19/01/2012 | Yazar: Kaos GL

Size bu devrimci kibri veren, bireylerin cinsel yönelimlerinden yaşam tarzlarına kadar her şeylerini belirleme hakkını veren nedir?

Castro Bile... Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı
Size bu devrimci kibri veren, bireylerin cinsel yönelimlerinden yaşam tarzlarına kadar her şeylerini belirleme hakkını veren nedir?
Bir LGBT’den sosyalist, devrimci olamaz mı? Ya da bir transseksüel, Deniz Gezmiş adını ağzına alarak, onu kirletmiş ve mücadeleye darbe mi vurmuş olur?
 
Sultan Yavuz yazdı
 
Bülent Ersoy Türkiye’de bir tabuyu yıkan ve buna rağmen "saygı duyulan" bir isim. Belki sazıyla, sözüyle, magazinel yorumlarıyla devam etse kimsenin gıkı çıkmayacaktı. Ne de olsa alışmıştı muhafazakârı da, solcusu da... Ama aynı Ersoy daha sonra "...‘Şehitler ölmez vatan bölünmez’ hep aynı klişe laflar. Hep bunu söylüyoruz zaten. Çocuklar gidiyor, kanlı gözyaşları, cenazeler... Klişeleşmiş laflar... oğlum olsa, askere göndermem..." cümlelerini sarf etmişti ve halkı askerlikten soğutma gerekçesiyle hakkında dava açılmıştı. Ersoy’un bu tutumu, onun pek çok yazar-çizer ve "solcu" tarafından takdir edilmesini sağlamıştı. Bir transseksüel olarak, askerliği reddedene kadar sınırı vardı belki de?
 
Şimdi ise Deniz Gezmiş hakkında söyledikleri yüzünden bir kesimin şiddetli eleştirisine, daha doğrusu hakaretine maruz kalmış durumda... Haberlere yansıyan, birkaç kişinin görüşüymüş gibi gelebilir; hani bir tarafta asılsız bir iddia ortaya atan Bülent Ersoy ve diğer tarafta da Deniz Gezmiş’in avukatı ve arkadaşları... Pekâlâ, biliyoruz ki Ersoy için söylenenler, Türkiye’de hiç de yabancısı olmadığımız bir “sol” kesimin buram buram transfobi ve homofobi kokan zihniyetlerinin tercümesi. Yani sorun Ersoy’un söylediklerinin doğruluğunun tartışılması değil; sorun bu cümleleri sarf eden kişinin bir transseksüel olması. Aynı sebeple de aşağılanması, dışlanması ve hedef gösterilmesi.
SOLUN TRANSEKSÜEL “SINIFIYLA” İMTİHANI
Aslında sol içinde bu tutumun yeni olmadığını hepimiz biliyoruz. Yani, özgürlük, insan hakları, eşitlik gibi kavramlardan dem vurup, devrimci kisvesi altında homofobiyi ve transfobiyi yüceltmek ya da hiç bir şekilde bu konuyla ilgilenmemek tavrından bahsediyorum. Ne de olsa, eşcinsellik kapitalizmin yarattığı bir sapkınlık, tedavi edilmesi gereken bir hastalık onlara göre. Ne de olsa, heteroseksüellik, tek eşlilik ve aile kurumunun kapitalizmle ilgisi yok. Hem Doğu Perinçek’in bile bu konuda baş kaynak edilecek kapsamlı bir çalışması var; eşcinselliğin 12 Eylül’den sonra başımıza musallat olduğunu açıklayan...
Kim bilir, belki de işçi sınıfının kurtuluşu transfobide, homofobide yatıyordur... Çünkü kötülüklerin anası, cinsel yönelimle o kadar kafa kafaya gider ki, örneğin heteroseksüel bir işçi ailesi, bu gerekçeyle mutlu mesut yaşamaktadır. Türkiye’de ensest de yoktur, tecavüz de yoktur, nefret cinayetleri de, şiddet de yoktur.
 
Kendisini sosyalist olarak tanımayan bu kesim, acaba muhalif oldukları iktidarla bu konuda kafa kafaya gittiklerinin farkında mı? Tam da bu noktada hastalıksız ve normal olan; insanların temel ihtiyaçlarından biri olan cinselliği, özgür bir şekilde yaşayamaması, kendisini bastırarak, istemediği bir cinsel hayatı yaşamak zorunda olması ve kendini inkâr mıdır? Sosyalizmin bireyler için öngördüğü eşitlik tanımı, cinsel yönelimlerle mi alâkalıdır? Bir LGBT’den sosyalist, devrimci olamaz mı? Ya da bir transseksüel, Deniz Gezmiş adını ağzına alarak, onu kirletmiş ve mücadeleye darbe mi vurmuş olur?
Hatırlayacak olursak, AKP’li olduğunu ifade eden Cemil İpekçi AKP’den tepki almamıştı, ama bir kesim için alay konusu olmuştu; “eşcinsel ve muhafazakâr” olarak. Bir transseksüel olmadığı için, mesela kendisini “solcu” olarak tanımlama hakkı var mıydı bu kesim için, merak ediyorum doğrusu...
 
Bu baskıcı ve feodal anlayışın devrim ve sosyalizm adına yapılıyor olması çok garip gelmiyor mu? Benim anladığım sosyalizm, bireylerin özgürce düşünebilmesini, kendini ifade edebilmesini, insanca yaşayabilmesini ve boyunlarımıza geçirilmiş ahlâk, zoraki evlilik vs. gibi kapitalizmin asıl dayattığı şeylerle mücadele etmeyi de kapsıyor. Evlenmek istemenin de, evlenmemenin de, heteroseksüel olmanın da, LBGT olmanın da kişinin hür iradesine bağlı olduğu bir anlayış.
Peki, Ersoy’un “Gezmiş’in adını kirlettiğini” ifade eden bu zihniyetin, bir bireyin salt cinsel yönelimi nedeniyle öldürülmesini, şiddet görmesini meşru bulan anlayıştan ne farkı var? Aynı amaca hizmet etmiyor mu? Dışlamak, yok saymak ve şiddeti beslemek, zaten her gün bir diğeri işlenen nefret cinayetlerine ortak olmak değil mi? Dahası merak ediyorum; size bu devrimci kibri veren, bireylerin cinsel yönelimlerinden yaşam tarzlarına kadar her şeylerini belirleme hakkını veren nedir? Lenin “Partinin programını ve tüzüğünü kabul eden ve faaliyetlerine katılmaya, parti aidatını ödemeye hazır olan herkes parti üyesi olabilir” derken heteroseksüelleri mi kastediyordu?
 
CİNSEL YÖNELİMLERİN HAPSEDİLİŞİ
Türkiye’de 90’lı hatta 80’li yıllara, dünya genelinde ise çok daha eskilere dayanan bir LBGT hareketi var. Üstelik sadece kendi haklarını aramıyor, sistemle derdi olan tüm muhalif gruplarla da dayanışıyor ve ortak mücadeleler yürütüyor. Ancak Türkiye’de hâlâ sağ ahlâk anlayışı içinde değerlendirilen cinsel yönelimler, ne yazık ki nefret konusunda taraftar bulmayı hâlâ başarıyor.
 
Siz, bireyleri bağlı olduğu sınıfsal ve toplumsal yapıdan ayırıp, cinsel yönelimleri içine hapsettiğiniz sürece yenilmeye mahkûm olursunuz. Tıpkı dört dörtlük “devrimci” anlayışınızın dışladığı Müslümanlar ya da başka gruplar gibi. Halk ve sınıf dediğiniz şey tek tip bir yapı ya da karakterden oluşmuyor ne yazık ki... Anlayın artık, eşcinsel yönelim, her türden etnik, dinsel, politik ve sosyo-ekonomik grup içinde olabilir ve kapitalizmin dayattığı yoz bir kültür değildir.
 
Geçmişte, Sovyetler Birliği’nde 1920’li yıllarda tedavi edilecek bir hastalık olarak görülmeye başlanan eşcinsellik, o tarihe kadar kazanılan pek çok eşcinsel hakkın gasp edilmesini beraberinde getirmiş, 1933 yılında ise yasaklanmıştı. SSCB’de eşcinsellik 1990’lı yıllara kadar toplum ahlâkına ve devlete karşı bir suç sayılıyordu. Bu yasağa riayet etmeyenlere ise 5 yıllık ağır çalışma cezası getiriliyordu.
 
TOPLUMSAL HAREKETLER İÇİNDE LBGT’LER DE VAR
Elbette, dünyadaki Stalinist ve Maoist birçok akım da eşcinselliğe dair önyargılardan nasibini almıştı; ta ki 1960’larda başta Amerika olmak üzere, Batı Avrupa’da eşcinsel hareketin sol hareketle birlik olmasına kadar. Başlangıçta salt yasal hakları için mücadele eden eşcinsel hareket, günümüzde küresel düzeyde adalet, barış ve sosyal haklar gibi pek çok konuda toplumsal mücadelenin içinde yer alıyor.
 
Bazı Avrupa ülkelerinde bulunan işçi sendikalarında “eşcinsel işçiler” olarak yürütülen mücadeleler var ve her yıl Türkiye de dâhil olmak üzere dünyanın dört bir yanında büyük, kitlesel onur yürüyüşleri yapılıyor. Türkiye’de ise anti militarist mücadelenin bir ayağını LGBT bireyler oluşturuyor; tıpkı ırkçılıkla edilen mücadele ya da küresel ısınma karşıtı hareketlerde olduğu gibi... Kaldı ki, LGBT bireyler bu mücadeleyi yürütmüyor olsaydı dahi solun, ayrımcılığa uğrayan bu kesimle dayanışması gerekmez miydi?
 
HER TÜR AYRIMCILIĞA KARŞI MÜCADELE
Kapitalizmin, günümüzde toplumun büyük kesimini ezen bir sistem olduğu konusunda hemfikiriz. Aynı sistem, hepimizi cinsiyetten, eğitim durumuna, meslekten, etnik kökenlere kadar yeterince bölüyor. Bu yüzden, bu ayrıma bir halka daha eklemek yerine, önyargılardan sıyrılarak, kendimizi sorgulamamız gerekiyor. Her tür ayrımcılığa karşı savaşmak, hepimizin görevi olmalıdır. Çünkü devrimin öznesi olan işçi sınıfı, homojen bir yapı değildir ve enternasyonaldir. Hem, LGBT’lere pek çok acı çektiren Castro bile yıllar sonra eşcinsellerden özür dilemişken, siz de geç kalmış sayılmazsınız.
 

Etiketler: yaşam
İstihdam