10/05/2010 | Yazar: Nevin Öztop

20 sene önce hem akademinin, hem feminist hareketin, hem de eşcinsel hareketinin ortasına düşen Judith Butler, Kaos GL’nin ev sahipliğinde yapılan 5.

Dünya Gözüyle Judith Butler’ı Görmek Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı
20 sene önce hem akademinin, hem feminist hareketin, hem de eşcinsel hareketinin ortasına düşen Judith Butler, Kaos GL’nin ev sahipliğinde yapılan 5. Uluslararası Homofobi Karşıtı Buluşma için 15 Mayıs 2010’da Ankara’ya çevirecek rotasını. Ömürlere ömür katacak olan panelin başlığı ise “Queer-Yoldaşlığı ve Savaş Karşıtı Siyaset”.
 
Kadınlığa dair kurguladığımız her şeyimizi elimizden alan, feminizme format atan ve bizi neredeyse çırılçıplak bırakan Judith Butler’a kayıtsız kalamayanların günü olan 15 Mayıs 2010 öncesinde, Butler’ın ağzından çıkan her cümleyi toparladık. Gelin, sorulmayanları da sizler sorun panelde…
 
Nevin Öztop/Kaos GL: Feminist ve LGBT hareketinin eline, eleştiri tekrarı gerektiren şeyler veriyorsunuz. En azından, eşcinselliğin, heteroseksüellik kadar normal olarak ele alınması gerektiği fikrini destekleyenlerin eline. Sosyal dokuda bir devrimin mümkünlüğü, “normalci” olmayan bir yolu takipten geçiyor gibi… Böylesi bir yol var mı?
Judith Butler: Tabii ki, aynı anda iki yöne doğru çabalamalıyız hep beraber. Eşitlik talep ediyoruz ve bu, kendi içten ilişkilerimizin heteroseksüel ilişkiler ile aynı değerde olduğunun tanınmasını talep ediyoruz demektir. Ayrımcılıkla olan kavgamızı, eşit muamele taleplerimizden yola çıkarak yapıyoruz ve bu yolla, bir çeşit “normallik” elde etme arayışı içine giriyoruz. Bir de sanırım seçenekler ya “normal olmak” ya da “patolojik olmak” ise, “normallik”i seçmek zorundayızdır. Ancak “normal olma”ya uğraşmak, uyuşmakla, farklılığı bozmakla ve görünmezlik kazanmakla ilgili olduğu için, bir sorgulamaya tutulmalıdır bu çerçeve. Yani, uğraşmamız gereken ikinci yön, farklılıklarımızı kurmak; cinselliğin, sevginin, bağlılığın ve cinsel pratiklerin nasıl gerçekleştiğine dair farklı normları olan yeni toplumların çok-bileşenliliğini ve özgüllüğünü anlatmak olmalıdır. Eşitlik konusunda ısrarlı olmalıyız, ancak aynı zamanda hayatlarımızı betimleyen her tür farklılık ile tanınmalıyız.
 
Queer’in, LGBT’nin eş anlamlısı olmadığını, ancak “normal”in zıt anlamlısı olduğunu söyleyebilir miyiz? Terim, “queer heteroseksüel”lere sağladığı kadar, “hetero-davranışlı” (queer olmayan) lezbiyen ve geylere de yer sağlıyor. Bu, sizin cinselliğin “akışkan” olduğu anlayışınızın hâlâ kapsamında mı?
“Queer”in, “normal”in zıt anlamlısı olduğunu savunan birkaç teorisyenin -Michael Warner gibi- olduğunu düşünüyorum. Bana göre ki büyük olasılıkla Eve Sedgwick’e de göre, “queer”, kimlik için bir terim değil, bir bağlantılı olma durumudur. “Queer”in terim olarak önemi, toplumsal cinsiyetleri ve cinsellikleri fark etmeksizin, her türlü insanı homofobiyle kavgaları adına bir araya getirebilmesidir. Bu sonuncusu, kimliklileştirmeyen bir ittifakı betimliyor ve bana göre bu, “queer”in en güçlü manası olarak kalıyor.
 
LGBT hareketin öznelerini tanımlayan terimler, çoğunlukla heteroseksüelliğe olan yakınlığı/uzaklığı ve heteronormativiteye gösterdiği direnç süreci sırasında isimlendiriliyora benziyorlar. Ancak “queer”, bir alternatif getirme ihtiyacının sırtını yere getiriyor gibi --ki zaten heteronormativite, bu terime alternatif geliştirmekte yetersiz görünüyor. Terimin politik anlamda kucaklanmasından beri kastın bu olduğunu söyler misiniz?
Uğraştığımız şeyin homofobi olduğunu görüyorum, heteroseksüellik değil. En nihayetinde, insanları, cinselliklerinden dolayı yargılamak bizim işimiz değil ki zaten biz yargılanmak istemeyenleriz. Yani zorunlu heteroseksüelliğe -ya da heteronormativiteye- karşı çıkıyorsak, bunu, onun zorba olmasından dolayı yapıyoruz, heteroseksüel olmasından dolayı değil. Dönemine bağlı olmakla birlikte, birçok queer hayat, heteroseksüel ve eşcinsel biçimlerle ya da ilişkiler halinde nitelendiriliyor ve biseksüeller, cinselliğe dair geliştireceğimiz her türlü daha olumlu fikirlere dâhil edilmek zorundalar. Sonuç olarak, heteroseksüel ilişkiler içerisinde belirli türlerde “eşcinsel pratikler”in; eşcinsel ilişkilerde de türlü nağmelerde heteroseksüelliğin yer aldığını göz önünde bulundurmamız gerekiyor. Yani, cinsellik meselelerine “saflıktan yana” bir tavırla yaklaşmamak, hele ki farkında olmadan başkalarını denetimimiz altına almamak oldukça önemli. Burada mevzu, kimseye zarar vermeyen cinsel fanteziler ye da eylemlerden dolayı yargılanmamak; cinsel ve toplumsal cinsiyetsel kimliğin kişinin kendisi tarafından tayin edilmesi hakları, hukuk önünde eşit olma ve toplum tarafınca tümüyle tanınma yönünde mücadele yürütecek bir queer toplumu genişletmektir.

“Queer teori”, bir akşam yemeği masasında fark ettiğiniz/anlamlandırdığınız bir kavramdı. İlk kitabınız olan Cinsiyet Belası’ndan beri, bu teori ile bir nevi kaçınılmaz olarak bağdaştırıldınız. “Kaçınılmaz” diyorum çünkü bunun ta başından beri sizin bir niyetiniz olduğundan emin değilim. Ve “ queer teorinin içinde biraz anti-feminizm” olduğunu da söylemiştiniz bir zaman… Yerleştirildiğiniz yerde, “evinizde” gibi mi hissediyorsunuz? Ve tabii o “biraz anti-feminizm” nedir?
Aslında, nereye konulursam konulayım, asla evimde değilim; bu, “queer teori”yi de içeren çeşitli evlerim için geçerlidir. Ancak bu bağı, asla inkâr etmem. Bu, yapageldiğim işler için önemli ve şu an ulusalcılık, ırkçılık, göçmenlik politikaları ve cinsel politikalar gibi soru işaretleri üzerine çalışmalar yapan queer teorisyenlerin ve queer çalışmaları araştırmacılarının yeni bir nesli var. Bazen iş arkadaşlarımın, queer teoriyi ve feminizmi sert bir şekilde ayırmak istediklerini hissettim. Ancak bunun mümkün olduğunu düşünmüyorum. Ne de olsa, “toplumsal cinsiyet ayrımcılığı” terimi, cinsiyetlerinin gereğini “normal” şekilde yerine getirmeyen herkese dokunur -ki bu, kadınları, erkekleri ve bu kategorilerden hiçbirisine ait olmayanları içerir. İttifaklarımızı sınırlamaya değil, genişletmeye ihtiyacımız var.
 
“Meşru olmak için normalleşmeniz gerekmez.” Bu, LGBT savunuculuğuna tavsiyenizdi… Bu, bugünün feminizmi için de mi bir rota olmalı? Mağduriyet paradigması, pornografi üzerine fazlaca vurgu ve kültür-hissiyatsızlığı gibi konuların altını çizdiğiniz oluyor feminist harekette. Feminizm, queerleşebilir mi? Yoksa bu başka bir şey mi?
Eşcinsel, transgender, biseksüel, intersex ve genderqueer sosyal zuhurların patolojikleştirilmelerine dair bir kavga yürütmenin önemli olduğunu benimsiyorum. Yani tekrarlamalıyım ki, kanunla ya da tam da psikiyatrinin zanlı pratikleriyle patolojikleştirmeye karşı mücadele her birimiz tarafınca yürütülmelidir. Bu cinsiyetli ve sosyo-cinsel gerçeklikleri ifade ederken, onları tüm ahlaki ve patolojik yargılardan kurtarma yollarına ihtiyacımız var. Yani galiba patolojikleştirmeye karşıyım, tam anlamıyla normalleşme yanlısı olmadan. Tüm mesele, bütün hayatların gelişip serpilmeye ihtiyaç duymaları olduğu için, bu hususi çerçeveyi kırmanın yollarını bulmamızı istiyorum. Ve serpilmek, “normalleşmek”ten daha kuvvetli bir amaçtır. Bir birey farklı olabilir ve kendi farklılığında yeşerebilir.
Feminizm, karmaşık bir arazi… Pornografi ile kavga etmeye kendilerini verenler,  erotik görsel kültürün, cinsel azınlıklar için ne kadar önem taşıdığını bazen unuturlar. Feminizmin, çok-bileşenli ittifaklar bağlamında özgürlük için uğraşma uğrundaki güçlü geleneğine dönmesini istiyorum. Birçok feminist, işte tam olarak bunu yapıyor.
 
Evlilik haklarına eşit imkân isteyen bir eşcinsel hareketi ve tam da bu nedenle sizin liberal bulduğunuz aynı hareket… Kurumların sosyal transformasyonu için radikal düşünmeye başlamanın başlangıç noktası neresi? Ve sizin “alternatif aile” önerileriniz neler? Ya da basitçe, “aile”?
Hem heteroseksüel hem de eşcinsel ilişkiler için eşitlik kurma arayışından ötürü, eşcinsel evlilikler için çabalamanın önemli olduğunu söyleyebilirim. Bu çabadaki sorun şudur ki evlilik, cinsel ve içten ilişkileri örgütlemenin en önemli yolu olmaya eş değer tutulur. Ve bu, ortak mülkiyet ve tek-eşlilik varsayımlarını beraberinde getirir genellikle. Bir radikal cinsel hareket, illa ki eşitlik için çabalar, ancak biz aynı zamanda, “evlilik” kategorisi altına düşmeyen o diğer ilişki formlarının da destekçisi kalmalıyız.
Aile, ayrı bir konu tabii ve bazı ülkelerde, evlilik hakkını cinsiyetleri fark etmeksizin çiftlere açmanın, eşcinsel çiftler için çocuk edinmeyi yasallaştırmaktan veya aynı cinsiyetten (“cinsiyet”i bildiğimiz yasal şekliyle kullanıyorum) bireylere eşit ebeveynlik hakları vermekten daha kolay olduğunu biliyorum. Yani bu konular karışık.
Yalnız, çocukların bakımını sağlayan evhalkı ya da akrabalık sistemlerinin her zaman aile olmadığını hatırlamamız gerekir veya bunların her zaman evlilik ilişkisine denk düşmediğini. Yani, evlilik ya da aile formu ile asla sınırlı kalmayan “evhalkı” ya da “akrabalık makamı” gibi örnekleri her zaman destekleyebiliyor olmalıyız.
Buna ek olarak, her türlü tutarlı sosyal pratikten daha değerli bir ideolojik ideal şeklinde değerlendirilen tek-eşlilik varsayımı, derin bir problem olma halini korumakta. Ana-akım evliliği tanımlayan buradaki ikiyüzlülük, alternatif cinsel toplulukların, farklı bir yaşama şekli aramalarının kaynağıdır tam da. Cinselliğin, her zaman tek-eşli bir şekil almayacağını addedelim; her zaman “heteroseksüel” ya da “eşcinsel” kategorilerine tamamıyla oturmadığını da…

Makaleci,  düşünür, filozof, feminist, aktivist, lezbiyen, profesör, teorisyen ve hatta 90 akademisinin süperstarı! İnsanlar, tüm bu sıfatlarınızı sıraya koymanızı isterken zevk alıyorlar gibi… Bu ihtiyaç, nasıl hissettiriyor sizi?
Bu ihtiyaca dair çok fazla hissim yok çünkü benim ihtiyacım değil bu. Ben yalnızca hayatımı ve fikirlerimi yaşıyorum.
 
Queer, tüm dünyadaki akademide ve popüler kültürde çok fazla yer tutmaya başladı. Hatta geçen hafta harika bir terim de çıktı karşıma: Queeruption! Terimler, başarılı bir şekilde ve bütünüyle ithal edilebilir mi? Bu soruyu, ideolojileri “ihraç” etme açısından ele almayın lütfen --ki sizin “Amerikanizm” dediğiniz şeye dair de söyleyeceğinizin çok olduğunu biliyorum; ancak varmak istediğim nokta bu değil…
“Queer”, gezinen terimlerden bence -kimsenin mülkü değil. Yazılan bir bağlamda işe yarıyorsa, işte bu ilginç oluyor ve eğer öngöremediğimiz sebeplerden dolayı ortamına uyduruluyorsa, işte o zaman tam bir “ithal ürün” olmuyor ve kendi hayatını sürdürmeye başlayan bir terime dönüşüyor. Herhangi bir terim için de geçerli olduğu gibi, metalaştırılmaya ve normalleştirilmeye açıktır; bu nedenle, hakkında eleştirel düşünülmelidir. Bir kutlama mevkii değildir bu terim.
 
Soruyla bağlantılı olarak-- Batı, bir eşcinsel hareketi normal bir süreç halinde deneyimleyegelmişken, Türkiye (ve Batı olmayan herhangi bir bölge) son 15 yılında bir “paket hareket” yaşıyor durumda: aynı anda 60’lar, 70’ler, 80’ler, 90’lar, 2000’ler ve şimdi de queer teori. Bu süreci nasıl yorumlarsınız? Ve yazarken aklınızda bir coğrafya var mı?
Çalışmalarımın alıp başlarını nereye gittiklerini hiçbir zaman bilmiyorum; yazılarımın, bir başka dile ya da hatta başka bir politik zaman dilimine ulaştıklarında işlevlerini nasıl koruduklarına dair hiçbir fikrim yok. Çalışmalarımın, kürenin farklı yerlerinden okunduklarında farklı çalışmalara dönüştüğünü tahmin ediyorum. Her çalışma “paketlenmiş” olur ancak asıl soru, paketlemeyi aşan boyutlarda işe yarayıp yaramadığı. Tanımadıklarım ve isimlendiremediklerim için yazıyorum ben.
 
15 Mayıs günü saat 17:00’de göreceğiz sizi. Bu buluşmaya dair hisleriniz neler?
En çok nasıl bir fayda sağlayacağımı merak ediyorum ve ne öğretebileceğimi. Seyahatim öncesinde çalışıyorum ve oradaki sorunlara has terimleri anlamayı umuyorum. Gördüklerimce ve öğrendiklerimce değişmeyi diliyorum. Ve bu ziyaret şansını verdiğiniz için size teşekkür ediyorum.


Etiketler: yaşam, dünyadan
İstihdam