05/08/2020 | Yazar: Kaos GL

Aydın LGBTİ+ Dayanışması’nın da bileşenlerinden olduğu Aydın Kadın Dayanışma Platformu “İstanbul Sözleşmesi Yaşatır” diyerek 3 Ağustos Pazartesi günü alana çıktı.

“İstanbul Sözleşmesi çocuklar, kadınlar ve LGBTİ+ bireyler için erkek şiddetine karşı hukuki koruma sağlıyor” Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Aydın LGBTİ+ Dayanışması’nın da bileşenlerinden olduğu Aydın Kadın Dayanışma Platformu “İstanbul Sözleşmesi Yaşatır” diyerek 3 Ağustos Pazartesi günü alana çıktı.

Aydın Kent Meydan’ında bir araya gelen Platform, okuduğu basın açıklamasında İstanbul Sözleşmesi’nin şiddete uğrayan her bireyi korumayı ve şiddeti önlemeyi esas alan uluslararası bir sözleşme olduğunu hatırlattı.

Platform açıklamasında, “Bu sözleşmeden çekilmek; Anayasa’daki eşitlik ilkesinin rafa kaldırıldığının ilan edilmesidir” dedi.

Açıklamada platform LGBTİ+’lara yönelik artan nefret söylemine de dikkat çekti: “LGBTİ+ düşmanlığının son derece tırmandırıldığı bir iklimden geçiyoruz. Kısa süre önce pandeminin nedeninin LGBTİ+ bireyler olduğunu bile işittik Diyanet İşleri Başkanından. Başka bir deyişle çocuklar, kadınlar ve LGBTİ+ bireyler erkek şiddetine karşı yalnız, çaresiz kalmasın diye hukuki koruma sağlıyor sözleşme. Düşünün ki biz yürürlükteki İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı Kanun’a rağmen öldürülüyoruz, bunlar tamamen kaldırılınca halimiz nice olacak acaba?”

Açıklamanın tamamı şöyle:

“Bundan tam 9 yıl önce, 2011’de, Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadele Hakkındaki Avrupa Konseyi Sözleşmesi’ni, diğer adıyla İstanbul Sözleşmesi’ni ilk imzalayan ülkeydik. O gün iktidarda olup imza atan aynı siyasi parti, bugün uluslararası alanda kadınlara vermiş olduğu sözleri yerine getirmekten vazgeçeceğini ilan etti.

“Her ağzını açan erkek, İstanbul Sözleşmesi’ne saldırıyor. Sizin İstanbul Sözleşmesi ile derdiniz nedir? Bu Sözleşme, başta cinsiyeti nedeniyle kadınlara uygulanan şiddet olmak üzere şiddete uğrayan her bireyi korumayı ve şiddeti önlemeyi esas alan uluslararası bir sözleşmedir. Dolayısıyla sözleşmeden çekilmek, Türkiye’nin de taraf olduğu tüm temel insan hakları belgelerini de tartışmalı hale getirmek anlamına gelecektir.

“Açıkçası, bu sözleşmeden çekilmek; Anayasa’daki eşitlik ilkesinin rafa kaldırıldığının, şiddeti önleme ve maruz bırakılanları korumakla ilişkili diğer yasalardan vazgeçildiğinin,  devletin kadın- erkek eşitliği ve kadına karşı şiddeti önleme politikasını terk ettiğinin tüm dünyaya ilan edilmesidir.

“İnsan hakları belgeleri, Doğu’nun ya da Batı’nın icadı değil, devletlerin imzalayarak vardıkları uzlaşmayı yansıtan, evrensel uzlaşma metinleridir. Tartışma konusu yapılması insanların bu haklarından vazgeçecekleri anlamına gelmeyecektir.

“Haksızlık karşısında susarsanız, hakkınızla birlikte onurunuzu da kaybedersiniz!

“Sizin kadınlarla derdiniz nedir? İktidardakiler, İstanbul Sözleşmesi'nde olmayan ifadeleri varmış gibi göstererek halkı kandırıyor. Aile yapısını bozuyor diyorlar. Defalarca sorduğumuz halde bir kişi bile İstanbul Sözleşmesi'nin hangi maddesinin aile yapısını bozduğunu gösteremedi. Sizin kutsal dediğiniz, o harika ailelerde kadınlar öldürülüyor, çocuklar taciz ediliyor. Sözleşme ise, şiddetin her türlüsüne karşı öncelikle çocuğu ve kadını koruyor. İstanbul Sözleşmesi, taraf olan devletlere şiddetle mücadele görevini yükleyen bir belgedir. Uygulanması halinde kadın cinayetlerini durdurduğu ölçülmüş bir belgedir.  İktidar neden bundan bu kadar rahatsız oluyor? Bu kadar çocuk düşmanı, kadın düşmanı bir düzen görmedi bu ülke. Erkek şiddetini, cinayetleri, tacizleri görmeyelim mi, yok mu sayalım? Bu ülkede her gün kadınlar öldürülüyor, kanları ile duvarlara faillerinin adını yazan kadınlar var. Erkek şiddetini görmeyip, ailenin kutsallığını bu kadar dilinize dolamanızdaki amaç nedir? İktidar bize neden sözleşmeden vazgeçmek istediğini bir açıklasın.

“Çocuklarımızla beraber hayallerimiz var bizim. Hayırlısı olsun demeyeceğiz. Çünkü hiç birinden vazgeçmiyoruz.

“İstanbul Sözleşmesi’ni kadınlar, kadınlarla birlikte, kadınlar için yazdı. Sözleşme ismini, dünya devletlerine imzaya açıldığı kent olan İstanbul’dan aldı. Tüm kadın örgütleri bu hazırlık sürecine dahil oldu. TBMM’deki tüm partiler kabul etti. Dönemin Cumhurbaşkanı A. Gül, Başbakanı R.T.Erdoğan, Dışişleri Bakanı A. Davutoğlu anlaşmayı imzaladı. 2011 yılında alkışlarla bu sözleşmeyi imzalayarak, kadınlara yönelik her türlü şiddetin ve ayrımcılığın karşısında olacağını söyleyenler sözlerini yerine getirmelidir.

“Sözleşme şiddet uygulamayan erkeklerle ilgili herhangi bir yaptırım içermiyor. Evden uzaklaştırılan erkekler; kadınlara şiddet uygulayanlar, tehdit edenler, yani suçlu erkeklerdir. Sözleşme, sadece kadınları değil, aynı çatı altında yaşayan kadın-erkek-çocuk herkesi şiddetten korumaktadır.

“Temmuz 2020’de yapılan araştırmaya göre toplumun 64’ü sözleşmeden çıkılmasını onaylamıyor! Bizler, bu toprakların kadınları, kazanılmış haklarımızdan vazgeçmiyoruz, sorumluları İstanbul Sözleşmesini karalamaya değil, uygulamaya davet ediyoruz!

“Sözleşme şu ana kadar 45 ülke ve Avrupa Birliği tarafından imzalanmıştır. İmzacı ülke sayısı da her geçen gün artmaktadır. Sözleşme imzalanmadan 5 yıl önce, dönemin adalet bakanının açıkladığı istatistiklerde 2002’den 2009’a kadar kadın cinayetleri yüzde 1400 oranında artmıştır. İstanbul sözleşmesi ise 2014’te yürürlüğe girdi. Sözleşme şiddeti arttırmıyor, görünür kılıyor. Adalet Bakanlığı verilerine göre 2019 yılında kadınların yaptığı 41 bin 383 koruma başvurusu reddedildi. Koruma talebi zamanında verilmediği için onlarca kadın şiddete uğradı ya da öldürüldü. Zaten iftira niteliği taşıyan beyanlarla alınan koruma kararına itiraz yolu da açıktır.

“İlk olarak nafaka hakkımıza göz koydular. Nafaka tartışmalarını İstanbul Sözleşmesinden vazgeçilmesi ve bu da yetmezmiş gibi 6284 sayılı Kanun’un yürürlükten kaldırılması kampanyası/ talebi izliyor. Nafaka miktarı olarak ortalama aylık 370-TL’den söz ediyoruz. Üstelik mahkemeler ‘babası bu çocuk için bu kadar lira nafaka ödeyecek’ diye karar alsa bile, uygulamada birçok dosyada nafakalar ödenmiyor.

“Nafaka, İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı Kanun’a ilişkin düşmanlığın kökeninde hep aynı niyet var; “kutsal aile masalı” yani aile elden gidiyor, aileyi korumalıyız söylemi. “Boşanma sayısı çok arttı, nafaka olmazsa ekonomik güvencesi olmayan kadın da boşanamaz”, “Erkek hakkında, evden uzaklaştırma kararı verilemezse, kadın erkeği idare etmeyi, her şeye evet demeyi öğrenir, kol kırılır yen içinde kalır”, “İstanbul sözleşmesi olmazsa LGBTİ diye bir mesele kalmaz, aile kurumu varlığını sürdürür” vs vs…

“İktidar mensupları İstanbul Sözleşmesinin, biri “toplumsal cinsiyet”, diğeri “LGBTİ+  maddesi” olarak iki açıdan kendilerine uygun olmadığını iki yıldır defalarca dile getiriyor.

“Sözleşme, cinsel kimlik ve cinsiyet kimliği ayrımı yapmaksızın şiddetin ve ayrımcılığın karşısında herkesin hakkını korumayı temin eder. Sözleşmede evlenme ya da boşanmayı teşvik edici hiçbir madde yoktur. Aile yapısını bozan, huzur kaçıran ve boşanmalara neden olan uluslararası sözleşmeler değil, aile içindeki erkek şiddetidir. Şiddet uygulayan erkek mağdur değil, faildir. İstanbul sözleşmesi uygulandığında şiddet karşısında faillerin, bahanesiz gerekli cezaları almasını sağlar. Erkekler cinsiyetinden kaynaklı bir şiddete uğramazken kadınlar ayrılmak istedikleri için bile öldürülüyor, gece sokağa çıktığı için tacize uğruyor. Sözleşme cinsiyetin bir şiddet gerekçesi olmasını yasaklıyor.

“Kadının beyanıyla verilen hapis kararı da yoktur. Yalnızca şiddete uğrayan kadın ve çocukların mağdur edilmemesi için  geçici maddi yardım yapılması, kalacak yer sağlanması, şiddet uygulayanın evden uzaklaştırılması gibi kararlarda kadının beyanı esas alınmaktadır.

Raporlara göre erkek şiddeti faillerinin birinci sırasında kocalar ve babalar var. Zaten evlenmek dışında bir yaşama seçeneği tanımadıkları, “gelinlikle girdin kefenle çıkarsın”  dedikleri o evlerde, şiddetin her türlüsüne maruz kalıyoruz, ölüyoruz zaten, daha ötesi yok.

“İstanbul Sözleşmesi, bu şiddete annelerimiz, annannelerimiz gibi  sesimiz çıkarmadan katlanmak zorunda kalmayalım, insanca yaşayalım diye hazırlanmış bir sözleşme. İmzacı ülkelere erkek şiddetiyle bütünlüklü olarak, yani hukuktan, medyaya, eğitimden, yöneticilerin söylemlerine kadar, mücadele etme yükümlülüğü getiriyor. Aynı zamanda erkek şiddetinin ortadan kalkmasının ön koşulu olarak da taraf olan devletlere yaşamda kadın erkek eşitliğini sağlama görevini veriyor.  

“Tartışmalara sebep olan 4. madde; ev içinde şiddete uğrayan herkesi; kadın, çocuk, yaşlı, erkek, engelli gibi pek çok grubu cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasi veya başka tür görüş, cinsel yönelim, cinsiyet kimliği, medeni hal, göçmenlik statüsü gibi, herhangi bir nedenle ayrımcılık yapmaksızın korumayı temin eder. Aynı ayrımcılık yasağı Anayasa’da da mevcuttur. Sözleşme cinsel kimliklere ilişkin olarak devletlere şiddetten ve ayrımcılıktan koruma yükümlülüğü getirmektedir.

“İstanbul Sözleşmesi’nin eşcinselliği öven ya da kınayan bir maddesi yoktur. Söz konusu olan 4. Madde, şiddet varsa kimseye ayrımcılık yapamazsınız der. Nasıl ki şiddete maruz kalan kişilere ten rengine, evli olup olmamasına, siyasi görüşü ya da dini inancına göre ayrım yapılamazsa, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği nedeniyle de ayrımcılık yapılamaz der. LGBTİ+ düşmanlığının son derece tırmandırıldığı bir iklimden geçiyoruz. Kısa süre önce pandeminin nedeninin LGBTİ+ bireyler olduğunu bile işittik Diyanet İşleri Başkanından. Başka bir deyişle çocuklar, kadınlar ve LGBTİ+ bireyler  erkek şiddetine karşı yalnız, çaresiz kalmasın diye hukuki koruma sağlıyor sözleşme. Düşünün ki biz yürürlükteki İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı Kanun’a rağmen öldürülüyoruz, bunlar tamamen kaldırılınca halimiz nice olacak acaba?

“Sözleşme’de dine dair de doğrudan hiçbir madde yoktur. Tam tersine 4. Maddesinde; hiç kimseye dini inancından ötürü ayrımcılık yapılamayacağı gibi gelenek, görenek ve kültürün bir ayrımcılık sebebi olamayacağını söyler. Sözleşme ilk olarak önleyici tedbirlerden söz ediyor. Devlete şiddetin oluşmaya cesaret bulamayacağı bir toplum yaratmak için gerekli tedbirleri almasını, toplumsal cinsiyet eşitliğini bütün topluma, her türlü yolla yaymasını görev olarak yüklüyor. İkincisi, kadına yönelik bir  tehdit söz konusuysa, devletin kadınları etkin, aktif  ve bütüncül olarak korumasını istiyor. Yani bizim için 6284 sayılı kanunun tam olarak uygulanmasını zorunlu kılıyor. Üçüncüsü tüm önlemlere rağmen yine de bir kadın zarar gördüyse, o zaman devlete en azından etkin kovuşturma yap ve etkin ceza sitemi ile adaleti sağla diyor. Namus, töre, gelenek, görenek gibi nedenlere dayanarak haksız tahrik uygulamalarının olamayacağını belirtiyor. En son olarak da, sözleşme devletten kadınların ekonomik, sosyal ve siyasal olarak güçlendirilmesini talep ediyor.”

 


Etiketler: kadın
nefret