16/08/2015 | Yazar: Yıldız Tar

Türkiye Gazeteciler Sendikası Örgütlenme Sekreteri ve savaş sansürüne uğrayan ETHA editörü Arzu Demir ile konuştuk:

Devletin LGBTİ’lere özür borcu var! Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Türkiye Gazeteciler Sendikası Örgütlenme Sekreteri ve savaş sansürüne uğrayan ETHA editörü Arzu Demir ile konuştuk: Savaş ‘dezavantajlı’ olarak görülen kesimlere dönük nefret söylemi ve şiddetin artmasına yol açıyor. LGBTİ’ler ve kadınlar için hayat daha da zorlaşıyor.

“Savaşta önce gerçekler ölür”. 2. Dünya Savaşı’nda Alman askerlere karşı tankçı subay olarak görev yapan Amerikalı General George S. Patton’un bu sözlerinin üzerinden çok zaman geçti. Dünya değişti ama savaşlar sürüyor, gerçekler ölüyor.

İçine girdiğimiz savaş ikliminde de önce basına sansür başladı. Özgür basının yayın organları bir bir erişime engellendi. Savaş çığırtkanlığı medyanın yeni trendi haline geldi. Medya ile iktidar arasındaki esnek görünümlü ilişki katılaştıkça katılaştı.

İnsan haklarının unutulmaya başladığı savaş ikliminde Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) Örgütlenme Sekreteri ve sansürlenen Etkin Haber Ajansı Editörü Arzu Demir ile savaşın öldürdüğü gerçekleri konuştuk.

Demir, medyaya sansürden şiddet iklimine savaşın sonuçlarını aktardı. Yükselen savaş koşullarının toplumu nasıl etkilediğini, nefret söylemine maruz kalan LGBTİ ve kadınların nasıl bir kez daha savunmasız bırakıldığını anlattı.

“Gerçeklerin halka ulaşması engelleniyor”

Basına dönük kapsamlı sansür operasyonunun TSK’nın Medya Savunma Alanları’nı bombaladığı gece başladığını hatırlatan Demir, “Bu bile somut olarak savaş döneminde bizlerin nasıl gazetecilik yapmak zorunda olduğunu gösteriyor. 2010 yılında Kürtlere ve sosyalistlere dönük KCK adı verilen siyasi soykırım operasyonlarında da basına sansürün çok kapsamlı bir şekilde işletildiğini aynı şekilde gazetecilerin tutuklandığını hatırlıyoruz. Devletin klasik refleksi basını susturmak. Genel bir doğru olarak Türkiye’de basın özgürlüğünün olmadığını söyleyebiliriz ancak savaş dönemlerinde ayırt edici olarak savaşa ilişkin gerçeğin halka ulaşmasının önünü kesmeye çalışıyorlar” dedi.

Hükümet medyasının yalan bombardımanı içerisinde halka ulaşmaya çalıştıklarını vurgulayan Demir sözlerine şöyle devam etti:

“Çok değiliz, azız ve bu imkanlarımızla gerçeği halka ulaştırmaya çalışıyoruz. Örneğin Zergele köyünde yaşanan katliamı ve o köyün sivillerden oluştuğunu özgür basın olmasaydı bilmeyecektik. Roboskî’de de aynı şeyi yaşadık. Valilik’ten açıklama gelene kadar Türk medyası sessiz kaldı. Bu iklimde barış gazeteciliğinin önemi artıyor. Barış gazeteciliği her iki tarafa da savaşı durdurma çağrısı değil; şiddetin ve savaşın kaynağına karşı durmak bana kalırsa. Zergele’de sivil katliamının olduğunu ısrarla söylemek barış gazeteciliğidir.”

“Nefret söylemi savaş dönemlerinde tırmanıyor”

Savaşın toplumu nasıl etkilediğini sorduğumuzda ise Demir nefret söylemi ve suçundan bahsediyor. Demir’e göre savaş iklimi toplumsal yaşantının her alanında şiddetin hakim olmasına yol açıyor:

“Çözümde şiddetin kullanılması genel kabul haline geliyor. Bunun en büyük taşıyıcısı medya. Nefret söylemi savaş dönemlerinde özellikle tırmanıyor. Genelde ezilenlere özelde ise kadınlar ve LGBTİ’lere dönük nefret pompalanıyor. Savaş ve şiddet bir yandan nefret cinayetleri, militarizm ve erkek egemen rejimi besliyor, güçlendiriyor. Savaş ortamının toplumsal alandaki karşılığı ‘dezavantajlı’ olarak görülen kesimlere dönük şiddetin artması şeklinde oluyor. LGBTİ’ler ve kadınlar için hayat daha da zorlaşıyor.”

Heteroseksist sistemde ‘tarafsız olmak’!

Aynı medya organlarının hem savaş çığırtkanlığı yaptığını hem de nefret söylemi ürettiğini söyleyen Demir, “Tarafsız medya diye bir şey yok. Dünyanın en ideolojik ve politik işini yapıyoruz. Tek mesele hakikatin ne olduğu” dedi. Demir, nefret, medya ve savaş arasındaki ilişkiyi şöyle açıkladı:

“Hükümet medyası artık gerçeği, hakikati de görmüyor. Tarafsızlığa inanmadığımı söylemiştim ama gerçeği görmemek ya da tahrif etmek bambaşka bir boyut. Gerçeğe nasıl baktığın senin tarafınla ilgilidir. Ama gerçeği yok saymak ya da başka türlü aktarmak tamamen gazetecilik dışı bir şeydir. Aynı gerçeğe bakıp farklı kısımlarını görmek gazeteciliğin olağan kısmıdır ama onu tahrif etmek…

“Bütün bunları bir araya getirdiğimizde ben Hükümet medyasının nefret söylemi üretmeyen bir yayıncılığı benimseyebileceğini düşünmüyorum. Ortada heteroseksist bir sistem var ve basın tarafsız olmadığı gibi bu sistemin çarklarından biri. Haliyle ya bu sistemin ezdiği LGBTİ’lerden taraf olursunuz ya da bu yok sayma, dışlama ve ötekileştirmeye ortak…

“Gerçeğe ulaşmak isteyenlerin kendi haber kanallarını yaratması ve güçlendirmesi gerekiyor. Kürt medyası, sosyalist basın veya LGBTİ basını burada ekstra önem kazanıyor. Kendi gerçeğimize kendi basınımızla ulaşabiliriz. Haliyle özgür basına dönük savaş sansürü topyekun ezilenlerin sesini kesmeye dönük bir girişim.”

“Şiddet kolay lokma görünene yöneliyor”

Demir, AKP karşıtı olan herkesin susturulduğu bir dönemde kendisini daha az ifade edebilen kesimlerin çok daha ciddi baskılarla karşılaşabileceğini hatırlatarak, “Bütün baskılara rağmen ezilenlerin eli daha güçlü, AKP’nin yönetme gücü kalmadı. Kaotik bir savaş sürecine sokmasının arkasında da bu gerçek yatıyor” şeklinde konuştu. Toplumsal barış için öncelikle devlet şiddetinin durması gerektiğini vurgulayan Demir sözlerine şöyle devam etti:

“Bütün kimlikler açısından hakikat ve yüzleşme süreçlerine ihtiyacımız var. Devletin Kürtlere, LGBTİ’lere, kadınlara özür borcu var. Aynı şekilde toplumun da özür borcu olduğunu söyleyebiliriz. Nefret cinayetlerinin de siyasi sistemle yakından alakası var. Katillerin cezalandırılmadığı aksine ‘haksız tahrik indirimleri’ ile ödüllendirildiği bir yerde devletin nefret ile ilişkili olmaması mümkün değil. Şu an savaş ortamında bunu tartışmak mümkün gözükmüyor ama savaş iklimini yok edebilmek bu süreçlerle mümkün.

“Savaş insanların kendisi gibi olmayana her şeyi yapma hakkını kendinde gördüğü bir süreç. Belli bir yaşam biçimini dayatan ve bunu kabul etmeyenin canına kast eden bir süre. Sadece silahlarla ilgili bir durumdan bahsetmiyoruz. Savaşın yarattığı şiddet hem bugünü hem de yarını şekillendiriyor. Kaç kuşak sonra bu şiddet eğilimi değişecek? Silahlar sussa da toplumsal barış hemen sağlanmıyor. Bütün gelişkin biçimleri ile toplumsal baskı ve şiddet mekanizmaları ilk etapta en kenarda duranları vuruyor. Kaba tabirle toplumsal şiddet ‘kolay lokma gördüğüne’ yöneliyor.”

*Bu söyleşi Kaos GL ve Pembe Hayat Dernekleri'nin yürüttüğü ve Avrupa Birliği Demokrasi ve İnsan Hakları için Avrupa Aracı’nın finansal olarak desteklediği Nefret Etme Projesi kapsamında gerçekleştirilmiştir.


Etiketler: medya
İstihdam