20/09/2016 | Yazar:

Kamboçya’da talihsiz bir şekilde yaşamını yitiren ve Diyarbakır’da toprağa verilen Deniz’in yaşamının farklı kesitlerine tanıklık eden yakın arkadaşları Sema, Meltem ve Ozan, Deniz’i anlatıyor.

Diyarbakır’dan Kamboçya’ya bu hayattan bir Deniz gelip geçti Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Kamboçya’da talihsiz bir şekilde yaşamını yitiren ve Diyarbakır’da toprağa verilen Deniz’in yaşamının farklı kesitlerine tanıklık eden yakın arkadaşları Sema, Meltem ve Ozan, Deniz’i anlatıyor.

Süheyl Deniz, kendi ifadesiyle, “ilk defa mutlu olduğu” ve hayatının son sekiz aylık zaman dilimini geçirdiği Kamboçya’da, muson rüzgarlarından etkilenen bir sahilde birkaç hafta önce denizde boğularak yaşamını yitirdi.

Süheyl Deniz, doğduğu Diyarbakır’dan göç ettiği farklı şehirler ve yaşamının son bulduğu Kamboçya’ya dek cinsiyet kimliğinden dolayı yaşadığı ayrımcılıklarla mücadele etti.

Deniz’i tanıyan arkadaşlarından biri olan Ozan’ın da söylediği gibi, insan ateist de olsa, Deniz’in vefatından sonra onun bir şekilde yaşamaya devam ettiğine inanmak isteyebiliyor. Başka bir yaşam daha olsun ve Deniz varlığını sürdürsün istiyor.

Deniz, benim için olduğu gibi, tüm çevresi tarafından da sevilen bir insandı.  

Türkiye’de yaşayan birçok lezbiyen, gey, biseksüel, trans ya da interseks gibi Deniz de hayatı boyunca kötü ve olumsuz koşullarla mücadele etmek zorunda kalmış ve bu zorlu bireysel mücadelenin ödettiği bedeller sebebiyle de birçokları gibi gün yüzüne çıkan, parlayan, şansı gülen biri olamamıştı.

Kamboçya’da talihsiz bir şekilde yaşamını yitiren ve Diyarbakır’da toprağa verilen Deniz’in yaşamının farklı kesitlerine tanıklık eden yakın arkadaşları Sema, Meltem ve Ozan, Deniz’in bireysel mücadeleyle geçen hayatını şöyle anlatıyorlar:

“Kimse ona etek giydirememiş”

Sema: Deniz’in bana anlattığı kadarıyla, kendini bildi bileli kadınlara ilgisi vardı, kimse ona etek giydirememiş. Doğasında doğuştan getirdiği bir şey var. Baskı ve acılardan yürümedi, hep umutlardan ve yarınlardan yürüdü hayatı. Hayatını inşa etmek istedi hep. Uygulamalar, yasalar, yasaklar hep ayağına taş oldu. Annesiyle hep kavgalı olduğunu biliyorum. Huzursuzluk, sıkıntı var, sorun var. Bir türlü uzlaşamıyorlar. En sonunda cinsiyet kimliğini öğrendiler. Söyledi herhalde. 

Diyarbakır’da onun çok emek verdiği kafe vardı, oraya uğradım. O kafe insanların cinsel yönelim ve cinsiyet kimliklerini gizlemek zorunda kalmadığı özgür bir mekandı. Orada bir hayat var sürdürülebilen, ama kuvvetle muhtemel oralı olmamak gerekiyor. Aileler rahatsız oluyor. Deniz o kafeye emek verdiği sürede kartlar açıldı, restleşildi. Cinsiyet kimliğini açıkladı ve ailesiyle ipler koptu. Evden ayrıldı. Ailesi onun Almanya’ya çalışmaya gittiğini söylüyordu çevresine. Kadın sevgilisinden ise hiç söz edilmiyordu. Aile, Deniz’in Kamboçya’ya gittiğini de biliyordu. Ama sülaleye ve çevreye “Çalışmaya gitti” diyorlardı.

Vefatının ardından, Deniz’in İstanbul’daki arkadaşları olarak cenaze töreni için Diyarbakır’a gitmek istiyoruz. Fakat abisi, “Edepleriyle gelsinler, edepleriyle gelirlerse sıkıntı yok” diyor. Burada bir tehdit var. Koordinasyon için Deniz’in Diyarbakır’daki bir arkadaşıyla bağlantı kurdum. “Ben bizimkilerin kalkanı olacağım, sen de Diyarbakır’dakilerin kalkanı ol” dedim. Deniz’in sevgilisini günah keçisi olarak görüp, kadıncağızın üzerine yürüyebilirler gibi bir risk geçti aklımdan mesela. Abisi diyor ki, “Tamam, bizden zarar gelmez, ama düzgün davransınlar. Edepli davranmazlarsa bir şeyin garantisini veremem.”

Halden anlamaya, empati kurmaya çalışıyorum. LGBTİ+ bayraklarıyla gitsek, otobüslerle gitsek, açıkçası benim annem bile bu durumdan rahatsız olur. Bu durumu örtbas etmeye çalışır, bir şekilde anlamaya çalışabilirim aslında. Ama şunu anlamıyorum; mesela ben, oğlum 18 yaşına geldiğinde cinsel yönelimini açıkça sordum. Heteroseksüellik dışında olsaydı asla reddetmezdim. Ancak kötü bir insan olursa reddederim. Ama bunu idrak etmek her kesim için o kadar kolay olmayabiliyor. Biz de buralara gelene kadar çok kafa kırdık. Ötekileştirildiğimiz için, damdan düştüğümüz için, damdan düşen herkesin halini anlama kapasitesine sahibiz. Dolayısıyla çok kıyamıyorum, onlara da kıyamıyorum. Bu durum onlar için “travmatik” bile olabilir. Çünkü tutucu bir aileymiş. Cinsiyet kimliğini öğrendikten sonra ailesi tarafından eve kapatılma durumu var. Deniz, İstanbul’a gelmeyi kafasına koysa da kapatıldığı evde günlerce şiddette maruz kalıyor.

Bir şekilde İstanbul’a vardığında ise burada çok fazla sıkıntı yaşamıyordu. Hepimiz onu gönlümüzün içine koyduk. Çok güzel bir insandı. Mumlu Meyhane’de tanıştık, çok sevdik birbirimizi, iç içe geçtik. Sosyalist olmak, Kürt olmak, Türk olmak değil, insan olmakla meşgul biriydi. Hümanizmi gönlünün merkezine koymuştu, ama saf bir hümanist değildi. Hayatın farkına erken varmıştı. Çocukken etek giymek istemiyor,  hep pantolon giymek istiyor diye fiziksel, duygusal şiddete maruz kalmış, odalara kapatılmış, ailesi tarafından bile polise şikayet edilmiş biri...  Bu kadar sert bir hayatın içinden geçmiş biri.

Kamboçya’ya babasına küs bir halde gitti. Babasının ölüm haberini almış, vefatından bir gün önce öğrenmiş. Vicdandan, merhametten, adaletten yana biriydi, insandı. Maddi, manevi kimin neye ihtiyacı varsa koşardı.

Şimdi, vefatının ardından ise sosyal medya hesabına dünyanın her yerinden farklı uluslara mensup pek çok insan tarafından yapılan taziye yazılamaları var. 

“Başına silah dayadılar, ‘yine de böyleyim’ dedi”

Meltem: Deniz cinsel yönelimler konusunda bir gün internette araştırma yapmış ve Lambdaistanbul’un sitesine girmişti. Erkek kardeşi ondan sonra bilgisayara bakmış ve durumu aileye söylemiş. Bu olaydan sonra Deniz’e fiziksel şiddet uygulanmış evde. Abileri, Deniz’i dağ başında bir yere götürmüşler, bir çukur kazmışlar, başına silah dayamışlar. Deniz de “Ben böyleyim, isterseniz öldürün” demiş. Babası telefonla arayarak abisini durdurmuş, “Beni öldürmeden Deniz’in kılına dokunamazsınız” demiş. Daha sonra Deniz’i eve götürmüşler, uzun bir süre eve kapatmışlar. Bir odaya kapatılmış, orada ne kadar kaldığını bilmiyorum. Deniz yaşadıklarını anlatırken, “Bir koltukta üç gün uyuduğumu ve kalkamadığımı hatırlıyorum. Sonra yastıkla birlikte koltuktan yere yuvarlandım ve yastığın içinde bir muska buldum” demişti. Günlerce uyumasını muskaya bağlıyor, gülerek anlatıyordu bunu. Daha sonra ne yapabilirim diye düşünüyor. O gün de evde annesiyle annesinin bir arkadaşı varmış. Tuvalete gidiyor. Tuvalette yere sırt üstü yatıyor, annesine oyun yapıyor. Başlıyor kendi kendine konuşmaya, annesi ve annesinin arkadaşı geliyor, ne oldu diye soruyorlar. Deniz de, “Hepinize saldıracaklar, öldürecekler” diyor, sanki yukarıdan birileriyle konuşuyormuş gibi yapıyor. Annesi korkuyor ve kaçıyor arkadaşıyla birlikte. Hastaneyi arıyorlar, sinir hastalıkları bölümüne yatırıyorlar ve Deniz Diyarbakır’daki hastanede altı ay boyunca kalıyor. Anlatırken espriyle, “Güzel bir tatildi” diyor.

Doğduğu Diyarbakır’da da bir dönem çok mutlu olduğunu biliyorum. Bir kafede çalışıyordu. Şarkı ve türkü de söylüyordu, kayıtları da var.

Deniz’in “Figen” yazılı bir dövmesi vardı. Diyarbakır’daki en yakın arkadaşlarından birinin adı bu. Sevgilisi değil, ama çok sevdiği bir arkadaşı. Deniz Diyarbakır’dan kaçtığında, yerini bildiğini zannettikleri Figen’in evi basılıyor, darp ediliyor, çıplak fotoğrafları çekilerek tehdit ediliyor. Olaydan sonra Figen Deniz’i arayıp durumu anlatıyor, ama “Sakın gelme” diyor. Deniz durmuyor, Diyarbakır’a gidiyor, fotoğrafları alabilmek için. Alabiliyor mu, bilmiyorum. Korktukları için savcılığa gidip suç duyurusunda da bulunamıyorlar. Deniz vicdan azabı çekiyor, çok üzülüyor. Sonrasında Figen’in ismini göbeğinin alt kısmına yazdırıyor.

“Olmasını istedikleri kişiyi yaratamadılar”

Buse: Yaklaşık 10 yıldır Deniz’i tanıyorum. İlk tanıştığımızda çok irtibat kuramadık Diyarbakır’da sorunlu bir hayatı vardı. Sonra bir dönem Elazığ’da ablasında kaldı o dönemde samimi olduk. Sonra Diyarbakır’a döndü tekrar ve onun için cehennem olan o ailevi dönem başladı. Erkek kardeşleri karşı çıktılar, dövdüler, sövdüler, baskı yaptılar ama o bir şekilde kurtardı kendini. Bir dönem sanıyorum ki kabullendi bazı şeyleri ve orda bir ortam kurdu kendine. Küçük güzel bir hayat, onu seven dostlar ve “Ablam” diye tanımladığı çok sevdiği bir kadın vardı. Onun mekanında bir dönem kendini çok mutlu hissetti. Oraya gelenlerle dost oldu, meşk olsun diye orada şarkı söylüyordu bazen, iş amaçlı değil. Sonra abileri buna da karşı çıktı. Yine Elazığ’a gelmişti, zaten bunaldığında soluğu Elazığ’daki ablasında alırdı. Ablası ve eşi onu çok severdi ve cinsiyet kimliğini sorgulamazlardı. Hatta aile ablasına da bir dönem baskı oluşturmuş ve onu evine almamasını istemişti. Abla aileyi dinlemedi. Sonra abisi fark edip Diyarbakır’dan ablasının evine geldi. O dönem dayak yemişti abisinden. Asıl olay bundan sonra başladı. Kaçtı. Yanılmıyorsam Ağrı’da kaldı biraz. Orda bir yerde çalıştı, sonra temelli olarak geldi İstanbul’a. Burada hep sevildi. Seviliyor oluşu onun tüm sorunlarını yok ediyordu. O sevgi meleğiydi, adı sevgi, kendi sevgi, kalbi de sevgiydi. Koşulsuz şartsız severdi. Dost canlısı insan sevdalısı, aşk doluydu. Şarkı, türkü söylemek onu o kadar mutlu ediyordu ki, bu yüzden Diyarbakır’da kardeşinden dayak bile yemişti. Her bir araya gelişlerimizde şarkı, türkü söyler güzel vakit geçirirdik.

Onca kötü şey yaşamasına rağmen, moralini bozmuyor, suratını asmıyordu. Gülümsemeyi biliyordu.

Ailesi aslında onu seviyordu, fakat bilemiyorum, belki de bir tür “hastalık” gibi, ya da bir türlü belirlenemeyen bir “eksiklik” gibi algılıyorlardı durumu. O ise özgürlüğüne düşkün ve bu uğurda bir şeyler yapmak isteyen biriydi.

Ailesi Doğu’da tanınan, itibar gören bir geniş aile. Haliyle biraz da bu yüzden kendi istedikleri gibi bir profil oluşturmak istemiş olabilirler. O ise hiçbir zaman bu kalıba girmedi, giremezdi, o ayrı bir insandı. Ailesi onun farkını, başarısını, ayakları üstünde durmasını anlamadı, anlayamazdı. Olmasını istedikleri kişiyi yaratamadılar.

“Şanım gençliğimdendir”

Ozan: Mumlu Meyhane’de Deniz’i tanıdım. Deniz’den türküler dinlediğimiz bir dönemdi. Meyhane kapandıktan sonra ev toplanmalarına başladık. Efe adında bir arkadaşımız var, sert bir mizacı vardır. Efe’yle yakınlaşmak zordur. Deniz’e hep “Babam” diye hitap ederdi. Deniz’i daha net tanımamızı sağlayan bir insandır Efe.  İnanılmaz bir diyalog kurmuşlar. O, sert insanlara karşı mesafeli halimi Deniz’le yendim diyor Efe. Deniz insanlara çok farklı geliyor, çok farklı dokunuyor kişiliğine. Aşiret ya da aşirete benzeyen bir yapının içinden çıkan biri. Annesini gördüm acılıydı, kızgınlık ve öfkeyle kavrulmuştu. Belki de kendisinin de 12 yaşında evlendirilmesinin de etkisi vardır. Hatta Diyarbakır’daki cenaze töreninde Deniz’in ebeveynlerinin bazı erkekleri taşladığını duydum. Deniz görse çok sevinirdi annesinin böyle yapmasına.

Annesiyle aynı yapı içinden çıkmıştı Deniz. Her şeye rağmen bu kadar kinsiz ve nefretsiz bir insan tanımadım ben. Ailesinin nefretine karşı çıkmış. Kötülüklere rağmen, içinde güzellikleri barındırmış. Deniz’in abisini de gördüm, ne üzüntü, ne de nefret vardı, nötrdü. Garip. Böyle olunca Deniz’in ne kadar büyük bir insan olduğunu daha iyi anlıyorum. Çok farklıymış. Karşı durduğu şeyler her insanın kolayca karşı durabileceği şeyler değil. Bu kadar sevgi dolu olması da çok ilginç. Bu yapı tersini doğurmuş sanki. Deniz’in kızdığı insanlar olurdu, anlatırdı bana, “Çok yanlış yaptı” derdi, ama her zaman bir sevgi vardı anlatımında. Olumsuzlukları çabuk unutuyordu, belki de o kadar çok şey yaşamıştı ki, çoğu şeyi insanları kırmak için neden olarak görmüyordu.

Bu insanlar Deniz’in vefatından sonra çok gözyaşı döktü. Deniz hiçbir zaman onu kıran insanları hayatından uzaklaştırmadı. İnsanlara değer veriyordu. Belki de bu yüzden bu kadar çok acıya katlanabiliyor bu kadar insan. Herhangi bir insanın yokluğuyla Deniz’in yokluğu arasında fark var. “Öteki dünya” inancına dair fazlaca yorumda bulunmak istemiyorum, ama Deniz’in gitmesi söz konusu olduğunda, en ateist insan bile, bundan sonra da bir yaşam olsun, ki Deniz’in varlığı devam etsin diye düşünmek istiyor. Çünkü, onun var olması gerekiyor, onun yok olmasını kabullenemiyor insan.

Deniz Kamboçya’ya gittikten sonra bile Türkiye’deki gelişmeleri takip etmeye devam etti. Mesela Cizre’de bir olay oluyor, Deniz Kamboçya’dan hemen bir kampanya başlatıyordu…

Deniz, küçükken de kendini bildiğini, kadın bir komşusuna aşık olduğunu anlatmıştı. Aynı zamanda dövüş kurslarına giden birinden bahsediyoruz. Bir keresinde, sosyal medya hesabında çocukluk fotoğrafını paylaşmıştı, elini cebine koymuş bir şekilde, “Şanım gençliğimdendir” diye bir başlıkla paylaşmıştı. O satırı yazarken hayata bu kadar erken veda edeceğini belki de seziyordu…  


Etiketler: yaşam
İstihdam