12/07/2018 | Yazar: Kaos GL
Cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği temelinde ayrımcılığın en görünür olduğu yaşam hakkı ihlallerinde Türkiye’de durum ne?
“Hak-sız mıyız (!)” dosyasında ilk başlığımız yaşam hakkı. Yaşam hakkı uluslararası sözleşmelerde nasıl yer alıyor? Cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği temelinde ayrımcılığın en görünür olduğu yaşam hakkı ihlallerinde Türkiye’de durum ne?
Temel hak ve özgürlükleri cinsel yönelim, cinsiyet kimliği ve ifadesi bağlamında değerlendiren “Hak-sız mıyız (!)” yazı dizisi yaşam hakkı ile başlıyor.
Kaos GL Derneği hukuk danışmanlarından Av. Kerem Dikmen; yaşam hakkının ne anlama geldiğini, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği temelinde yaşanan ayrımcılığın Türkiye'deki önemli görünüm alanlarından biri olan yaşam hakkı ihlallerini anlatıyor:
Haklar teorisinin istisnası: Yaşam hakkı
Haklar teorisinin genel kuralı, hem belirli bir sınırlamaya tabi olmaması hem de aralarında bir hiyerarşi bulunmamasıdır. Bunun istisnası ise yaşam veya yaşama hakkıdır.
Çünkü yaşam hakkı, diğer bütün hak alanlarına nüfuz eden, bulunmaması halinde diğer haklar açısından sıfır etkisi yapan bir haktır. Yani yaşam hakkının güvence altına alınmadığı bir toplumda, hiçbir hak güvence altında değildir denilebilir.
Yaşam hakkının anlamı kulağa çağrıştırdığı gibidir. İnsanın varlığının, gerek fiziksel gerekse de psikolojik olarak maddi ve manevi anlamda oluşturduğu bütünlüğe herhangi bir biçimde müdahale edilememesi ve ortadan kaldırılamamasıdır.
Devletlerin pozitif ve negatif yükümlülükleri
Yaşam hakkının güvence altına alınması açısından anayasa ve uluslararası sözleşmeler devlete iki yönlü sorumluluk yüklemiştir. Bunlar negatif yükümlülükler ve pozitif yükümlülüklerdir.
Devletler açısından yaşam hakkındaki negatif yükümlülüğün temeli, bu hakkın devlet tarafından doğrudan veya dolaylı olarak ihlal edilmemesi ile ilgilidir. Devlet, bireylerin yaşam hakkına saygı duymak, hiçbir biçimde bu hakkı ihlal etmemekle yükümlüdür.
Pozitif yükümlülük ise devletlere, yaşam hakkının korunması bakımından daha geniş bir sorumluluk yüklemektedir. Buna göre bireylerin yaşam hakkını ihlal etmesi yasaklanmış bulunan devletler, usul ve esas yönünden bazı yükümlülükleri yerine getirmekle yükümlüdür. Bunların bir kısmı, yaşam hakkının usuli boyutudur. Ölümle sonuçlanan herhangi bir olayda devlet, olayın sorumlularının saptanması, bunun temini için etkili bir soruşturma yürütülmesi, yaşam hakkını koruyan mevzuatın somut olayda etkili biçimde uygulanmasını, bu yönüyle suçluluğu saptanan faillerin cezalandırılmasını, yaşam hakkının sonlanmasına yol açan olaylar bütününün her yönü ile açığa çıkmasını sağlamakla yükümlüdür.
Esasa ilişkin temel yükümlülüğün, hakkın tam anlamı ile kullanılabilmesini sağlayan temel kuralların düzenlenmesi olduğundan şüphe yoktur.
LGBTİ+’lar ve yaşam hakkı ihlalleri
Cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği temelinde yaşanan ayrımcılığın Türkiye'deki önemli görünüm alanlarından biri de yaşam hakkı ihlalleridir. Kamuoyunca yakından bilinen Dora, Nükhet, Ahmet Yıldız, Azra Has, Roşin Çiçek, Baki Koşar vakalarının tümünde bir yaşam hakkı tartışması yapılmış ve kısmen, ihlal vakaları olarak kayda geçilmiştir.
Örneğin aldığı ölüm tehditlerini yetkili makamlara bildirmesine rağmen ilgili makamlarca bu bildirimleri hiçbir aşamada dikkate alınmayan ve sonuç olarak göğüs bölgesine isabet eden kurşunlarla hayatını kaybeden Ahmet Yıldız vakası, yaşam hakkı açısından bir ihlal örneği olarak nitelenebilir.
LGBTİ+'lara dönük yaşam hakkı ihlali vakalarında temel sorunlardan biri cezasızlıktır. Nefret saikiyle işlenen cinayetlerde verilen cezaların herhangi bir artırıma tabi tutulmamasının yanısıra, hiçbir somut kritere bağlı olmaksızın uygulanan iyi hal indirimleri veya mahkemelerin rutin olarak itibar ettiği ( Örneğin trans seks işçisi cinayetlerinde katilin, mağdur tarafından kendisinin "pasif anal ilişkiye" zorlandığı savunması, sıkça başvurulan ve mahkemelerce de genelde itibar edilen bir savunmadır ) tahrik indirimine dönük savunmalar, faillerin suç işleme motivasyonunu kolaylaştıran etkenlerdir.
Nitekim, aldığı tehditler nedeniyle kolluk güçlerine yaptığı şikayetler işlevli bir sonuca varmayan, öte yandan, katledilmesi olayı ile ilgili yapılan yargılamada katil hakkında 15 yıl gibi eylemin ağırlığıyla örtüşmeyen bir yargılamaya dönüşen Muhammed Wisam Sankari, cezasızlık politikasının başka bir görünümüdür.
Ölümle sonuçlanan aile içi şiddet vakalarında failin aile bireylerinden biri olması durumunda sivil toplumun, yargılamayı, savcılığın yanında katılan taraf olarak takip etmesi önündeki engeller, usuli boyutta hak ihlallerine neden olmaktadır. Bu bakımdan, LGBTİ+ hakları alanında çalışan derneklerin, yeterli olmamakla birlikte en azından ölümle sonuçlanan aile içi şiddet vakalarında davalara katılımı önündeki engeller kaldırılmalıdır.
Ulusal ve uluslararası mevzuat
Yaşam hakkı bakımından ulusal ve uluslararası mevzuatta Türkiye için sayılabilecek üç kaynak, Anayasa, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve İnsan Hakları Evrensel Beyannamesidir.
TC Anayasasının 17. maddesine göre “Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir. “
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 2. maddesine göre “Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur.”
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin 3. maddesine göre “Yaşamak, özgürlük ve kişi güvenliği herkesin hakkıdır.”
Görüleceği üzere ulusal ve uluslararası mevzuat, tereddüde yer vermeyecek biçimde yaşam hakkını güvence altına almaktadır.
Ancak AİHM istatistiklerine göre hakkında ihlal başvurusu yapılan Avrupa Konseyi üyesi ülkeler bakımından Türkiye, Rusya'nın ardından ikinci sırada yer almıştır. 2016 yılında yaşam hakkı ihlali iddiasıyla Türkiye aleyhine yapılan başvurulardan 26'sında, ihlal kararı verilmiştir.
İlgili içerik:
“Hak-sız mıyız (!)” yazı dizisi başlıyor!
Etiketler: insan hakları, nefret suçları