23/11/2021 | Yazar: Kaos GL
İzmir Büyükşehir Belediyesi ve İzmir Barosu’nun Nefrete Karşı Bir Arada Yaşam panelinden: Belediyelerin nefret söylemi ve suçuna karşı somut adımlar atması gerekiyor.
İzmir Büyükşehir Belediyesi ve İzmir Barosu, 20 Kasım Nefret Suçu Mağduru Transları Anma Günü dolayısıyla panel düzenledi. Bugün Tarihi Havagazı Fabrikası A Salonu’nda yapılan panelde nefrete karşı bir arada yaşam konuşuldu.
Panelde; İzmir Barosu’ndan Elif Karlıdağ’ın kolaylaştırıcılığında Prof. Dr. Huriye Toker nefret söylemine ilişkin uluslararası iyi örnekleri anlattı. Ardından Kaos GL ve İzmir Barosu’ndan Av. Kerem Dikmen nefret söylemi bağlamında Anayasa Mahkemesi’ni değerlendirdi. Medyada nefret söylemini Kaos GL’den Yıldız Tar, translara yönelik nefret suçları ve ruh sağlığını ise Genç LGBTİ+’dan Psikolog Şimşek Yiğit Yücel aktardı. Son olarak Büyükşehir Belediyesi Kentsel Adalet ve Eşitlik Şube Müdürlüğü’nden Ayşe Girgin kentsel haklar üzerine konuştu.
Nefrete karşı mücadele: Eşitlik, çeşitlilik ve içerme
İlk konuşmacı Toker, uluslararası iyi örnekleri Norveç deneyimi üzerinden anlattı. 2011’de Norveç’teki saldırıların ardından nefret söylemi konusunu daha fazla gündeme alan Norveç Hükümeti’nin çalışmalarını aktardı. 2016 yılında polis verilerine göre nefret suçlarının sadece yüzde 17’sinin adli makamlara bildirildiğini söyleyen Toker, “Bu durum Norveç’te de nefret suçları açısından farkındalığın çok az olduğunu gösteriyor. Bilgilendirme sorumluluğu ise devlet otoritesinde. Bu sebeple Norveç’te hükümet diyalog toplantıları düzenledi. Birleşmiş Milletler’den yardım ve denetim talep etti” dedi.
Toker, BM’nin strateji eksikliği talebi üzerine Norveçli yetkililerin önce politika belgesi hazırladığı ve ardından stratejik planlar oluşturduğunu da hatırlatarak, “Cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği temelli nefret suçlarına ilişkin ayrıca bir plan da hazırlandı. 23 önlemin yer aldığı pakette strateji, diyalog, okul, iş yaşamı ve yargı sistemi ana başlıkları yer alıyor” şeklinde konuştu.
“Nefret söylemine karşı karşılaşma alanları yaratmak, bütün faaliyetlerinde ülkedeki kişilerin karşılaşma alanlarını arttırmak Norveç’in stratejisinde önemli yer tutuyor” diyen Toker, ülkedeki bilinçlendirme kampanyalarından bahsetti. Nefret söylemine karşı mücadelede eşitlik, çeşitlilik ve içermenin kilit kavramlar olduğunu vurguladı.
Kötü deneyimler bir kez daha yaşanmasın diye…
Ardından Av. Dikmen, 2. Dünya Savaşı’nda yaşananların Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni doğurduğunu belirterek, “Gerek anayasalar gerekse de kişi hak ve özgürlüklerine ilişkin uluslararası sözleşmeler temel olarak, yazıldıkları tarihten önceki döneme tepki metinleridir. İnsanlık, biraz da bu metinleri hazırladığı dönemden önce yaşadığı kötü deneyimlerin bir kez daha yaşanmaması için bu metinleri geliştirmiştir” dedi ve ekledi:
“Bu perspektiften bakıldığında, 4 Kasım 1950’de Roma’da imzalanan İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinin mesajını anlamak için iki dünya savaşı arasında Avrupa’da yaşanan tarihsel olaylara ve ikinci dünya savaşında yaşanan felaketlere bakmak gerekir. Holokost Ansiklopedisinde ifade edildiği üzere Naziler, erkek eşcinsellerin Alman ulusu için savaşamayacak zayıf ve kadınsı erkekler olduğuna inanıyordu. Eşcinsellerin çocuk yapmalarının mümkün olmayacağını ve Alman doğum oranını artırmayacaklarını düşünüyorlardı. Eşcinselliğin bir hastalık olduğu veya hastalık yaydığı fikri Türkiye'de bugün güncel bir nefret konusu olduğu gibi Nazilerin hüküm sürdüğü Almanya’da da yaygın bir düşünceydi.”
Nefretin kime yöneldiğinin adını doğru ve net koymamız gerekiyor
İzmir Azra Has Sokağı’nda (Bornova Sokak) yaşananları ve Hande Buse Şeker’in katledilmesini hatırlatan Dikmen, “Şu anda bulunduğumuz mekandan çok değil 200-300 metre ötede bir trans kadın hem cinsel saldırıya uğradı hem öldürüldü. Nefretin adını ve kime yöneldiğini doğru koymamız gerekiyor. Bugün yapılan bu panele vesile olan 20 Kasım Nefret Suçu Mağduru Transları Anma Günü’dür. Önümüzde 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü var. Nefretin kimleri, nasıl hedef aldığını adını koymadan tarifleyemeyiz” ifadelerini kullandı.
AİHM’in nefret söylemini himaye ve tolere ettiği için Litvanya’yı mahkum ettiği Beizaras ve Levickas v. Litvanya kararını hatırlatan Dikmen şunları kaydetti:
“Mahkeme, ‘nefret söylemi kişilerin manevi bütünlüklerine dönük ciddi bir saldırı anlamına geliyorsa artık mağdur kişilerin özel hayatlarını korumak için devletin nefret söylemini sarf edenlere karşı ceza hukukunu uygulaması gerekir’ demektedir. Devletin bu alanda hem pozitif hem de negatif yükümlülükleri vardır.”
İzmir Barosu yönetim kurulu üyelerinin Diyanet İşleri’nin nefret söylemine ilişkin hukuki değerlendirmesinden dolayı soruşturma geçirdiğini, Ankara Barosu’na dava açıldığını da vurgulayan Dikmen, “LGBTİ+’lar acımasız bir saldırı altında. Ancak 30 yıl öncesiyle bugünü karşılaştırdığımızda ciddi bir fark var. Daha örgütlü bir LGBTİ+ toplumu var. Kanun önünde eşitliğin sağlanmadığı, insan hakları açısından uluslararası standartların uygulanmadığı bir ülke hiçbir açıdan gelişemez. Ekonomik açıdan da gelişmeyi engeller ve bunlar uygulanmadıkça her anlamda çöküş yaşanacaktır” diyerek sözlerini sonlandırdı.
Yeri geliyor medya siyasete direktif veriyor, yeri geliyor tam tersi
Üçüncü konuşmacı Yıldız Tar sözlerine dil ve ayrımcılık ilişkisi üzerine konuşarak başladı. Tar, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği bağlamında dilden kovulma, dilsel tecrit, dile geri çağrılma ve bu sürecin hiyerarşik yapısını şöyle anlattı:
“Kendi hayatınızı, deneyiminizi anlatacak kelimelerinizin dahi olmaması dilden kovulmaya tekabül ediliyor. Kovulduğunuz dile geri çağrılırken de üretilen kavramlar her zaman başka anlamlarla işaretleniyor. Utanç gibi duygular bu kavramlara etiketleniyor ve geri çağrıldığınız yer sabitlenmiş, terbiye edilmiş bir yer oluyor. En baştan kovulduğunuz yere bu sefer deneyiminiz hakkında sabit ve çoğu zaman utanç gibi duygularla bezenmiş bir şekilde geri çağrılıyorsunuz”
Tar, inşa edilmek istenen LGBTİ+ düşmanlığının beş ana hattan ilerlediğini söyledi ve bu hatları şöyle sıraladı:
“Oturup karşıtlık politikasına dair analiz yaptığımızda bunları 5 ana başlıkta topladık, ki çok orijinal bir karşıtlık politikası da değil bu. İlki LGBTİ+ ve din karşıtlığı. Elmalarla armutlar birbirine karşı olabilirmiş gibi. Cinsel yönelim, cinsiyet kimliği ve din birbirinden farklı eksenlerde meseleler. İkincisi, LGBTİ+ ve aile. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasına kadar giden süreçte medyada siyaset eliyle LGBTİ+ dernekleri kapatılsın kampanyası var 5 yıldır. 2020 Medya İzleme Raporumuza göre yazılı basındaki haberlerin %61’i nefret söylemi ve ayrımcı dil içeriyordu. Artık siyasetten bağımsız bir medyadan bahsetmek mümkün değil. Yeri geliyor medya siyasete direktif veriyor, yeri geliyor tam tersi. Üçüncü söylem, en klasiklerden: “Bunlar batı özentisi, batıdan geldiler, zaten AB fonları alıyorlar.” Yani el insaf, AB uyum süreci kapsamında hangi bakanlıkların hangi fonlarla hangi projeleri yaptığı ortada. Mültecilerin hayatları pahasına yapılan pazarlıklar varken bu mudur mesele? Homofobi zaten böyledir, herhangi birisi bir eylemi yaptığında sorun değilken LGBTİ+’lar yaptığında soruna dönüşür. En kırılgan, yüklenilebilir gruptur çünkü. Dördüncü söylem çocuk istismarı, en onur kırıcı söylemlerden biri. “LGBTİ+ çocuklar vardır” deyince, siz çocuklara cinsellik, cinsiyet mi atfediyorsunuz diyorlar. Hayır, bu toplumda çocuklara daha doğmadan cinsellik ve cinsiyet atayan asıl heteroseksizm ve ikili cinsiyet rejimidir. Ben çocukken sırf kimliğimden ötürü benle alay edildiğinde, dayak yediğimde varım. Büyüdüm. Şimdi de sen çocukken yoktun diyorlar. Böyle bir şey olabilir mi? Beşincisi, artık LGBTİ+ ve terör meselesi. LGBTİ+ olmak bir suçmuş gibi gösteriliyor. Senelerdir evirip çevirip gündeme göre bu beş konu sistematik olarak devreye giriyor.
“2020 Medya İzleme Raporu’nda gazete bazlı izleme de yaptık. En çok LGBTİ+ haberini yapan gazete Yeni Akit. Hemen arkasından gelen BirGün ve Cumhuriyet’i topladığınızda dahi Yeni Akit’e ulaşamıyorsunuz. LGBTİ+ karşıtlığı onların haber odasının ve yayın politikasının en önemli parçalarından biri hâline geldi. Muhtemelen Yeni Akit okurları Kaos GL’yi de orada çalışan bizleri diğer herkesten daha yakından tanıyor artık. Sorun şurada: AKP ile ilgili bir mesele olduğunda çok haber yapıp sonra unutmak. Siz unutuyorsunuz ama LGBTİ+’ların hayatları, maruz kaldıkları ayrımcılık ve nefret söylemi devam ediyor. Hayatlarımız yalnızca Onur Haftasında, Cumhurbaşkanı ya da İçişleri Bakanı bir açıklama yaptığında piyasaya çıktığımız anlardan ibaret değil. Hayatı görmek zorunda olan, hayattan beslenmesi gereken medyanın bunu görmemesi üzüyor. Bu gazeteciliğin niteliksizleşmesi anlamına da geliyor. Senede bir kez Onur Haftasında LGBTİ+ haberi yaptığınızda hata yapmak, yanlış kurmak kaçınılmaz. Çünkü bu, bu konu senin yayın politikanın merkezine yerleşmemiş anlamına geliyor. İzleme raporunda baktığımız bir diğer şey, LGBTİ+’lar hakkında en çok kim konuşmuş, kime mikrofon uzatılmış? Birincisi köşe yazarları, tabii kaynak belirtmeden. Çünkü Türkiye’de köşe yazarlığı kaynak belirtmemek anlamına gelir. İkincisi uzmanlar ve akademisyenler. Üçüncüsü LGBTİ+ karşıtı STK’lar. En son LGBTİ+’lar ve LGBTİ+ örgütleri. LGBTİ+’lar hakkında en az LGBTİ+’ların konuşması çok çarpıcı, nefret söylemi oranından dahi daha çarpıcı bir veri bence. Demek ki sizin habercilik pratiğiniz mikrofon uzatmayı, sesi olmayanın sesi olmayı benimsemiş bir noktada değil. LGBTİ+ haberi yaparken LGBTİ+’lar özneden çok nesne olarak görülüyor demek ki.”
Belediyeler daha gür sesle eşitliği haykırmalıdır
Tar, nefret söyleminin sessizleştirme amacı da taşıdığını vurgulayarak LGBTİ+’ları sessizleştirmeye çalışanlara karşı İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin LGBTİ+’ların sesine ses katması gerektiğini vurguladı:
“Yapılan çalışmalar gazetelerde hedef gösteriliyor diye geri durmamak lazım. Şu an Türkiye’de hükümet medyası tarafından hedef gösterilmeyen zaten kendisine ‘muhalif’ demesin bir zahmet. Burada, nefrete maruz bırakılanlar doğrudan LGBTİ+’lar. Belediyeler, LGBTİ+’lardan rol çalarak korku ve paranoyaya teslim olmak yerine daha gür sesle eşitliği haykırmalıdır. Nefrette birleşenlere karşı bir arada yaşam ancak böyle hayata geçebilir ve salt bir panel başlığı olmaktan çıkabilir.”
“Nefret suçları yalnızca maruz bırakılanları değil, ait oldukları grubu da etkiliyor”
Psikolog Şimşek Yiğit Yücel ise, nefret suçu ve söylemini tanımladıktan sonra nefret suçlarının yalnızca maruz bırakılanları değil, ait oldukları grubu da etkilediğini ve hedef aldığını söyledi. Yücel, bu etkileri şöyle sıraladı:
“Bireysel etkileri arasında psikolojik (duygusal, bilişsel, davranışsal, ilişkisel sorunlar…) ve sosyal olarak olumsuz etkiler sıralanabilir. Komünitede ise öfke ve korku, düşmanlık, kişi ve kurumlara yönelik güvensizlik, aidiyet hissinin kaybı gibi etkilere yol açıyor. Son 20 yılda nefret suçlarının etkisine yönelik pek çok çalışma var. Bu çalışmalara göre; nefret suçuna maruz bırakılanların şok, anksiyete, korku, öfke ve depresyon gibi duygusal sorun ve travma yaşama olasılığı daha yüksek. Nefret suçlarına maruz bırakılanların diğer suçlara maruz bırakılanlara kıyasla daha fazla depresyon, anksiyete, öfke, güvenlik endişesi deneyimliyor.”
Nefret temelli şiddet, tehdit mesajı göndermeyi amaçlar
Nefret temelli şiddetin; bir kişiye yönelik, o kişinin algılanan grup aidiyeti temelinde önyargı ile motive edilen şiddet olduğunu vurgulayan Yücel, şiddetin potansiyel olarak travmatik bir stres etkeni yarattığını söyledi ve ekledi:
“Travma sonrası stres tepkilerini ve ilgili psikososyal ve fiziksel sorunları kapsayabilir. Kendilik duygusu ve ilişkilere olan güvenin zedelenmesine yol açabilir. Sosyal kurumlara olan güvenini potansiyel olarak zayıflatabilir. Nefret temelli şiddet, diğer potansiyel olarak travmatik olay türlerinden farklı olarak doğrudan maruz bırakılanların kişilerin yanı sıra ait olduğu düşünülen tüm topluluğa tehdit veya zarar vererek bir mesaj göndermeyi amaçlar.”
Yücel, nefret suçunun kolektif etkileri arasında bireysel ve grup kimliği algısının sarsılmasına bağlı olarak özgüven, özsaygı ve aidiyet yitiminin yer aldığına dikkat çekti. Sosyal normların erozyona uğraması ve etik anlayışta zedelenme ile adalet inancının zedelenmesinin de etkiler arasında olduğunu vurguladı.
Transları hedef alan nefret suçlarının etkilerine ilişkin araştırmaları aktaran Yücel, “Translar sıklık ve tekrarlanma sıklığı bakımından nefret suçları riskine daha açık. Araştırmalara göre, translar, natrans LGB’lere kıyasla yüksek düzeyde tehdit, incinebilirlik ve kaygı hissediyorlar. Polisin kendilerine saygılı olmadığını ve nefret suçlarına karşı etkili olmadığını düşünüyorlar” dedi.
Yücel son olarak nelerin yapılabileceğini şöyle sıraladı:
“Toplum temelli müdahale ve önleme bağlamında nefret suçlarına karşı politika, yasa, yönetmelik, toplumsal kampanyalar önem kazanıyor. Demokratik katılım, işbirliği ve gruplar arası temas ve ilişkilenmeye yönelik girişimler gerekli. Maruz bırakılanlara yönelik destekleme ve iyileşmeye yönelik çalışmalar bağlamında ise nefret temelli şiddet travmasına dair psikososyal ve hukuki destek mekanizmalarının oluşturulması gerekli. Travma bilgilendirme temelinde önleme ve müdahale programları çok önemli.”
Katılımcılık, eşitlik, ayrım gözetmeme, kapsayıcılık ve hesap verilebilirlik ilkeleri
Son konuşmacı Girgin konuşmasına insan haklar kentlerinden bahsederek başladı. İnsan hakları ile yerel yönetimleri buluşturan insan hakları kenti yaklaşımının evrensel insan hakları norm ve standartlarının yerel düzeyde uygulanması ve belediyeler tarafından referans alınması olarak tanımlanabileceğini belirtti ve ekledi:
“İnsan hakları temelli yaklaşım bir kişiyi mağdur veya yardıma muhtaç olarak gören hayır yaklaşımından veya ihtiyaç sahibi olarak gören ihtiyaç temelli yaklaşımdan ayrılarak hak sahibi bireyler olarak görür. Katılımcılık, eşitlik, ayrım gözetmeme, kapsayıcılık ve hesap verilebilirlik ilkeleri doğrultusunda kent yaşamının iyileştirilmesini destekler.”
Kentsel haklara da değinen Girgin, İzmir’de Kentsel Adalet ve Eşitlik Şube Müdürlüğü’nün her türlü ayrımcılığa karşı mücadele etmek ve bir arada yaşam kültürünün toplumun her kesimine yayılmasını desteklemek için 2020’de kurulduğunu hatırlattı.
Girgin, Avrupa Komisyonu 2021 Türkiye raporunda LGBTİ+’lara nefret söyleminin artışının “ciddi endişe kaynağı” olarak tespit edildiğini de söyleyerek şöyle devam etti:
“Nefret söylemi ve nefret suçuna karşı somut adımların atılması gerekiyor. Belediyeler, nefret söylemi ve nefret suçuna maruz bırakılan kesimlere ait önemli gün ve haftalarda sosyal medya, billboard, dijital ekranlar aracılığıyla farkındalık ve görünürlüğü arttırmak için çalışabilir. Farklı kültürlerin karşılaşmalarını ve birbirlerini tanımalarını sağlayacak kültür sanat çalışmaları, festivaller ve geziler düzenleyebilir. Danışmanlık ve rehberlik hizmeti, çok dilli hizmetler ve trans kapsayıcı sığınmaevi gibi hizmetlerin sağlanması da bu adımlar arasında.”
Girgin konuşmasının devamında Türkiye’deki belediyelerden iyi örnekleri sıraladı. Ankara Çankaya Belediyesi’nin yerel eşitlik eylem planına LGBTİ+ örgütlerinin katkı sağlaması, İstanbul Beşiktaş Belediyesi’nin HIV test merkezi ve Gökkuşağı Şehirleri Ağı’na üye olması, İstanbul Şişli Belediyesi’nin HIV test merkezi, Gökkuşağı Şehirleri Ağı’na üye olması ve 20 Kasım’da billboard çalışması, Bursa Nilüfer Belediyesi’nin Gökkuşağı Şehirleri Ağı’na üye olması, Tunceli Belediyesi’nin 20 Kasım billboardları, İstanbul Kadıköy Belediyesi’nin 8 Mart billboardları ve İzmir Konak Belediyesi’nin HIV test merkezi Girgin’in saydığı iyi örnekler arasındaydı.
Girgin, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin LGBTİ+ Dayanışma Grubu’ndan ve belediyenin etkinlik desteği, pandemide sosyal yardım ve film gösterimlerinden de bahsetti.
Etiketler: insan hakları, kadın, medya, nefret suçları, kent hakkı