23/10/2013 | Yazar: Kaos GL

LGBT hareketi kendi tarihinden gelen çoğulculuk ve işbirliği gelenekleriyle siyasi tartışmaları barındırabilecek ve geliştirebilecek, böylece ülke siyasetini zenginleştirebilecek birikime sahiptir.

Gezi Sonrası Üzerine Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı
Mehmet Sinan Birdal (Yardımcı Doçent, Işık Üniversitesi)
Mehmet Tarhan (Vicdani Redçi, LGBT aktivisti)
 
Artık Gezi sonrasındayız. Gezi Marx’ın bahsettiği anlamda nicel birikimin niteliksel dönüşüme uğradığı bir sıçramaydı. AKP’nin baş aktörü olduğu Türkiye’ye özgü neoliberal popülizme karşı farklı mecralarda ilerleyen toplumsal muhalefet hareketleri deyim yerindeyse kimyasal bir etkileşime girdiler. Bu hareketler tıpkı moleküller gibi hem birbirleriyle hem de toplumsal siyasete Gezi sürecinde katılmaya başlayan yeni unsurlarla etkileşirken kendi bileşenlerinin kompozisyonları ve bunların nitelikleri de değişti. Şimdi hala moleküller arasında etkileşimin devam ettiği ve Gezi olayının toplumsal sonucunun henüz belirginleşmediği bir andayız. Gezi’nin Türkiye’deki siyasi topografyayı nasıl şekillendireceği önümüzdeki yıllarda sürece yapılacak siyasi müdahaleler ve karşılıklı hamlelerin nasıl sonuçlanacağıyla belirlenecek. Dolayısıyla Gezi sonrası olarak tanımladığımız önümüzdeki dönemde her siyasi ve toplumsal aktör bir yandan Gezi tecrübesinden dersler çıkaracak ve bunlara dayanan siyasi stratejiler formüle edecek, diğer yandan siyasi meşrebine uygun Gezi anlatıları geliştirecek. Hangi aktörün Gezi anlatısının toplumsal hafızada yer edeceği aktörler arasındaki siyasette kimin ne kazandığıyla ortaya çıkacak.
 
AKP ve Neoliberal Popülizmin Çıkmazı
Gezi AKP’nin oluşturduğu siyasi koalisyonda ve bunun uluslararası ilişkilerinde önemli değişiklikler yarattı. Öncelikle Erdoğan çevresinin bir süredir Abdullah Gül, Bülent Arınç, Cemil Çiçek, Gülen cemaati ve liberallerle ilişkileri gerilimliydi. Gezi’de ise bu gerilimlerin münferit, gelip geçici değil yapısal olduğu, yüzeydeki sarsıntıların altta yatan fay hatlarından kaynaklandığı ortaya çıktı. Fay hatlarının oluşmasının nedeni siyasetin temel konusu olan iktidar mücadelesiydi. Bu mücadelenin yapısal boyutunu anlayabilmek için AKP’nin 2000li yılların neoliberal sosyoekonomik düzeninde ortaya çıkmış popülist bir siyasi özne olduğundan yola çıkmak gerekiyor.
 
2001 krizi sonrası çeşitli kesimlerin yerleşik düzene karşı taleplerini Milli Görüş geleneğinden gelen İslamcılık ve Özal popülizminden devşirilen liberal-muhafazakarlığı özdeşleştiren AKP, son on yılda Türkiye’deki neoliberal politikaların meşruiyetini elit ve bürokrasi karşıtı bir söyleme dayandırdı. Böylece AKP’nin neoliberal popülizmi hem küreselleşmeden fayda sağlayan burjuvazi hem de küreselleşmenin mağduru kent ve kır yoksullarını 1990ların iflas etmiş düzenine karşı birleştirdi. Ancak eski düzene karşı safları sıklaştırmış olan bu ittifakın toplumsal unsurları arasındaki çelişkilerin ortaya çıkması kaçınılmazdır ve yaklaşmakta olan ekonomik kriz bunları gün yüzüne çıkaracaktır. Bu doğrultuda işaretler Gezi’den önceki süreçte ortaya çıktı. İslamcı kesimde başlayan burjuvalaşma eğilimi kent yoksullarının AKP ittifakına ideolojik eklemlenmelerini sorunlu hale getirmeye başladı. Siyaset bilimci Yüksel Taşkın’ın belirttiği gibi burjuvalaşan kesimlerin çocukları giderek  okulda, eğlence yerlerinde, işyerinde farklı yaşam tarzlarından insanlarla sosyalleşmekte ve hatta giderek eski burjuvazinin kültürel kodlarını  benimsemektedir. Yaşam tarzının siyasi kimlik açısından önemsizleşmesi ise burjuvalaşan ve kent yoksulu kesimleri bir arada tutmaya çalışan AKP söyleminin siyaseten etkisiz hale gelmesine yol açacaktır. Nitekim Taşkın’a göre AKP’nin giderek muhafazakârlaşan söylemi esasında ittifakın öncülüğünü yapan İslami burjuvazinin kendi çocuklarını disipline etme ve mevcut ideolojik ayrımları muhafaza etme çabasıdır. Erdoğan’ın AKP gençliğine Necip Fazıl Kısakürek’in “Dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, kalbinin davacısı bir gençlik istiyorum” dizesiyle seslenmesi, hükümete yakın Star gazetesinin Büyük Doğu dergisinin tıpkıbasımlarını haftasonu eki olarak dağıtması bu doğrultuda değerlendirilmeli.* Bu bağlamda Gezi protestolarının “yaşam tarzıma müdahale etme” talebi şüphesiz AKP’nin saflarını sıklaştıracak toplumsal disiplin projesine önemli bir muhalefet oluşturuyor. Protestoların ilk günlerinde kendini ortaya koyan bu prespektifin polisin Gezi’yi terk etmesiyle farklı kimliklerin barış içinde biraradalığı şeklinde vücut bulması, AKP’yi kendi ideolojik duruşu nedeniyle durduk yere toplumu geren bir siyasi aktör imajına mahkûm etti. Bu algı ise hem AKP ittifakının ilişkileri hem de ittifakın uluslararası ilişkilerini olumsuz etkiledi.
 
Gezi’ye karşı AKP’nin temel stratejisi kitlelerin özdeşlik kurduğu karizmatik simgeyi öne süren “yedirtmeyiz” kampanyası oldu. Bu kampanyanın temel amacı AKP ittifakındaki çatlakları eski çimentoyla sıva yaparak kapatmaktı. Gösteriler herşeyden önce bir süredir ittifakın kurucu unsurları (Gül, Arınç, Çiçek, Gülen cemaati ve liberaller) tarafından Erdoğan çevresi tarafından dayatılan başkanlık sistemi önerisine dile getirdikleri itirazı doğru çıkaran bir gelişme olarak algılandı. Gezi’nin ilk günlerinde ortaya çıkan bu dağınıklığa karşı Erdoğan çevresi başbakanın tartışmasız liderliğinin vazgeçilmezliğini vurguladı. Uluslararası komplo teorileri, “camide içki içtiler”, “başörtülü kızlarımıza saldırdılar” söylemleri bir yandan Gezi ruhuna karşı muhafazakârlaşma projesinin savunulduğu bir ideolojik mücadele, diğer yandan ittifakın “muhalif” unsurlarını ikna etmese de işbirliğine zorlayan siyasi bir hamleydi. Buna rağmen ittifakın içinde ciddi bir rahatsızlığın geliştiği su yüzüne çıktı. Arınç’ın Bakanlar Kurulu’nda istifa ederek çıktığı ancak son anda Gül tarafından vazgeçirildiği dedikodusu basına yansıdı. Kayseri’nin önde gelen sanayicisi ve Gül’e yakınlığıyla bilinen Mustafa Boydak’ın hükümetin gazabına maruz kalan Koç grubuna sahip çıkması, Gülen’in “Gezi’ye gönül gözüyle yaklaşılmadı” eleştirisi ittifakın toplumsal tabanında önemli bir kırılmaya işaret ediyordu.
 
Gezi sonrası süreçte ufukta beliren dış politika sorunları ve olası bir ekonomik kriz hesaba katıldığında iktidar bloğunda önemli tasfiyeler içeren inşa dönemi Erdoğan çevresinin tahmin ettiğinden daha zor ve çetin geçeceğe benziyor. Bu noktada hükümetin kamuoyunu tekrardan laik-dindar gerilimi hattında kurgulaması Gezi’yi boğmak için önündeki en önemli fırsat olarak durmakta. Bu açıdan hükümetin hamleleri, Gezi’de ortaya çıkan siyasi olanaklar yeni bir söylem ve eylem repertuarı geliştiremeden toplumsal muhalefetin gerek kültür savaşları gerekse barış süreci üzerinden Cumhuriyet mitingleri perspektifine sıkıştırılmasını hedefliyor. İşçi Partisi, CHP, TKP gibi çevrelerin organize ettiği Gazdan Adam festivali bu noktada ulusalcı tonların hakim olduğu ve bu nedenle hükümetin antremanlı olduğu bir zemindi. 28 Şubat’ta tasfiye olan Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık gibi sivil itaatsizlik eylemleri tecrübesinden yola çıkarak kültür savaşları ve Kürt sorunu üzerinden yaşanacak gerilimde demokratik güçlerin önce etkisizleştirilme sonra tasfiye olma riskiyle karşı karşıya olduklarını tespit etmek gerekir. Bu tehlikeye karşı Gezi’yi oluşturan toplumsal güçlerin yeni siyaset kanallarını zorlamalı, ezberden kaçmalı ama ezberden kaçarken siyasi tarihimizden gerekli dersleri çıkarmalıdırlar. Ergenekon davası karara bağlandıktan sonra sosyal medyada da ortaya çıkan tartışmalar 12 Eylül referandumu benzeri bir polarizasyonun işaretlerini vermekte ve referandum döneminde boykot tavrıyla yola çıkan üçüncü tarafın görmezden gelinmesi tehlikesi yeniden kapıdadır.
 
LGBT Hareketi ve Gezi Sonrası
Gezi’de ortaya çıkan toplumsal hareketin geleceği yukarıda özetlenen siyasetin hangi mecrada ilerleyeceğiyle bağlantılıdır. Her aktör Gezi’ye dair bir kolektif tecrübe ve hafıza oluşturuyor. Bu hafızanın nasıl şekilleneceği Gezi sonrasındaki siyasette belli olacak. LGBT hareketi de her toplumsal ve siyasi hareket gibi Gezi sonrası yeni fırsatlar ve riskleri, stratejik hedefleri ve taktik manevra alanını değerlendirmek zorundadır. Bu açıdan önümüzdeki dönem LGBT camiası içinde siyasi tartışmanın güçleneceği bir dönem olacak. LGBT hareketi içinde farklı siyasi eğilimlerin ifade edilmesi hareketin dinamizmi açısından olumlu bir gelişmedir. Hareket kitleselleştikçe kaçınılmaz olan bu süreç LGBT siyasetini toplumsallaştıracak, ülkedeki siyasi aktörleri LGBT konusunda daha aktif olmaları konusunda zorlayacaktır. Bu süreçte LGBT hareketinin birliği konusunda kaygılar anlaşılır olmakla birlikte hem yersiz hem de anti-demokratiktir. LGBT hareketi kendi tarihinden gelen çoğulculuk ve işbirliği gelenekleriyle siyasi tartışmaları barındırabilecek ve geliştirebilecek, böylece ülke siyasetini zenginleştirebilecek birikime sahiptir. Mevcut örgütler ya bu çeşitliliği barındıracak bir siyasi kültür geliştirecekler ya da farklı örgütler ortaya çıkacaktır.
 
Önümüzdeki dönemin siyasi tartışmalarının, Gezi öncesinde başlayan ama Gezi sonrası yerel seçim çalışmalarıyla ivme kazanan LGBT hareketi-CHP ilişkileri ve Gezi’de beklenenin çok üzerinde bir görünürlük kazanan LGBT hareketinin anaakımını oluşturan hâlihazırdaki derneklerin siyasi çizgileri ekseninde döneceğini tahmin etmek güç değil. Başlangıcından itibaren özellikle sol ve anarşizan özellikler taşıyan hareketin ilk müttefikleri olan feministler, anarşistler ve ekolojistlerle kurdukları bağlar, sosyalist siyaset içinde de kendisine yer açmasını sağladı. 2000lerin ortasından itibaren hızla sosyalist partiler kadın hareketinin de büyük katkısıyla LGBT hakları konusunda söylemsel bir ilerleme kaydetti. Az sayıda grup halen LGBT konusunda eski ezberlerle devam etse de genel olarak en azından söylemsel düzeyde LGBTlere yönelik negatif tutumlar dilin dışına itilmiş sayılabilir. Sosyalistler arasında bu meşruiyet genişlemesi sonrasında, hareket bu iç çembere sürekli olarak bir şey anlatmaya çalışma yerine enerjisi çemberin dışına doğru yöneltmiştir. Hareketin özellikle mevzuat değişiklikleri için kamuoyu oluşturma ve LGBT hak ihlalleri izleme çalışmalarına yoğunlaştığı söylenebilir. Son birkaç yıldır hem “Yeni CHP” olarak anılan grubun ortaya çıkışı hem de LGBT hareketinin giderek artan kitle ve destekçilerini mobilize etme yeteneği CHP ile ilişkilerin de gelişmesine zemin hazırladı. Ancak asıl zeminin kutuplaşma ve iki partili bir sisteme itirazı olmayan CHP’nin AKP’nin özgürlükçülüğünün sınırlarını teşhir etmek üzere LGBT politikalarının ve kürtaj örneğinde de öne çıktığı gibi kadın politikalarının önemli bir araç olabileceğini keşfetmesi olabilir. Yeni anayasa çalışmaları sırasında BDP’nin yanı sıra CHP’nin de anayasanın eşitlik maddesine “cinsel yönelim” ve “cinsiyet kimliği” ibarelerinin eklenmesi konusundaki tavrı, örgütlü LGBTlerin aksine çoğunlukla CHP’ye oy veren ya da oy verme potansiyeli taşıyan LGBT camiasının ve kitleselleşmekte sorunlar yaşayan LGBT örgütlerinin dikkatini bu ilişkinin güçlendirilmesine çekmiş görünüyor. Elbette muhafazakâr hattı ve iki partili siyaset yapısını güçlendirmek için iktidar partisinin kürtaj ya da LGBT hakları gibi konuları CHP’nin alanına itmesi de bu konunun görünürlüğüne ciddi katkı sunmuştur.
 
Yeni CHP ile kurulan ilişki, camia ile LGBT örgütleri arasında Kürt meselesine yaklaşımda billurlaşan farklılıktan etkilenmeden kitleyi siyasi mücadeleye çekmek için önemli bir fırsat olarak görülebilir.  Ancak yukarıda da bahsedildiği üzere iki partili/ikili siyasi sistemden rahatsızlığı olmayan AKP ya da CHP söz konusu olduğunda LGBT hakları tahkimatta kullanılan “alan razı, satan razı” bir tuğlanın ötesine geçememe riskini taşıyor. Bu riskin gerçekleşmesi LGBT hareketinin kültür savaşlarının bir nesnesi haline dönüşmesi anlamına geliyor. Buna karşılık 20 yıllık örgütlenme tarihinde büyük emeklerle Kürt hareketi, sosyalistler, feministler, anarşistler ve ekolojistlerle kurulan bağlar ve ittifak bugün görmezden gelinme riski taşıyacak kadar geri plana atılmış görünüyor.
 
LGBT örgütlerindeki kadroların çoğunlukla farklı siyasi örgütlenme deneyimlerinden yoksunluğu göz önüne alındığında, LGBTlerin Gezi’de genişlettikleri siyasi meşruiyet alanı hem büyük bir fırsat sağlıyor hem de büyük bir siyasetsizleşme riski barındırıyor. LGBT örgütlerinin geçmişten gelen bağlarını kaba bir yanyanalığın ötesinde siyasi tartışmaların da beslediği bir şekilde yeniden örmesi ve anaakım siyasete etki edebilecek kitle mobilizasyonu gücünü kendisini bağımsız bir siyasi özne olarak kurmaya tevdi etmesi zorunluluktur. Aksi halde siyasi çeşitlenmelerin getireceği bereket yerini siyasi görünümlü yıkıcı kadro çatışmalarına bırakacaktır. Gezi sonrasının barındırdığı risk ve fırsatları bu çerçevede değerlendirmek LGBT hareketinin tüm unsurlarının tarihi bir sorumluluğu olarak durmaktadır.
 
*Dergide yayınlanan yazımızda Büyük Doğu’yu Yeni Şafak gazetesinin ek olarak verdiğinden bahsetmiştik. Bu hatayı burada düzeltir, okurdan özür dileriz.
 
Fotoğraflar: Sevra Nihal Ünal
 
Bu yazı, Kaos GL Dergisi’nin Eylül-Ekim 2013 tarihli 132. sayısında yayınlanmıştır.  

Etiketler: yaşam
İstihdam