Doğal olarak LGBTİ+ bireyler ve temsilcileri, Covid-19 salgınını dini ahlakla ilişkilendirmenin saçmalığı bir yana, kendilerini savunmak, dinci fanatiklerin düzenleyebileceği olası linç girişimlerine karşı toplumu uyarmak için, bireylerin “anayasa karşısında” eşit olduğunu anımsattı.”
T24 “köşe”leri, “Böyle bir tutum Anayasa'ya da, laikliğe de, özgürlüğe de darbedir”
T24 yazarlarından Murat Belge, “Din işleri” başlıklı yazısında, “Diyanet’in kendi tarihi boyunca görülmemiş ölçüde "etkin" olduğu günler”den geçtiğimize dikkat çekiyor. “Şu "koronalı", dolayısıyla dertli günlerimizde bir LBGT+ kavgası çıkarmadan duramadık” diyen Belge, bunun da, “Yankı yapması kolayca beklenecek bir çıkış” olduğunu söylüyor.
Murat Belge, “"cinsel ahlak" konusunda kesilen ahkamın toplumun belirli bir kesiminde bir itiraza yol açması beklenmeyecek bir şey değildi -bana sorarsanız, "beklenecek ve beklenen şey"di” diyor ve Ankara Barosu’ndan gelen tepkiye ilişkin de “Bana öyle geliyor ki "feveran" da önceden hazırlanmış” diye ekliyor.
“Başkan’ın söylediği sözler Kur’an’da var mı? Var. O halde tartışacak bir konu da kalmadı.” yaklaşımını karşı, “kıyamet kadar” başka “hüküm” var, onları ne yapacağız diye soruyor: “Şimdilik Tayyip Erdoğan’ın kendisine kurmak istediği mutlak iktidara bir somut katkıları yoksa, sözünü etmeyeceğiz, gündeme getirmeyeceğiz. Bütün bunları da Diyanet İşleri ile paralel bir politika yürüterek yapacağız.”
T24’ten Mehmet Y. Yılmaz, “Anayasa yürürlükteyse, öyle konuşmamalıydı” başlıklı yazısında, “Günümüzde, insan haklarını temeline alan modern hukuk için eşcinsellik de zina da cezalandırılacak suçlar değil” diyor ve devam ediyor: “Laik hukukun geçerli olduğu bir ülkede, kişisel hakları Anayasa tarafından teminat altına alınmış insanlara, ayırımcı ve aşağılayıcı sözler söylemesi, Diyanet İşleri Başkanı’na yakışmıyor. Din adamlarından kutuplaştırıcı değil, birleştirici olmalarını bekleriz. İslam, "hoşgörü dini" değil miydi?”
T24’ten Hasan Cemal, “Acılara tutunmak... Acılara tutunarak yaşamak...” başlıklı yazısına Ahmet Kaya’nın şarkısı ile başladığı yazısında, “Acılara tutunarak yaşamak bitmek bilmiyor bu memlekette, çünkü farklılıklara düşmanlık bitmek bilmiyor” diyor ve devam ediyor: “Öylesine bir devlet ki... Öylesine bir Saray iktidarı ki... Kendisinden farklı olana, kendisine muhalif olana hayat hakkı tanımak istemiyor. Son örnek LGBTİ+'lar... Diyanet İşleri Başkanı 'fetva'yı çekti, LGBTİ+'ları aşağıladı, onları hedef gösterdi, neredeyse katli vaciptir iklimi yarattı. Hatta nefret suçu işledi.”
“Bakın, bir kez daha not edin: İnsanlar nasıl isterse öyle yaşar. Karışamazsınız. Hayat tarzlarından dolayı onları aşağılayamazsınız. Bütün farklılıklarıyla birlikte, bütün aykırılıklarıyla birlikte nasıl isterlerse öyle yaşarlar. İnsan haklarının gereğidir bu. Anayasa'nın gereğidir bu. Laiklik ilkesinin gereğidir bu. O hayat tarzından hoşlanmayabilirsiniz. Eleştirebilirsiniz. Ancak diyanet fetvalarıyla, savcılık soruşturmalarıyla, o klasik haddini bil diye başlayan Saray açıklamalarıyla onlara yüklenemezsiniz. Böyle bir tutum Anayasa'ya da, laikliğe de, özgürlüğe de darbedir.”
LGBTİ+’lara selamı esirgemeyen, en azından homofobik nefret söyleminden medet ummayan “köşe”leri okumaya devam edeceğiz: “Hep kahır, hep kahır, hep kahır, hep kahır” nereye kadar…
Etiketler: medya