06/12/2020 | Yazar: Kaos GL

Kaos GL’nin Hrant Dink’in anısına düzenlediği panelde nefret söyleminin etkileri konuşuldu: “Bir yabancı olarak maske takmayan bir vatandaşın maskesini uyarmak bile zor. Nefret ve ayrımcılık ölümcül olabiliyor”

“Hedef gösterme süreci ince ince işleniyor ve cezasızlıkla devam ediyor” Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Kaos GL Derneği, 5 Aralık’ta Hrant Dink’in anısına çevrimiçi panel düzenledi. 2015 yılı Hrant Dink Ödülü sahibi dernek, “bu ödülü bir sorumluluk biliyoruz” diyerek son yıllarda artan nefret dalgalarına karşı bir araya gelmeye çağırdı.

“Nefret Tünelinden Çıkış: Umudu Hatırlamak” panelinde yazar ve şair Karin Karakaşlı, dünden bugüne nefretin hayatlarımıza yansımalarını ve çıkış yollarını anlattı. Ardından Rangin Kaman Radyosu’ndan mülteci ve LGBTİ+ hakları aktivisti Mona Taheri, mülteci LGBTİ+’ların kendi hikayelerini anlatma mücadeleleri, mülteci ve LGBTİ+ karşıtı nefretten bahsetti. Üçüncü konuşmacı İdil Engindeniz, Kaos GL’nin “Diyanet’in Nefret Hutbesi Medyaya Nasıl Yansıdı?” raporunu sundu. Son olarak Kaos GL’den Av. Kerem Dikmen, nefret söylemi ve nefret suçlarının hukuki bağlamını aktardı. Yıldız Tar’ın kolaylaştırıcılığında yapılan çevrimiçi panelde sunumların ardından soru-cevap bölümü de oldu.

Yaklaşık 50 kişinin izlediği çevrimiçi panelin açılışında Yıldız Tar, LGBTİ+’lara nefretin pandemide de devam ettiğini hatırlatarak, “Hepimizin aynı gemide olduğu söyleniyor. Ancak aynı gemide olsak bile kimilerimiz kaptan kamarasındayken kimilerimiz ise en alt kamaralarda hâlâ çalışıyordu. Bu benzetmeyi her duyduğumda Titanik filmini hatırlıyorum. En alt kamaralardakiler ölürken kamera cis-hetero bir romansı çekiyordu. Bizden o kamera açısına girebilen cis-hetero romansları izlememiz, o sırada evlerine baskın yapılan, evsiz bırakılan Bayram Sokak’taki trans kadınları unutmamız bekleniyor” dedi.

“Ötekiden korkulduğu kadar koronadan korkulmuyor”

Ardından ilk konuşmacı Karin Karakaşlı, “Binbir Gece Masalları”nı ve Şehrazat’ı hatırlatarak, “Nefret söylemi ve cinayeti söz konusu olduğunda sonsuzluğa uzayan bir gece gibi yaşadığımdan bu bitmeyen zamanı, pandemide daha da karıştı. Her şeyin birbirini tekrar ettiği bir dönemde, pandemiyle yarışan ve özünden bir şey kaybetmeyen nefret kalıyor. Bütün buna rağmen Binbir Gece Masalları’ndaki Şehrazat gibi mücadele hikayelerinin hayatı değiştirme gücü elimizde kalan tek şey oluyor” dedi.

Karakaşlı, masal anlatıcılığına ve dönüştürücü gücüne değinerek, “Hrant da böyle bir masal anlatıcısıydı. Masal deyip geçmeyin, bu masallar hakikati ifade etmenin biricik yolu. Birdenbire sizin varlığınız en tehlikeli silah olarak algılanır ve susturulmanız icab eder. Nefretin dibine darı ekip, dinamitlemiş olursunuz” ifadelerini kullandı ve şöyle devam etti:

“İç içe geçmiş sonsuz bir nefret ağıyla mücadele ediyoruz. İlk başlarda pandemiyi insan denen canlının ortaklaşarak silkelenecek, toplumsal olarak birtakım değişikliklere talip olacak gibi mantıklı bir iyimser beklenti vardı. Ama aynı şey devlet aygıtları için de geçerli. Eli boş durmuyorlar. Çarkların tüm sesleriyle üzerimize gelişini gördük. Gözden çıkarılan hayatlarımız var, ederimiz değerimiz eşit değil. Sınıfsallık had safhada, her devletin aşağı yukarı çok çabuk ellerinde olana yöneldiği bir durum var. En değişmez gerçek herkesin günah keçisi ihtiyacı.

“Hikayelerin altı boşalıyor, devlet baskısı ve aşırı dinci gruplar güç kazanıyorlar… Yabancı düşmanlığı ve ırkçılık için gani gani ortam yaratılıyor. Ötekiden korkulduğu kadar koronadan korkulmuyor. Romantik tınlasa da romantik olmayan, iyilik denen şey, iyi insan olmak bir insanlık vasfı değil. İnsan durduk yere iyi olmaz, iyi olmak çaba gerektiriyor.

“Faşist, totaliter rejimlerin silahıdır nefret. İnce ince işleniyor hedef gösterme süreci… İnce ayarlı şeytanlaştırma, şiddetin meşrulaştırılması ve sonrasında cezasızlık mekanizması. Yapanın yanında kar kalması ve silsilenin devam edebilmesi. Doğrudan nefret cinayetine kurban giden Hrant da ölümü ve yaşamı boyunca bu mekanizmaları ifşa eden biriydi.”

“Mülteci olmak bir sonuç”

Ardından Radyo Rangin Kaman’dan Mona Taheri, “Mülteci olmak bir tercih değil, sonuç” diyerek LGBTİ+ mültecilerin Türkiye’de yaşadıklarını aktardı. İran’daki idam cezalarını da hatırlatarak şöyle devam etti:

“İran’ı birçok kişi biliyor ancak yakın komşu Türkiye’ye sığınınca da çok az değişiklik oluyor. Türkiye’de de aynı şekilde bildiğimiz konuştuğumuz olaylar var ve durum daha kötüye gidiyor. Daha geçtiğimiz günlerde Denizli’de tekstilde çalışan trans kadın bir arkadaşımız cinsel taciz yaşıyor, patron “gözümü kapar ne istersem yaparım” diyor ve polisi arayacağını söyleyince patron tahta sopayla vurup yaralıyor. Polis ise “şikayet etmeni önermem herkesin başına gelebilir” diyor. Nefret söylemi ve yabancı düşmanlığıyla karşılaşan kişiye şikayet edersen başına bela gelir, deniliyor. Yemek kokuyor diye ev verilmemesi, korona İran’dan geldi demeler çok yaygın.

“Bir yabancı olarak maske takmayan bir vatandaşın maskesini uyarmak bile zor”

“Mülteciler ve özellikle LGBTİ+ mülteciler kovulacak ilk gruptur. Onlarla çalışan grupların onlara ulaşması koronadan ötürü çok zor oluyor. Bir olay olursa yardımcı olmak çok daha zor oluyor pandemiden ötürü. Bir yabancı olarak maske takmayan bir vatandaşın maskesini uyarmak bile zor. Nefret ve ayrımcılık ölümcül olabiliyor.”

Taheri’nin ardından Tar, “Maske için bile uyaramamak tam da lubunyalığın ve mülteci olmanın özeti maalesef. Zira haddinizi bildirmek için sıraya girmiş bekleyenler var. Ve özellikle LGBTİ+ mülteciler konusunda her birimizin failleştiği anları düşünmesi, ayrıcalıklarımızı sorgulaması ve dayanışması gerekiyor” diyerek sözü İdil Engindeniz’e verdi.

“Diyanet’in hutbesinin ardından LGBTİ+’lar medyada düşmanlaştırıldı”

“Diyanet’in Hutbesi Medyaya Nasıl Yansıdı?” raporunu hazırlayan İdil Engindeniz ise, Diyanet’in hutbesinin yazılı basın ve medyada ne gibi tartışmalara yol açtığını aktardı. Engindeniz, raporun 19 Nisan - 20 Mayıs 2020 medya tarama verilerine dayandığını hatırlatarak şöyle dedi:

“Genelde ağırlıklı gündem konusu olmayan LGBTİ+’larla ilgili iki konunun üst düzey siyasi ve resmi yetkililerin de açıklamalarıyla gündem konusu haline gelmesini gözlemledik. Bu iki konudan biri ücretli bir dizi ve film izleme platformu olan Netflix’te yayınlanmaya başlanan Aşk 101 dizisi, diğeri ise Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın eşcinselliği ve “zina”yı mücadele edilmesi gereken unsurlar olarak gören açıklamaları. Bu konular, gündemin diğer iki baskın konusu olan İstanbul Sözleşmesi ve çoklu baro tartışmaları kapsamında da ele alınmış ve Sözleşme’nin topluma yönelik “tehlikesi” ile baroların “kabul edilemez tutumlarının”, “kontrol edilemezlikleri”nin ispatı olarak kullanılmış.

“Yazıların geneline baktığımızda konunun ağırlıklı olarak, dayanaksız, temelsiz cümlelerle tartışıldığını görüyoruz. Yaratılan bir “düşman” etrafında, ona ve onunla bağlantılı olan ya da olduğu iddia edilen herkese, her şeye yönelik komplo teorileri rahatlıkla dolaşıma sokulabiliyor. Akılcılıktan ziyade anlık, olumsuz, güçlü duygular yaratma amacında bir yayıncılık yapıldığını görüyoruz.”

Engindeniz’in konuşmasının ardından Tar, “Bu raporu ilk okuduğum andan itibaren hakikat sonrası dönem canlanıyor aklımda. Bütün bu nefret söylemi hangi bağlantılarda nasıl kurulduğu kısmı hakikate saldırı. Yeni trend gerçeği eğip büküp, gerçeğin tam tersini gerçek gibi yansıtıp hedef göstermek. Bu noktada ifade özgürlüğünü konuşmak önem kazanıyor” diyerek sözü Av. Kerem Dikmen’e verdi.

“Nefret söylemi ifade özgürlüğü korumasından yararlanamaz”

Kaos GL’den Av. Kerem Dikmen, nefret söylemi ve ifade özgürlüğüyle ilişkisi bağlamında hukuki boyutu anlattı. Devletler nefret söylemini kısıtlama yükümlülüğüne sahip olduğunu belirten Dikmen, “Nefret söylemi ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilemez. Nitekim İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi kararları da bunu belirtiyor. Daha doğrusu, ifade özgürlüğü başka bir alan nefret söylemi ise o alanda yer alan bir söylem değildir. Nefret söylemi ifade özgürlüğü korumasından faydalanamaz” dedi.

Dikmen, nefret söyleminin bir grubun haklarını ihlal etmek anlamına geldiğini de hatırlatarak şöyle devam etti:

“Nefretin tanımı konusunda uluslararası uzlaşma bulunmamasına rağmen bu uzlaşmama hali, Avrupa Konseyi sisteminin parçası olan ülkeler açısından söz konusu değildir çünkü Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin nefret kavramı ile ilgili tavsiye kararları olduğu gibi Konseye üye devletlerin sözleşmeye aykırı eylem içerisinde olup olmadığını da denetleyen İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi kararlarında tanım getirmese de neyin nefret olarak nitelenmesi gerektiğine ilişkin içerikleri görmek mümkündür.

“Yani LGBTİ+’lara dönük nefret ifadeleri, herhangi bir tehlike yaratmasa, şiddet çağrısı kitle içerisinde karşılık bulmasa, LGBTİ+’lara dönük bir suç artışına neden olmasa, hatta neden olmasının koşulları bulunmasa dahi ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmemektedir. Bu noktada “ifade” ile “nefret ifadesi” arasında sert bir ayrım vardır ve İHAS’ta “nefret ifadesi özgürlüğü” şeklinde bir tanımlama yapılmadığı müddetçe, nefret ifadeleri ifade özgürlüğünden yararlanamayacaktır.

“Nefret söyleminin ifade özgürlüğü içerisinde değerlendirilmemesi, İHAS giriş kısmında yerini bulan “dünyada barış ve adalet” idealinin gerçekleştirilmesine dönük motivasyon ile yakından ilgilidir. Dolayısıyla devletler hem kişilerin ifade özgürlüğünü güvence altına alırken hem de sözleşmedeki diğer hakların da korunmasını sağlamakla yükümlüdür.  Sözleşme ve Anayasalar, kişilere, “özel hayatına saygı gösterilmesini isteme” hakkı tanıdığı ( İHAS 8 ), ayrımcılığı yasakladığı ( İHAS 14 ) müddetçe lezbiyen, gey, biseksüel, trans, interseks ve diğer kimliklere dönük nefret ifadelerinin, ifade özgürlüğü korumasından yararlanması söz konusu olmayacaktır.”


Etiketler: insan hakları, medya, kültür sanat, nefret suçları
İstihdam