25/07/2005 | Yazar: Kaos GL

‘Hukuk ile ahlâkı karıştırmak, daha doğrusu kapalı, dar toplum alışkanlıkları olan ahlâkı, rasyonel bir temele ve uzlaşmaya dayanan hukuka tercih etme isteği sadece AB’ye girme tartışmalarında yaşanmıyor. Türkiye’nin sosyal hayatında yaşanan kimi olaylar karşısında da aynı karışıklık gündeme geliyor. Bunun en son ve yeni örneği Kaos GL’nin dernekleşme başvurusunda yaşandı. Olay medyada da geniş yankı buldu.’

‘Hukuk ile ahlâkı karıştırmak, daha doğrusu kapalı, dar toplum alışkanlıkları olan ahlâkı, rasyonel bir temele ve uzlaşmaya dayanan hukuka tercih etme isteği sadece AB’ye girme tartışmalarında yaşanmıyor. Türkiye’nin sosyal hayatında yaşanan kimi olaylar karşısında da aynı karışıklık gündeme geliyor. Bunun en son ve yeni örneği Kaos GL’nin dernekleşme başvurusunda yaşandı. Olay medyada da geniş yankı buldu.’

KAOS GL

A. Galip

Dikkat ettiniz mi bilmem, Türkiye’nin AB’ye girme isteğine yöneltilen itiraz ve eleştiriler genellikle ahlâk, gelenek, görenek gibi değerler alanından yükseliyor. Giderek şu tespiti de yapabiliriz: İtiraz ve eleştiriler ahlâk temeline dayandırılarak meşruluk sağlanmak isteniyor. Bu, popülist yaklaşımların klasik yöntemidir. Her türlü yeniliğe, değişime, gelişmeye karşı tavır alınırken kimi değerlerin elden gidiyor olduğu iddia edilir. Çünkü geçerliliği denenmiş bir yöntemdir bu. Gücünü, toplumların verili değerler hiyerarşisindeki tutuculuktan alır. Değerler dünyası değişimi geç ve güç kabul eder. Yeniliklere kapalıdır ya da artık yenilikler yeni olmaktan çıktığında kabul görür. AB’ye girme isteğini farklı toplumlarla karşılaşma, kaynaşma ilişkisi diye algıladığımızda itirazların, tartışmaların neden hep ahlâk alanına gönderme yaptığı kolaylıkla anlaşılacaktır. Fakat tartışmaların hangi zeminde yapıldığını anlamak demek bizzat tartışmanın kendisini anlamayı garanti etmiyor. Tam tersine tartışmayı bir muamma haline dönüştürüyor.

Türkiye’nin AB’ye girmesine karşı çıkanlar ekonomik, politik gerekçelerini bile ahlâkî kaygıların yedeğinde sunuyorlar. Böylece birbirinden farklı alanlar iç içe geçiyor. Türkiye’de yaşanan kimi hak ihlallerine, usulsüzlüklere ilişkin olsun, gerekli hukuki prosedürlerin yetersizliğine ilişkin olsun kimi son derece isabetli uyarılar, istekler bile değer dünyamıza yönelik bir saldırı olarak algılanıyor. Adeta zıtlaşırcasına her hukuk denildiğinde ahlâk anlaşılıyor. Buradan da bir mantıksal sıçrama yapılıp Avrupa’nın bize müdahalesinden, bizi yönetme isteğinden dem vuruluyor. ‘İşlerin eskisi gibi gitmesini’ isteyenler güç topluyor.

Hukuk ile ahlâkı karıştırmak, daha doğrusu kapalı, dar toplum alışkanlıkları olan ahlâkı, rasyonel bir temele ve uzlaşmaya dayanan hukuka tercih etme isteği sadece AB’ye girme tartışmalarında yaşanmıyor. Türkiye’nin sosyal hayatında yaşanan kimi olaylar karşısında da aynı karışıklık gündeme geliyor. Bunun en son ve yeni örneği Kaos GL’nin dernekleşme başvurusunda yaşandı. Olay medyada da geniş yankı buldu.

Takip edebildiğim kadarıyla Kaos GL, 1999’dan bu yana yasal olarak çıkan bir dergidir. Ancak Kaos GL grubu 15 Temmuz 2005 tarihli dernekleşme başvuruları ile birlikte faaliyetlerini ayrıca dernek olarak da yürütmek istemişlerdir. Ne var ki süreç farklı gelişir, 15 Eylül 2005 tarihinde, Ankara Valiliği, İl Dernekler Müdürlüğünün göndermiş olduğu tebligat ile Ankara Cumhuriyet Savcılığını, adı geçen derneğe, Türk Medeni Kanununun 56. Maddesinde yer alan ‘hukuka ve ahlaka aykırı dernek kurulamaz’ hükmü gereği kapatma davası açılmasını talep etmektedir.

Bu durum karşısında Can Dündar’la birlikte (29.09.2005, Milliyet), ‘Avrupa’nın eşiğinde olur mu böyle şey’ diye şaşkınlığa düşebiliriz. Türkiye’de eşcinsel oldukları için tek tek suçlu olmayan kişilerin dernek kurunca nasıl bir ‘suç’ işlemiş olduklarını da merak edebiliriz. Çeşitli tarihlerde ve toplumlarda tıbbi, dinsel, politik suçlamalarla karşılaşmış olan eşcinsellerin hukuk ve ahlâk bakımından da yargılanmaları söz konusu davanın nasıl sonuçlanacağına yönelik ilgiyi artırmaktadır. Bırakalım Avrupa ülkelerini, Amerika eşcinseller karşısında takınmış olduğu tavırlarla ahlâkın ve tıbbın bir çözüm üretemeyeceğini en açık biçimde göstermiştir. Amerikan Psikiyatri Birliği 1973’e kadar, eşcinselliği türlü sıfatlarla hastalık kategorisinde tanımlarken çözümsüzlüğü fark edip, eşcinselliğin bir hastalık olmadığını ve kendi alanlarının ilgileneceği bir konu olmadığını teslim etmiştir. Eklemek gereksiz ki bugün birçok ülkede eşcinseller, yukarda sıralanan suçlamaların muhatapları olmaktan çıkmışlardır. Fakat toplumların geniş kesimince ahlâkî bir onay gördükleri de söylenemez. Bu yüzden eşcinsellik sorunu başka ülkelerde olduğu gibi hukuken çözülmek durumundadır. Ahlâk gibi muğlak bir alanı ‘ve’ bağlacı ile hukukun yedeğine koşup çözüm arayışına kalkışmak daha başlangıçta niyeti kuşkulu kılmaktadır.

Çözüm arayışı sorunu görmekle başlar. Sorunu görmekse ait olduğu alanı tespit etmektir. Bir olayın, bir durumun geçerliliğini hem hukuka hem de ahlâka aykırı olmamasına bağlamak, aslında hukuka olan güvensizliğin kapalı bir ifadesidir. Geleneğin, göreneğin alışılmış güvenini hissetmek, günü ve geleceği aynen geçmişin devamı olarak yaşamak isteğidir. Ahlâk bu isteğin garantisidir. Hukuk ise gelişen, değişen, yenilenen toplumsal koşullar karşısında hakların ve sorumlulukların yerine getirilmesini, özgürlüklerin yaşanmasını rasyonel forma bağlamaktır. Bu nedenle bırakın eşcinselliği hukuk ile ahlâkın arasında bir ‘kaos’ ortamına sıkıştırmayı, mevcut hukuk kurallarını ahlâktan arındırarak her türlü eşitlik ve özgürlük taleplerini karşılayacak bir düzeye yükseltmek gerekmektedir.

Bu gerekliliğin aciliyeti aslında son yıllarda anlaşılmış durumdadır. Töre/namus cinayetlerinde ahlâkî saiklerin hafifletici neden olmaktan çıkartılması, ahlâk ile hukuk alanlarını titiz bir biçimde ayırmanın önemini göstermektedir. Kaos GL Derneğine açılan dava, bu ayrıştırma sürecinin daha başında olduğumuzu gösteriyor.

* Bu yazı, Cumhuriyet Savcılığının, Kaos GL Derneğinin kapatılması talebini reddetmesinden önce kaleme alınmıştır.


Etiketler: yaşam
İstihdam