11/10/2006 | Yazar: Mahmut Şefik Nil
‘Hep bir hastalık olarak görülen eşcinselliğin tek başına bir hastalık kaynağı olmadığı anlaşıldı. Neden dolayı anlaşıldı? Çünkü yakın zamana kadar yapılan araştırmalar, hep eşcinselliğin bir hastalık olduğu ve kliniklere gelmiş olan eşcinseller üzerinde yapılan araştırma sonuçlarına dayandığı için sürekli olarak eşcinsellerde onları heteroseksüellerden ayıran bir farklılık arandı.’ Kaos Kültür Merkezi'nde, 29 Eylül 2002 tarihinde, psikolog Mahmut Şefik Nil'in katılımıyla gerçekleşen söyleşinin dökümünü yayınlıyoruz.
‘Hep bir hastalık olarak görülen eşcinselliğin tek başına bir hastalık kaynağı olmadığı anlaşıldı. Neden dolayı anlaşıldı? Çünkü yakın zamana kadar yapılan araştırmalar, hep eşcinselliğin bir hastalık olduğu ve kliniklere gelmiş olan eşcinseller üzerinde yapılan araştırma sonuçlarına dayandığı için sürekli olarak eşcinsellerde onları heteroseksüellerden ayıran bir farklılık arandı.’ Kaos Kültür Merkezi'nde, 29 Eylül 2002 tarihinde, psikolog Mahmut Şefik Nil'in katılımıyla gerçekleşen söyleşinin dökümünü yayınlıyoruz.KAOS GL
Mahmut Şefik Nil
Çekingenlik-saldırganlık sarmalında eşcinsel hayatlar diye bir başlığımız var. Konu hakkında nasıl konuşacağız, ne anlatacağız diye çok büyük çekincelerimiz vardı. Neden? Yanlış anlaşılabilecek bir konu. "Eşcinsellik bir patoloji nedeni midir?" "Bir hastalık sebebi midir?" "Bir hastalık olarak ele alınmalı mıdır?" Sürekli bunun üzerinde durduk ve konu da bunun üzerinde gidecek. Maalesef bu konuda yapılmış olan bir araştırma var. Bu araştırmanın yurt dışında yapılmış olan veyahut ta daha farklı versiyonları üzerinde fikrimiz yok. Onu araştırmadık. Baştan bunu söylemem gerekecek. Türkiye'de yapılmış olan bu araştırmada sonuçlar güzel değil. Nedenin tamamen kültürel olduğunu düşünüyoruz. Psikolog arkadaşlarla konuşurken araştırmayı yapanların yanlı olduğundan bahsettiler. Araştırmayı yapanları tanıdıklarından bahsettiler. Fakat ben bunları çok anlamlı bulmadım. Şundan dolayı bulmadım. Biraz sonra sunacağımız araştırmada eğer bir yanlılık var ise bizim yapmamız gereken şey, herhalde kendi içimizdeki psikologların bir araya gelmesi ve araştırmayı aynı testler ile tekrarlaması ve sonuçlarını iletmesi olacaktır, diye düşünüyorum.
Araştırma sonuçlarını biraz sonra göreceksiniz, ilkin bir iki hatırlatmamız var. Bunları hepimiz biliyoruz. Hiçbir etken eşcinselliğin nedenini tek başına açıklayacak değil. Daha önce yapılmış olan bir çok deney var. Eşcinseller özellikle Avrupa’daki laboratuarlarda inceleme konusu olarak ele alındılar. Tüm tarih boyunca eşcinseller aykırı bir grup olarak belirlendiler ve üzerlerine sürekli baskı uygulandı. Bilim de tabii ki üzerine düşen görevi yaptı burada! Eşcinseller üzerine sayısız araştırma var. İlk başta nedenini bulmak ve eşcinselliğin oluşumunu engellemek, rahatsız edici olan bu grubu durdurmak ve bir daha ortaya çıkmamasını sağlamak için birçok araştırmaya gidildi. Birçok testler yapıldı. Özellikle 1 950'li yıllarda hormonlar üzerinde dahi oynandı.
Sonuç olarak hep bir hastalık olarak görülen eşcinselliğin tek başına bir hastalık kaynağı olmadığı anlaşıldı. Neden dolayı anlaşıldı? Çünkü yakın zamana kadar yapılan araştırmalar, hep eşcinselliğin bir hastalık olduğu ve kliniklere gelmiş olan eşcinseller üzerinde yapılan araştırma sonuçlarına dayandığı için sürekli olarak eşcinsellerde onları heteroseksüellerden ayıran bir farklılık arandı. Fakat yakın zamanlarda, 68'lerdeki cinsel devrimden sonra veyahut ta Amerika ve Avrupa'daki hareketten sonra eşcinsellerin kazanmış olduğu haklar ve kendilerini daha rahat ifade edişleri, sosyal alandaki daha rahat ortaya çıkışlarından sonra eşcinsel olduğunu söyleyen ve heteroseksüellerle aynı testlere giren insanlarda, özellikle Amerika ve Avrupa'da bariz bir farklılık görülmedi. Yapılan hormon araştırmaları olsun, beyin kaynaklı araştırmalar olsun veyahut ta diğer sosyal alandaki araştırmalar olsun, eşcinsellerin heteroseksüellerden çok da farklı olmadıklarını, bir birey olarak kendilerini ifade edebildikleri sürece, herhangi bir suçluluk duymadan da hayatlarına devam edebileceklerini gösterdi. Ve birçok şey elendi.
İkizler üzerinde yapılmış olan araştırmalar var. Sosyoekonomik düzey üzerine yapılmış olan araştırmalar var. Birçok araştırmalarda tek başına eşcinselliği ortaya çıkarabilecek herhangi bir şey bulunamadı. Bundan dolayı da psikolojik anlamda veyahut ta ruh sağlığı alanında artık eşcinsellik tek başına bir hastalık olarak kabul edilmiyor. Fakat Türkiye'de hâlâ eşcinsellik, tek başına ruh sağlığı alanında bir hastalık olarak kabul ediliyor. Örneğin, küçük bir çocuk cinsel kimlik bozukluğu tanısı ile bana getirildiği zaman ben çocuğa bir tedavi uygulamak zorunda kalıyorum. Herhangi bir okuldan eşcinsel olduğu gerekçesi ile gönderilmiş bir öğrenci olduğu zaman ben bu çocuğa yine aynı şekilde eşcinselliğini değiştirmesi için bir tedavi uygulamak zorunda kalıyorum.
Biliyorum ki gerçekte böyle bir şey yok. Bu bir hastalık nedeni değil ve bu bir hastalık değil. Elimden geldiği kadar çevremdeki insanları buna ikna etmeye çalışsam da, maalesef bu konuda herhangi bir ikna yolu bulamıyorum. Şu nedendir, bu nedendir, işte babanın otoriter tutumu, işte Freud'un özdeşleşme kuramı, annenin baskıcı tutumu vs gibi birçok neden sayıldı fakat aynı aile içersinde aynı anne babanın yetiştirdiği çocuklardan bir tanesi eşcinsel olurken diğeri olmayabiliyor gibi pek çok olaydan dolayı artık eşcinselliğin tek başına herhangi bir nedenden kaynaklandığını söyleyecek bir veri yok. Dolayısı ile eşcinsellik artık bir hastalık sayılmıyor. Bir çok insan şöyle bir yaklaşım getiriyor, işte nedeni bulunmadığı için, bir çözümü bulunmadığı için bir hastalık değil. Tamamen yanlış bir fikir. Mesela kanserin de bir çözümü yok ama hastalık insanı öldürür veya fiziksel ya da ruhsal olarak zarar verir. En azından eşcinsellerin, rahat bırakılırlarsa insanları öldürmediklerini biliyoruz.
Eşcinseller birçok toplumda toplum tarafından baskı gören cinsel bir azınlık grubudur. Bu seminerde hareket noktamız bu. Eşcinsel oluş değil, eşcinsellerin bir azınlık grubu oluşu. Kinsey araştırmalarında eşcinselliğin oranı %10 gibi bir rakama denk geliyor. Antropolojik araştırmalardan biliyorum ki ilkel toplumlarda da eşcinsellik var. Hayvanlarda da eşcinsel davranış belirtileri görülüyor. Dolayısı ile eşcinselliğin heteroseksüellik gibi bize verili olduğuna artık neredeyse kendi şahsi fikrim, inanıyorum. Fakat eşcinseller % 1O'u temsil ettikleri için sürekli olarak bir azınlık grubu olarak görülüyorlar.
Tarih boyunca hiçbir zaman iktidar olamadıkları için bir eşcinsel kültürün varlığından söz etmek mümkün değil. Bizim böyle bir sorunumuz var. Şu anlamda bahsediyorum; mesela heteroseksüellerin bir kültürü var. Birbirlerine nasıl kur yapacaklarını, nasıl evleneceklerini, nasıl boşanacaklarını, ayrıldıkları zaman çocuklar ve eşyalar üzerindeki haklarının ne olacağına dair, yasalarla da teminat altına alınmış, bunun dışında toplum tarafından teminat altına alınmış olan bir kültürleri var. Fakat eşcinsellerin böyle bir kültürleri yok.
ilişkilerimiz başlıyor, bitiyor, çoğu kez deneme yanılma yolu ile gidiyor ve çok az eşcinsel uzun süreli birliktelik yaşayabiliyor. Daha ziyade kısa ilişkiler yaşıyoruz. Baskı gören bir cinsel azınlık grubu olduğumuz için bütün bunları yaşıyoruz. Baskı gördüğümüz için bir kültür oluşturamıyoruz. Bir kültür oluşturamadığımız için baskı görmeye devam ediyoruz. Yani burada bir kısır döngü var.
Eşcinsellik tıbbi bir sorun değildir, sorun olan yaşanılan toplum tarafından yaratılan değer ve yaşam biçimleridir. Eşcinsel oluş bir patolojiye neden olabilir mi? Evet neden olabilir. Tamamen bunun üzerinde duracağız. Fakat biraz sonra bahsedeceğimiz şey toplumda bulunan herhangi birisi için de aynı sorunları çıkartabilecektir. Çünkü burada konu baskı görmeyle ilgili bir durumdur.
Şöyle bir mekanizma çalışacak, farklılığını ayrımsayan, diğerlerinden farklı olduğunu bilen, artı bunu adlandıran ve aykırı nitelenmesi ile alay edilen, kınanan, baskı ve şiddet gören birisi seçim yapmak durumundadır. Bu olabildiğine açık. Bana aktarılan bir deneyimi paylaşayım: ‘İlk aşkımı yaşayana kadar hatta ilk aşkımı yaşarken de her şey o kadar güzeldi ki. Aşık olmuştum, diğerlerinin arasından onu seçmiştim, elleri, yüzü, gözü vs.si beni çok etkiliyordu. Kendi içimde çok romantik bir şeyler yaşıyordum. Ta ki onun bir erkek olduğunu ve benim de bir erkek olduğumu fark edene kadar.’ Ondan sonra birden bire büyü bozulur. Yaşanılan o yoğun duygunun, o aşkın bir sapıklık olduğu, onunla herhangi bir şeyin sürdürülemeyeceği, üstelik de bu aşık olunan kişiden öğrenilir.
Tüm bu yaşanılanların ardından kendinizi çok kötü hissedersiniz. Ve tüm doğallık o noktada bozulmuştur. Artık duruşunuzu kontrol etmek zorundasınızdır. Nasıl algılanacağınızı, nasıl göründüğünüzü kontrol etmek zorundasınız. Burada seçim yapmaktan kastımız şu; iki tane seçim alanı var. Ya ortaya çıkacaksınız, mücadele edeceksiniz. Bu bireysel anlamda. Toplumsal ya da örgütsel değil. Veyahut ta kendinizi saklayacaksınız. Neden? Şiddet görüyorsunuz. Alay ediliyorsunuz. Kınanıyorsunuz. Üzerinizde baskı var. Ve bu durumda tüm o doğal duruşunuz tamamen değişiyor.
Böyle bir durumun insanda getireceği bir takım psikolojik sonuçlar var. Sürekli olarak baskı gören, kendini saklamak, kontrol etmek, ertelemek ve isteği dışında karar alıp uygulamaya koymak zorunda kalan birinin, anksiyeteli ve depresif bir yapı geliştirmesi kaçınılmaz. Biraz sonra anksiyete ve depresyon nedir ona girmek istiyorum. Gerçi depresyon ile ilgili olan kavrama herhalde girmek gerekmiyor. Şarkıları türküleri bile var. Fakat burada anksiyete ve depresif bir yapı derken ortaya koyduğumuz veyahut ta işaret ettiğimiz tamamen kendisi olmak dışında davranmak zorunda kalan herhangi birinde görülebilecek olan doğal bir sonuçtur. Bunun için eşcinsel olmak gerekmez. Bunun için Kürt olmak yeterli, bunun için çingene olmak yeterli, bunun için zenci olmak yeterlidir. Bunun için herhangi bir alay, baskı ve kendini saklama nedenine sahip olmak yeterlidir.
Şimdi buradaki kavramları tek tek inceleyebiliriz. Özellikle erteleme kavramının altını çizmek isterim. Burada sürekli olarak yarına atılan bir umuttan bahsedebiliriz. Anksiyete ve depresyonu asıl ortaya çıkartanın da bu olduğunu düşünüyorum. Sürekli olarak yarına ertelemek.
Araştırmaya geçeceğim. Araştırmanın ismi "Erkek Eşcinsellerde Anksiyete ve Depresyon Düzeylerinin Değerlendirmesi". Araştırmayı yapan Erdinç Öztürk ve Prof. Dr. Gülsen Kozacıoğlu. Başlık korkunç. Neden korkunç? Araştırma 50 eşcinsel üzerinde yapılmış. 50 eşcinselin hepsi İstanbul'dan seçilmiş. Hiçbirisi psikiyatrik tedavi görmüyor. Ruhsal bir yardıma ihtiyaçlarının olmadığını söylemişler. Fakat sonuçlar bütün erkek eşcinsellere genellenmiş.
Şimdi anksiyete kavramına biraz bakacağız. Kontrolden kaçmak üzere olan, yasaklanmış bir içgüdüsel dürtü şeklinde kişiyi içeriden tehdit eden bir tehlikeye karşı gösterilen bir tepki. Kötü bir şey olacakmış gibi hissetmek olarak ifade ediliyor. Kötü bir şey olacak gibi hissediyorum diyorsam tabii ki bir korku yaşıyorum demektir.
Anksiyeteyi diğer herhangi bir korkudan ayıran bir özellik var. Korkunun içeride olması, yani dışsal bir nesneye bağlanmamış olması. Köpekten korkabilirim, işsizlikten korkabilirim, iflas etmekten korkabilirim, yalnız kalmaktan, şundan bundan fakat bütün bunların hepsinin bir nedeni vardır ve de dışarıdadır. Hatta yalnız kalmak gibi öznel bir neden dahi dışarıdadır. Çünkü tanımlanmıştır, adı konulmuştur. Fakat anksiyetede bir tanımlanmışlık yok. Kişi nedenini bilmediği bir şeyden korkar gibidir. Ve sürekli olarak aslında gergindir,
tedirgindir. Anksiyetenin çok yoğun olduğu zamanlarda ses tonu düşüktür. Hareketler kesiktir. Uyku düzeni bozulmuştur. Kendisini bir türlü ifade edemez. Sürekli duruşunu değiştirmek ve kontrol etmek zorundadır. Yani enerjisinin büyük bir bölümünü yaşamakla ilgili değil, ne olduğunu ve nasıl göründüğünü kontrol etmekle ilgili olarak harcamaktadır, işte anksiyetenin ikili ilişkilerde veyahut ta bizim sosyal, cinsel, toplumsal vs alanımızda bizi değiştirme nedeni de bu. Gizlidir, ordadır fakat bir türlü adı konmuş değildir.
Depresyona geleceğim. Depresyon ruhsal çöküntü. Tam anlamıyla kişinin bütün ruhsal mekanizmalarının felç olduğu ve birbirine girdiği bir durumdan bahsediyoruz. Tabii ki buradaki bahsettiklerimiz klinik anlamda insanın tüm yaşam alanlarını felç eden patolojiler. Fakat bunların düşük düzeyleri de var ve bu düşük düzeyler de insanları etkiliyor. Özellikle insanları ilişkileri alanında etkiliyor, ilişki alanlarımızı biliyorsunuz ama ben tekrarlayacağım. Kimlerle nasıl ilişkiye geçiyoruz? Önce çevremiz ile ilişkiye geçiyoruz. En çok bildiğimiz ve en dışarıda olan bu. Fakat çevremiz ile ilişkiye geçtiğimiz biçimde, onu ortaya çıkartan mekanizma ile, oradaki yöntemlerimizle birlikte aynı dille aynı yolla kendimiz ile de ilişkiye geçiyoruz. Evrenle de ilişkiye geçiyoruz, eşya ile de ilişkiye geçiyoruz. Bu şekilde üç tane ilişki alanımız var. Eğer bir de terapi alıyorsanız dört tane oluyor.
İlişki çok önemli. Kendimizi çevremize ifade edişimiz aslında kendimizi ne kadar ifade ettiğimiz anlamına da geliyor. Eğer kendimizi çevremize doğru bir şekilde ifade edemiyorsak aslında kendimizi de kendimize doğru bir şekilde ifade edemiyoruz demektir. İşte bu ifadesizlik, bu suskunluk, sürekli olarak biri olmak, sürekli olarak gibi olmak ama yaşamamak insanda anksiyeteyi doğuran en temel nedenlerden bir tanesi ve de ilerlediği zaman depresyona da neden olacak.
İki tane ölçeğimiz var. Tabii sizler için yabancı bir alan. Bu ölçekler uzun zamandan beri klinik psikoloji alanında kullanılıyor. Özellikle kliniğe gelen psikolojik yardım alma ihtiyacında bulunan insanlardaki anksiyete düzeylerini, depresyon düzeylerini anlamak için kullandığımız ölçekler. Bu testler güvenilir testler çünkü klinik ölçümleri yapılmış, standardizasyonu yapılmış, korelasyonları alınmış, vs. sonuç olarak bunlar sürekli olarak kullanılan ve klinik anlamda ayırıcı kabul edilen ölçekler. Araştırma her ne kadar eleştirilen bir araştırma olsa da bu ölçeklerin doğru, geçerli, tutarlı olduğunu biliyoruz.
Sürekli anksiyete karşılaştırması nasıl yapılmış; 50 eşcinsel İstanbul’dan seçilmiş, 50 tane de o eşcinsellerin niteliklerine benzer nitelikte heteroseksüel olduğunu söyleyen kontrol grubu var ama bunlar doğru mu söylemiş yalan mı söylemiş onu da bilmiyoruz. Burada kontrol grubu olarak ifade edilen onlar, heteroseksüeller, deney grubu olarak da ifade edilen eşcinseller. Önce her birisi ile ön bir görüşme yapılmış, hayat hikayeleri alınmış, heteroseksüellere bunlar uygulanmamış, fakat eşcinsellere uygulanmış. Ve sonra her iki gruba da buradaki ölçek uygulanmış. Ve çıkan sonuçlar da karşılaştırılmış. Buna göre sürekli bir anksiyete yaşama eğilimi, yani mütemadiyen kendi duruşunu kontrol etmek ve içten gelen bir tehdide karşı sürekli savunma mekanizmalarını harekete geçirmek veyahut ta savunma mekanizmalarını ayakta tutmak zorunda kalan eşcinseller %48,75 verdikleri yanıtlara göre. Kontrol grubunda % 41.83. Birbirine oldukça yakın görünüyor fakat istatistiksel anlamda bunlar ek bir işleme daha tabii tutuluyor ve o zaman çıkan sonuç anlamlı. Eşcinsel oldukları için burada sürekli bir anksiyete yaşadıkları sonucuna varmak mümkün. Çünkü heteroseksüel grup ile eşcinsel grubun öz nitelikleri aynı. Hepsi bekar, çalışanlar, ekonomik düzeyler yakın. Böyle bir eleme yapılmış. Zaten heteroseksüel bulma zorluğu yok. Sonuç olarak eşcinsellerle böyle birebir, nitelikleri birbirine yakın ve sadece ayırıcı faktör olarak eşcinselliğin kalması hedeflenmiş.Ve bu aradaki sonuç her ne kadar da %6-7 gibi görünse de istatistiksel olarak anlamlı.
Depresyon envanterindeki sonuç daha vahim. %20.50 eşcinsellerde bir depresyon var, kontrol grubunda %7.8. Şaşırmıyorum. Araştırmayı yapanlar bunları yorumlamış, isteyenler gidip oradan da bakabilirler. Bizim toplumumuzda sadece eşcinsellere değil, neredeyse herkes birbirine bir anlamda anksiyete doğuracak bir baskı uyguladığı için anksiyete puanlarının yüksek çıktığını düşünüyorum. Sadece eşcinsel oldukları için değil, insanlar neredeyse gözlerinin üzerinde kaşları olduğu için, tuttukları parti nedeniyle, hatta bazen tuttukları spor takımı nedeniyle bir diğerinin baskısına, alayına ya da şiddetine maruz kalabiliyorlar. Böyle garip bir kültür. Fakat depresyon sonuçları alabildiğine farklı. Ve benim için daha önemli tabii. Çünkü anksiyete popülasyonun hemen hemen tamamında ortaya çıkabilen bir şey. Yani herkes dönem dönem, zaman zaman nedensiz sıkıntılar, uyku kaçmaları, iştah değişiklikleri, keyifsizlikler yaşıyor fakat depresyon klinik anlamı ile daha ağır olan bir şey ve eşcinsellerde depresyon puanları çok daha yüksek.
Nerden ihtiyaç hissetmişler bilmiyorum ki bu noktada ben de araştırmanın amacından saptığını düşünüyorum çünkü araştırma eşcinsellerdeki anksiyete ve depresyon düzeyinin karşılaştırılması iken birden bire sanki eşcinselliğin nedeni araştırılırmışçasına ki Türkiye'de yapılmış olan az araştırmadan bir tanesi bu; aniden böyle bir konuya geçmişler araştırmanın içersinde. Eşcinsellerin anne ile ilişkileri nasıl, baba ile ilişkileri nasıl. Annesiyle ilişkilerinin iyi olduğunu söyleyen eşcinsel oranı %48, kontrol grubunun %44. Alabildiğine birbirine yakın. Orta diyenler %44 ve kontrol grubunun %50. Kötü diyenler %2, kontrol grubunda %2. Hiç ilişki yok diyenler eşcinsellere % 6, heteroseksüellerde %4. Burası sorun değil. Zaten birbirine çok yakın.
Fakat aşağıda gerçekten enteresan bir şey var. Baba ile ilişkilerde iyi diyenler eşcinseller de %6 iken heteroseksüellerde bu oran aniden %40'a fırlamış. Orta diyenlerde eşcinseller %16 iken heteroseksüellerde oran %44, kötü diyenler ki en vahimi herhalde o, eşcinsellerde %66,
heteroseksüellerde %4.
Buraya girmişler. Neden girmişler? Tabii ki sinsi sinsi araştırdıkları bir şey var. Yani eşcinsellerde depresyon oranı yüksektir, bu beklenen bir sonuçtur, anksiyete oranı yüksektir bu beklenen bir sonuçtur. Araştırmanın başında şöyle bir cümle de var zaten; "eşcinsellik hastalık değildir, hastalık olarak kabul edilmemektedir". Arkasından Freud'un özdeşleşme ile ilgili olan savını destekler nitelikte ki artık eşcinsellerle ilgili olarak özdeşleşme kuramı, Freud'un bu yaklaşımı çok da fazla telaffuz edilmiyor, çünkü aynı baba ile özdeşleşmiş iki kardeşten bir tanesi eşcinsel diğeri değil. Sonuç olarak buna girmişler, işte eşcinsellerin baba ile ilişkileri kötü. Neden? Çünkü ataerkil bir toplumda yaşıyoruz, baba egemen bir toplumda yaşıyoruz, babaları ile iletişim kuramadıkları için bu çocuklar anneleri ile özdeşleşiyorlar. Ve bir kadın olmadan kendileri bir kadın gibi davranmadan sevilmeyeceklerini kabul edilmeyeceklerini düşünüyorlar, ondan sonrada bir kadın gibi bir erkeğin karşısında var oluyorlar, dolayısı ile bir pasif ve bir aktif kavramı ortaya çıkıyor vs.. Fakat bazı araştırmacılar ve kuramcılar diyorlar ki "hayır, baba kötü olduğu için çocuk eşcinsel olmuyor, çocuk eşcinsel olduğu için baba onu reddediyor ve ona kötü davranıyor". Bu da doğuştan gelen eşcinsellik görüşünü kabul edenlerin fikri.
Araştırmada ayrıca anne babanın birbiri ile olan ilişkisi nasıl, iyi diyenler sadece % 1O'da kalmış. Orta diyenler % 26. Kötü diyenler %60'a çıkmış. Annemle babamın zaten bir ilişkisi yok diyenlerin oranı % 24'de kalmış. Heteroseksüeller çok şanslı. Kendilerine ait bir dünyada yaşadıkları için zaten doğuştan şanslılar. Kontrol grubu %44 iyi, % 32 orta, %20 kötü, % 4 ilişki yok demiş. Sonuç olarak burada vurgulanan şu ki eşcinsellerin aile ilişkileri de kötüdür ve bu yüzden de bu zavallılar sapmışlardır. Ailede egemen olan kişi kim? Burası çok vahim. Temel reisteki gibi bir Safinaz modeli % 84, baba % 12, diğer % 4. Kontrol grubunda anne % 4, baba % 80 egemen. Dolayısı ile vurgulamak istedikleri şu ki baba egemen olduğu için çocuk sağlıklı bir erkek modeli buldu ve bu sağlıklı erkek modeli ile özdeşleşti. Güçlü olmak için var olmak için, anneyi ele geçirmek için, anne gibi bir kadın arayacak çünkü ileride, baba ile özdeşleşti ve bu yüzden de heteroseksüel gibi davranmaya başladı.
Dinleyici: Anlattığın şeyler bu çalışmayı yapanların yorumları mı, direk altına bu yorumu yapmışlar mı?
Mahmut: Hayır
Dinleyici: Belki de öyle yorumlamayacaklardı? İstatistiklerin yapılış şekline güveniyorsun. 50 eşcinsel ile konuşulmuş, %84'ü annem ve babamın ilişkisi kötü demiş. Nesnel olarak kabul etmemiz gerekiyor o zaman bunu.
Mahmut: Anne baba ilişkisi, falan filan bu araştırmanın kapsamına girmeyebilirdi. Çünkü konu sadece depresyon ve anksiyetenin heteroseksüellerle karşılaştırılması iken bir eşcinsellik nedeni arama eğilimi burada var. Ve bu Psikologlar Derneği'nin çıkarmış olduğu bir kongre kitabında yayınlanmış. Bu da ayrı bir şey. Benim burada fikrim ne? Samimi olarak söylüyorum. Bu değerler beni rahatsız ediyor. Bu 50 eşcinsel kimdi, nerden çıktılar, nasıl bulundular?
Dinleyici: %84'ün anne egemen aile demesi çarpıcı aslında. Bu da çalışmanın nesnelliğine yönelik bir şüpheye neden oluyor.
Mahmut: Diye düşünüyor insan. Bu konuda sert tartışmalar da yaşadık arkadaşlarla.
Şimdi ilginç bir yere doğru geleceğiz. Nihayet konu kendi özüne dönecek. Bu eşcinsellik nedendir, aile ilişkilerinden midir, baba ile özdeşimden midir, baskıcı anneden midir derken nihayet eşcinsel oluşunuzu yakın çevrenize açtınız mı gibi bir soruya geliyor. Evet diyenler %42, evet diyenlerdeki anksiyete oranı % 44 bulunmuş, hayır diyenlerde, eşcinsel olduğunu saklayanlarda bu oran %52 istatistiksel olarak bu fark anlamlı. Bu fark anlamlı demek eşcinsel oluşunu yakın çevresine açanlar diğerlerinden daha rahattırlar. Birçok faktör elenmiştir ve gerçekten de tek neden budur, buna yakındır, bu baskın bir nedendir.
Dolayısı ile eşcinsel oluşunu yakın çevresine açmak insanlardaki anksiyeteyi hafifletiyor. Neden? Bir kendini sunma, bir kendini ifade etme, kendini özgürce ortaya koyabilme, insanlardaki anksiyete düzeyini azaltır. Diyelim ki çok sıkıntılısınızdır, içiniz doludur gider biriyle konuşursunuz ve aniden rahatlarsınız. Sorunda bir değişme olmamıştır ama büyük bir rahatlama hissedersiniz, hatta kafa rahatlar olay berraklaşır falan. Bu da aynı onun gibi bir şey.
Depresyon daha enteresan, çünkü daha manidar. Yakın çevresine eşcinsel olduğunu açanlarda oran % 15 ama açmayanlarda oran %23. Kendinizi açın arkadaşlar, saklamayın.
Eşcinsel oluşunuzdan pişmanlık duyuyor musunuz? Bir de bunu araştırmışlar. Evet diyenler %68, anksiyete puanları %52, depresyon puanları %23. Hayır eşcinsel olduğumdan pişmanlık duymuyorum, bir daha dünyaya gelsem yine aynısı olurdum diyenler % 32, anksiyete % 44, diğerlerinden düşük, depresyonda % 15, o da diğerlerinden düşük.
Bu son iki soru, özellikle yasallaşma, kendini ortaya koyma anlamında, bir sosyal grup edinme anlamında, kendini rahat ifade etme anlamında bence önemli. Bir açılma süreci, bir coming out süreci. Tabii ki burada araştırmanın altında şu da var, ben de bu fikirlere tamamen katılıyorum, katılmamak mümkün değil. Eşcinsellerin kurmuş oldukları gruplar, Kaos GL, Lambda gibi yapılanmalar, her ne kadar kötü olsa da eşcinsellerin kendilerini daha rahat ifade ettikleri barlar vs. gibi yerler aslında kendini ifade etme alanları oldukları için yararlıdırlar. Bunların kıymetini bilmek lazım. Buradan çıkan sonuçlardan bir tanesi bu. Onlar da aynı şeyi söylemişler. Aynen bu dille de ifade etmişler "eşcinsellerin bir araya gelerek oluşturdukları örgütler ve yapılanmalar, eşcinsellerin ruh sağlığı için iyidir ve de yararlıdır".
Etiketler: insan hakları, sağlık